The Aim of the Principle of Secularism and a Suggestion on Substitution
I. Laiklik İlkesinin İki Anlamı ve Doğuş Sebepleri
1. Laiklik ilkesinin maddi anlamı: Laiklik ilkesinin
maddi anlamı; İlâhi Vahiy ile toplumsal hayatın ilişkilerinin kesilmesi ve bu
kesilmeyi sağlamak için de araya en çağdaş caydırıcı vasıtalarla takviyeli bir
Pozitif Hukuk seddi inşa edilmesidir. Bu çağdaş caydırıcı vasıtaların en fazla
uygulananı, kestirme olarak; bu duvarı aşmaya cür’et edenin yaşama hakkından
yoksun kılınmasıdır. Ne var ki "İnsan hakları kuramı"nın şeklen gelişmesi
karşısında, birçok ülkede, bu "yoksun kılma", idam cezası tarzında değil de
terör vasıtaları ile öldürme ve sonra da bu eylemi çağın "günah keçisi" olan
Müslümanlara isnad etme tarzında görülür.
2. Laiklik ilkesinin şeklî anlamı: İlkenin şekli anlamı;
Devlet örgütünden ayrı bir "ruhanî örgüt"ün varlığı ile belirlenir. İlâhi vahyi
tebliğ eden örnek insanların yine ilâhî emir ile kurdukları örnek düzenlerden
sonra; insanları sömürmek isteyen güç sahipleri, insanı önce "bâtıl dinler"
vasıtası ile kendi amaç ve özlerine yabancılaştırmışlar, sonra da bu bâtıl
dinlerin sahte din adamlarının desteği ile iktidara gelerek halkı
köleleştirmişlerdir. Hazret-i İsa’nın tebliğinden sonra gerçek Hıristiyan
tebliği (İslâm’ın o dönemdeki şekli) iktidarı elde edememiş, Paulus denen adam
da Hıristiyanlık adı altında bir din ve bir ruhani örgütün kurulmasına yol
açmıştır. Bu örgüt (Kilise); İsa’nın (A.S.) tebliğinden üç yüz yıl kadar sonra
Roma Devleti ile "koalisyon" yapmaya muvaffak olmuştur. İşte bu "Koalisyon"
dolayısı ile Laiklik ilkesinin şeklî anlamı ortaya çıkmıştır. Oysa bu koalisyona
rağmen Laiklik ilkesinin maddî anlamı belirmiş değildir ve Papa da imparator da,
"İsa’nın halifesi" olduklarını iddia edeceklerdir.
3. Laiklik ilkesinin maddî anlamının doğuş sebepleri: Bu
koalisyon; genel bir bakış ile halka mutluluk değil, iki yönden bir zulüm ve
tutsaklık zinciri getirmiştir. Özellikle "vicdan özgürlüğü"nün tanınmayışı;
"İlahî vahiy" adına hareket ettiklerini söyleyerek insanlığa zulmedenlere karşı
nefret doğurmuştur. Bu arada; Hazret-i İsa’dan sonra otuz yıl kadar bir süre
geçmiş iken mabedleri yıkılan ve "Koalisyon"dan sonra da "Hazret-i İsa
katilliği" ile suçlanıp "getto"lara tıkılan Yahudiler, zaman zaman kurtuluş
çareleri arıyorlar, "Kılıç" (Devlet) ve "ateş" (engizisyon)e karşı "Para"yı,
"altın buzağı"yı çıkarmak için örgütleniyorlardı.
On yedinci yüzyılda, Osmanlı ülkesinde Sabetay Sevi Mesihliğini
ilan edince, Yahudi kütlesi, "kurtuluş"un geldiğini sandı. 1666 yılında beklenen
kurtuluş; Sabetay Sevi’nin "Mehmet Efendi" olması gibi acı bir hayal kırıklığı
ile sonuçlanınca, Yahudi önderleri; "Mesih"den ümidi kestiler ve "kılıç" ve
"ateş"e karşı "Materyalist" bir savaş aracı bulmak istediler. Bu arada; Katolik
Kilisesi’nden ve devletten zulüm gören Hıristiyan grupları da önce deniz aşırı
İngiltere’ye, Amerika’nın keşfinden sonra da yeni keşfedilen kıtanın Katolik
Güney’ine değil Katolik Kilisesi’nin baskın olamadığı Kuzey’ine göçüyorlardı.
Amerika’nın bu yöresi de İngiltere’ye bağlı idi. Şu halde Yahudi Savaş
hareketinin başlatılması için en uygun merkez Londra idi. Londra’da da,
yuvalanmak için en elverişli ortam; esasen daha önce de Papalığa karşı diş
bileyen Templier Şövalyeleri’nin de yuvalandığı Mason (duvarcı) esnaf örgütü
idi. Düşmanlık gösterilecek iki yakın hedef vardı: Papalık ve Yahudiler’ i
Batı’da olduğu kadar ezmese dahi Kudüs yöresini elinde tutma "cürm"ünü işlemekte
olan Osmanlı Hilâfeti! Bu sebeple; Batı’nın Yahudiler’e karşı çıkardığı "ateş"
ve "kılıç" Osmanlı’ya ve genellikle İslâm’a isnad edilerek İslâm’ın "barbarlık"
demek olduğu; 1725 Anderson Nizamatı ile ilan edildi. O sırada Osmanlı halifesi
lâleler ve helva sohbetleri ile meşgul idi ve bir "tarikat" gibi üstelik bir
kısmını da Doğu’dan aldığı simge ve mistik deyimlerle kendisini "kamufle" eden
bu örgüt tarafından kısa sürede abluka altına alınacak, tam iki yüz yıl sonra da
tamamen yıkılacaktı. Papalık ise aynı gaflet içinde değildi. On üç yıl sonra,
1738’de Mason örgütünü aforoz etti. Bu da, Katolik ülkelerdeki Masonların din
ile bağının şeklen de kopmasına ve savaşın keskinleşmesine yol açtı. Bu savaş;
Papalığa karşı değilse bile, onun müttefiki olan Fransız Hanedanı’nın ağır
yenilgisi ve Hükümdar’ın da, yine Katolik ve Kutsal Roma-Cermen Hanedanı’nın
kızı olan eşinin de başlarının giyotin sepetine düşmesi ile sonuçlandı.
Protestan ve Osmanlı Ülkeleri’nde ise, hükümdar ve din adamları dahî Mason
olabildikleri için, bu kadar zecrî tedbirlere gerek yoktu. Bu arada; İngiliz
Anglikan Kilisesine de fazla güvenmemek gerekiyordu.
Hükümdarın bir gönül macerası Papalık tarafından hoşgörü ile
karşılansa idi, Anglikan Kilisesi doğmayacaktı. Şeklî farklılığa rağmen,
Anglikan Kilisesi de fazla Hıristiyan ve fazla merkezi, dolayısı ile de fazla
güçlü idi. Bu sebeple; Fransız İhtilâli hazırlanırken, bu arada Amerikan
İhtilali’nin de hazırlanması ve İngiltere’nin de güçsüzleştirilmesi gerekiyordu.
İki yüz yıl kadar bir süre geçtikten sonra, siyasi Siyonizm de örgütlenmiş,
Sultan Hamid "cezalandırılmış", Arap ülkeleri Osmanlı’dan koparılmış ve araya
düşmanlık sokulmuş, Arap ülkelerinin dizgini İngiltere’ye de emanet edilmeyerek
güvenilir müttefik Amerika’ya verilmiş idi. Fransız Devrimi başarısından sonra
nasıl Fransa’da maddî anlamda Laiklik seddi inşa edilerek din toplumdan
yalıtılmış ise, Osmanlı Hilafeti merkezinde daha tedbirli olmak ve bu seddi
Fransa’dan da daha güçlü bir şekilde tahkim etmek, bazı kimselere: "Laiklik,
işlevsel olarak Kur’ân-ı Kerim’den de üstündür" dedirtmek gerekiyordu. Böyle de
yapıldı.
II. Laiklik İlkesinin Maddî Anlamının Amacı Ne Olabilir?
Bu ilkeyi haklı göstermek için tarihten, din adına vicdan
özgürlüğü tanımama örnekleri ve zulümleri gösterilir. Oysa zulüm mutlaka dini
kisveye bürünmek zorunda değildir. Stalin din adına mı zulmetmiştir? Şu halde
İslâm’a karşı savaş ilan edenlere sorulmalıdır: Hangi mantık ile, din kisvesine
bürünen zulüm örneklerini, İslâm ile savaş gerekçesi yapabiliyorsun? Aynı
gerekçe ile ben de "Sosyalizm ve Komünizm’in ne sininden ne kafından söz
edilebilmeli, Stalin örneği unutulmamalıdır" dersem, "yakışır haspaya!" mı
diyeceksin?
Şu halde Laiklik ilkesinin insanlık düşmanları tarafından da
-Fransız Devrimi’nde kesilen kafaları da unutmayalım- kullanılmasına engel
olabilmek için, Laiklik ilkesi yerine, "Öz"e ilişkin bir koruyucu ilke
getirmekten başka çare yoktur: Bu da ancak Alman Anayasası’nda olduğu gibi;
"İnsanlık değeri", "insanlık onuru", "insan hakları" ilkesidir. Esasen bugün
hücum hedefi kılınan gerçek Şeriat’ın anlamı da budur. İnsan hakları havarisi
kesilenler ise insan hakları kuramının kaynağının İslâm (İlâhi Vahiy) olduğunu
unutturmak, insan hakları ve adalet düzeninin kurulmasını önlemek için, zorunlu
olarak hiçbir "hayır" getirmeyip sadece İlahî vahy ile toplumu birbirinden
yalıtlamak (tecrit etmek) amacı ile kurulan lâiklik çıplak duvarını
savunmaktadırlar.
Amacınız "vicdan özgürlüğü" ve "insan hakları" ise, gelin bu
ilkenin adını "insanlık değeri ilkesi" koyalım ve dini yanlış yorumlayanlara da
hep birlikte karşı çıkalım.
Yok eğer amacınız "fesad, fısk, fücur, zulüm, güçlünün zayıfı
ezmesi serbestisi" ise, bu Orman Kanunu’nu; Tabii (fıtrî) İlâhî Hukuk’u
yasaklayarak savunmak istiyorsanız, bu mum ancak yatsıya kadar yanacaktır.
Yoksa "laiklik ilkesi; işlevsel olarak insan hakları ve vicdan
özgürlüğü"nden üstün" de biz mi farkında değiliz.
Öz
Bu yazıda Laiklik ilkesinin amacı, maddi ve şekli anlamları ile
doğuş sebepleri üzerinde durulmakta, bu ilkenin İlahi Hukuk’un yasaklanması
adına bir set olarak kullanılmasının yanlışlığına dikkat çekilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Laiklik, İlahi Hukuk, Pozitif Hukuk,
vicdan hürriyeti, insan hakları.
Abstract
In this article, the author points out the aim of secularism
principle, its material and formal meanings and the causes on its appearance;
while drawing attention to the failure of its usage as an impediment on the
prohibition of Divine Law.
Keywords: Secularism, Divine Law, Positive Law, freedom of
conscience, human rights