The Role of Judgement in Democracy Process
Türkiye’de demokratik süreç içerisinde yargımızın rolünü
anlatmadan önce, demokratikleşme çabaları içerisinde yargının rolünün ne olması
gerektiğini anlamak gerekir. Ancak bu şekilde sağlıklı bir kıyaslama imkanı
bulmak mümkündür.
Yargının Rolü Ne Olmalıdır?
Yargılama faaliyeti tez, antitez ve sentezden oluşan kolektif
bir süreçtir. Tüm bu süreci ‘hukukçu’ diye nitelendirdiğimiz uzmanlar
yürütmektedir. Mecelle’de yargıcın nitelikleri akıllı, bilgili, anlayışlı,
kavrayışlı, doğrudan ayrılmaz, güvenilir, sağlam, ağırbaşlı şeklinde
vurgulanmaktadır. Bu niteliklerin tamamının yargılama faaliyetine katılan, iddia
ve savunma makamını işgal eden hukukçularda dahi bulunması gerekmektedir.
Hukukçuda sayılan bu özellikler ona; içinde yaşadığı çağı, dünyayı ve toplumu
doğru okuma, geleceği görme ve kararlarıyla içinde yaşadığı toplumu geleceğe
hazırlama becerisi kazandırmaktadır. Nitekim yargının bu öncü rolünü gelişmiş
demokrasilerde çok bariz bir şekilde görmekteyiz. Mesela, İngiltere’de
demokrasinin yerleşmesinde yargının rolüne işaret eden Prof İlhan Akın, Kamu
Hukuku isimli kitabında bu rolü şöyle özetler: “İngiliz Özgürlük Anlayışı’nın
doğup gelişmesinde ve özellikle korunmasında, İngiliz yargı organlarının rolü
büyüktür. Yüzyıllardır başı dara düşen her İngiliz in ilk işi yargıca başvurmak
olmuştur. İngiliz, siyaset ve idare organlarından çok yargıcına güvenir. Fransa
ve diğer Avrupa ülkelerinde yargıçlar yarı memur durumundayken, İngiltere’de
yargıçlık egemen bir kurum olarak kendisini kabul ettiriyordu. Üstelik İngiliz
yargıçları belirli zengin bir sınıftan devşirildikleri halde, kendi sınıflarına
bağlı kalmamışlar, geniş halk kitlelerinin yararına çalışmışlardır. Yargı
organlarının bir diğer kolu olan avukatlar da kendi sınıflarına bağlı olmaksızın
diğer sınıfların haklarını korumayı bilmişlerdir. Bu bakımdan İngiliz özgürlüğü
bir siyasi ülkü olarak ortaya atılmamış gerçekten yaşanmış, kullanılmış,
yararlanılmış haklar olarak toplumca benimsenmiştir.” İngiliz yargıçlarının
rolünü çok daha çarpıcı cümlelerle Prof. Münci Kapani, “İngiliz Demokrasisine
Bakışlar” isimli yazısında şöyle anlatmaktadır: “İngiltere’de parlamento ile
baskıcı hükümdarlar arasında kendini gösteren özgürlük savaşında, o dönemde hiç
teminatları olmadığı halde yargıçlar hükümdara karşı cephe almışlar, hukukun
yorumu ve hukuk yaratma yetkileri sayesinde, kralın ayrıcalıklarının yavaş yavaş
kısılması ve kişi özgürlüklerinin tanınması konusunda çok etkili olmuşlardır.”
Yine Alman Demokrasisinin gelişip yerleşmesinde, gücünü ve
konumunu nazara vererek sarayın bahçesine katmak için değirmenine el koymaya
kalkan Büyük Frederik’e karşı, değirmenciye; “Berlin’de yargıçlar var” dedirten,
Berlin Yargıçları’nın rolü inkar edilemez.
Bizde Yargının Rolü
Demokrasinin gelişmesi noktasında yargının rolünün ne olması
gerektiğine işaret ettikten sonra, bizim demokrasimizin gelişmesinde yargının
rolünü şöyle özetleyebiliriz.
Bizde yargı, Batılı demokrasilerde olduğu gibi, demokrasinin
gelişmesi açısından kendinden beklenen öncü rolü gösterememiştir. Aksine yargı;
hak ve özgürlüklerin tanınması, demokratik açılımın gerçekleşmesi noktasında,
yaptıkları yorumlar ve verdikleri kararlar ile çoğunlukla demokrasinin gelişmesi
açısından engelleyici rol üstlenmiştir. Yaklaşık yüz elli yıllık demokratikleşme
serüvenimizde yargımız çoğunlukla statükonun devamı yönünde tavır almıştır.
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Meclis’te egemenliğin kayıtsız
şartsız millete ait olacağına ilişkin düzenleme yapıldığı sırada, bu ilkenin
kanunlaşmasına ilk karşı çıkanlar Meclis’teki hukukçular olmuştur. İlk meclis
tutanakları bunu açıkça gözler önüne sermektedir.
Hukukçularımız ve yargı bu olumsuz yaklaşımlarını Cumhuriyet
sonrasında da sürdürmüşler ve halen sürdürmektedirler. Cumhuriyet sonrası
İstiklal Mahkemeleri ile, haksızlığa karşı durmaya çalışan ve ihlal edilen
değerlerine sahip çıkmaya kalkışan halk, susturulmaya çalışıldı. Yassıada
Mahkemesi ile halkın değerlerine saygı duyan, halkın isteklerini iktidara
taşıyan siyasetçiler cezalandırıldı. Hatta bu dönemde önemli hukuk profesörleri;
aleyhe yasanın, sanık aleyhine geriye yürütülebileceğine ilişkin evrensel hukuk
ilkelerine aykırı fetva vermekten bile çekinmediler. Yine Sıkıyönetim
Mahkemeleri ile kurulu düzene itiraz eden gençlik etkisizleştirildi. Anayasa
Mahkemesi ile egemenliğin, oligarşik azınlığın elinden alınarak halka
devredilmesi engellenmeye çalışıldı. Bu süreç içersinde elbette zaman zaman
özgürlükçü kararlara rastlanıldı, ancak bu tarz kararlar münferid nitelikte
olup, kurumsal olarak yargı, hep statükonun devamı yönünde tavır belirlemiştir.
Son olarak, ülkemizin Avrupa Birliği’ne katılım sürecinde,
kanunlarımızda hak ve özgürlüklerin genişletilmesi yönünde yapılan
değişikliklerin yargı kararlarında makes bulmaması üzerine, mer’i kanunların
özgür bir anlayışa göre düzenlenmesinin toplumu özgürleştirmediği, bunun için
yargı yetkisini kullanan hukukçuların zihniyetinde özgür düşünce lehinde değişim
gerektiği dillendirilmektedir.
Olumsuz Yaklaşımın Sebepleri
Bizde yargının özgürlüklerin yanında değil de kurulu düzenin
yanında yer almasının nedenleri üzerinde şunları söylemek mümkündür:
Bilindiği gibi yargı üç kuvvetten biridir. Kendisinden beklenen
fonksiyonu tam yerine getirebilmesi için bağımsız olması gerekmektedir. Tam
bağımsızlık için ise hem idari, hem mali, hem de akademik yönden bağımlılığının
olmaması gerekmektedir. Bu tarz tam bir bağımsızlık ancak demokratik bir
toplumda söz konusu olabilir. Bizde ise yargı her üç noktada hiçbir zaman tam
manasıyla bağımsız olmamıştır. Monarşik bir devlet olan Osmanlı döneminde
kadılar ulema içerisinden atanmaktaydı. Ulema ise seyfiye ve kalemiye yanında
devletin üç sacayağından biri idi. Osmanlı’da yargı yetkisini kullanan kadıların
içinden çıktığı kuruma ve Padişaha karşı bağımsızlığından söz etmek zordur.
Cumhuriyet döneminde ise devlet kendini ideolojik olarak konumlandırdığı için
devleti oluşturan kuvvetlerden biri olarak yargı, devletin ideolojisinin hamisi
olarak kendini görmüş ve kararlarında da bunu hep gözetmiştir. Nitekim son
birkaç ay önce hakim ve savcılar arasında yapılan bir ankette hakim ve savcılar;
adalet ilkesi ile devlet çıkarları arasında tercih söz konusu olduğunda devlet
çıkarı yanında yer alacaklarını belirtmişlerdir. Demek ki yargının olumsuz
rolünün nedenlerinden biri devletin demokratik olamaması, bu yapılanma içersinde
idari ve mali açıdan bağımsızlığını sağlayamamasıdır.
Yargının olumsuz tavrının nedenlerinden bir diğeri, ilgili
kişilerin atamayla iş başına gelmeleridir. Yasama ve yürütme kuvvetleri halkın
oyuyla belirlendiğinden, bu kuvvetler faaliyetlerinde ve kararlarında halka
hesap verme durumundadırlar. Dolayısı ile halkın içindeki değişim ve dönüşüm bu
kuvvetlerde hemen yankı bulmaktadır. Yargının halk ile olan irtibatı kesik
bulunduğundan, halkın içindeki bu değişim ve dönüşüm yargıda makes
bulmamaktadır. Bu kopukluk sebebiyle halkın değerlerine yabancı, halkın nabzını
hesaba katmayan kararlar yargıdan sudur etmektedir. Nitekim bugün toplumun
radikal bir azınlığı hariç, hemen hemen tümü tarafından büyük bir hata olarak
kabul edilen Adnan Menderes ve arkadaşlarının idamı, bir yargı organı mensubu
tarafından savunulabilmektedir.
Yargının olumsuz yaklaşımının bir başka sebebi akademik yönden
yetersizliktir. Akademik yeterlilik yargıca bağımsızlık yanında tarafsızlığını
kazandıran özelliktir. Yargıç akademik özerklik sayesinde önüne gelen davalarda
adaletin tahakkukuna çalışır, kendi düşünce ve inançlarını kararın oluşmasında
dayanak yapmadığı gibi hakim olan ideoloji ve inançları da dayanak yapmaz.
Dolayısı ile salt adaleti gözetir. Bizim yargı kararlarında hakimin ideolojik
tercihleri başat rol oynamaktadır. Yargıçlar kararlarını meri kanunlara göre
değil ideolojik tercihlerine, evhamlarına göre oluşturmaktadırlar. Son yıllarda
bir yargıç olan Yüksek Seçim Kurulu Başkanı, seçimlerde bir siyasinin seçilme
yeterliliği ile ilgili kararlarını, Sakarya Savaşını ve vatanı düşünerek
vereceklerini bir gazeteciye açıklamıştı.
Sonuç
Yaklaşık yüz elli yıllık demokratikleşme sürecinde yargı zaman
zaman özgürlükçü kararlar tesis etmiş ise de bu kararlar bireysel nitelikte olup
hiçbir zaman kurumsal seviyede kendini gösterememiştir. Yargının kurumsal
seviyede tavrı maalesef hak ve özgürlüklerin aleyhinde olmuştur. Oysa yargının
olması gereken tavrı ve rolü bu şekilde olmamalıydı. Yargı, tıpkı İngiliz ve
Alman demokrasisinde olduğu gibi bizde de öncü rol üstlenseydi, özlenen ve
beklenen özgürlükçü, katılımcı ve çoğulcu demokrasiye bugün varmakta hayli yol
almış olacaktık. Kaybedilmiş zamanı telafi etmek mümkün değildir. Ancak bundan
sonra toplum tarafından özlenen ve beklenen demokratik gelişime karşı yargı,
ayak diremeyi bırakmalı ve kendinden beklenen öncü rolü üstlenmelidir.
Öz
Yargılama faaliyeti tez, antitez ve sentezden oluşan kolektif
bir süreçtir. Tüm bu süreci ‘hukukçu’ diye nitelendirdiğimiz uzmanlar
yürütmektedir. Bu yazıda Türkiye’de demokratik süreç içerisinde yargının rolünü
anlatılmaktadır. Bunu için öncelikle demokratikleşme çabaları içerisinde
yargının rolünün ne olması gerektiğine değinilmekte, gelişmiş demokrasilerden
konu ile ilgili örnekler sunulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Yargı, yargıç, demokratikleşme, statüko
Abstract
The judgement is a collective process which is consisting of
thesis, antithesis and synthesis. The experts called jurists operate all of the
process. In this article, we will analyze the role of judgement in the democracy
process of Turkey. For that reason, first, we will mention about what the role
of judgement must be in the democracy process and we will give some examples
from developed democracies.
Keywords: Judgement, judge, democracy, status quo