1876’daki Kanun-i Esasi Osmanlılar açısından olduğu kadar genel
tarihimiz açısından da dönüm noktası teşkil etmektedir. İlk defa yazılı Anayasa
siste-mine girilmiş ve ilk defa meclis açılarak meşruti bir idareyle
tanışılmıştır. Bu gelişme halkın temsilcileri vasıtasıyla yönetime katılmasına
imkan sağlamıştır.

Gerek Kanun-i Esasi gerekse Meclis olayı karşıtları ve
taraftarlarıyla vatandaşa mal edilememiş, vatandaşın bunlarla ilgili düşünceleri
gelişen olayların sonuçlarına göre olmuştur. Söz konusu sistemin güzellikleri,
nimetleri uygulayıcılarına puan kazandırırken, gelişen olayların zararları ise
ne yazık ki Kanun-i Esasi ve Meclise mal edilecektir.

Birinci Meşrutiyetin ilanından sonra olduğu gibi ikinci defa
meclisin açılmasına karar verildikten sonra gelişen iç ve dış olaylar
neticesinde; meclis, siyasi partiler ve iktidar hiçbir zaman normal şartlarda
çalışma imkanını bulamamışlardır.

Vatanperverliklerinden şüphe duyulmayan birçok bürokrat aydın,
subay v.b. şahıslar ayrı siyasi oluşumlar içinde (şartların da etkisiyle)
birbirlerine karşı çok acımasız davranarak çoğu zaman kanundışı yollara
sapmışlar ve ister istemez demokratik sistemin gittikçe işlemez hale gelmesine
sebep olmuşlardır.

Siyasi partilerin teşekkülü parlamenter sistem, çok partili
siyasal yaşam Osmanlıdan miras olarak geçmiş olup Cumhuriyetle birlikte ortaya
çıkmış olan bir gelişme değildir. Parlamenter sistem kesintiye uğratılırken
tarihimiz boyunca ileri sürülen bahaneler (zihniyet itibariyle) birbirinden çok
farklı değildir. Kesintiyi gerçekleştirenlere göre henüz şartlar müsait
değildir.

Osmanlı aydını, çökmeye doğru gittiğini gördükleri devletlerini
ayakta tutabilmek, çöküşünü önlemek için samimiyetle çaba sarf etmişlerdir. Bu
uğurda ömür tükettikleri ve genç sayılacak yaşta ölmeleri bilinen bir gerçektir.
Hürriyeti, adaleti ve eşitliği savunan aydınların taleplerini karşılayabilecek
kurumların başında parlamenter sistemi görmeye başlamışlardır. Onlara göre
meşrutiyet, aydın kesimin yönetime katılmasına imkan sağlayarak yaşanan
bunalımın aşılmasını ve devletin çöküşünü önleyecekti.

Halkın temsilcilerinin idareye katılımını sağlamayı gaye edinen
parlamenter sisteme geçmeden önce bu yolda Türk Müslüman unsurun önü kapanmış
değildi. Süregelen yönetim biçiminde halkın arasından çıkıp sadrazamlığa kadar
yükselenlerin örnekleri çoktur. Ancak, zamanla batılı anlamda Osmanlı
kurumlarının çoğalması ve yurt dışında eğitim gören bir aydın ke-simin
oluşmasıyla birlikte yönetime katılım daha çok bürokratik yollardan
gerçekleşmekteydi. Dolayısıyla bu yol idarede söz sahibi olma arzularını
karşılamaktan uzaktı. Meşrutiyet yönetimi hem bu arzuları karşılayacak hem de
ayrılma emelini güden azınlıkların devletle olan bağları güçlendirilecekti.

Kanun-u Esasi

Sultan Abdülhamid’in Kanun-i Esasiye taraftar olmadığı,
istemeden kabul ettiği iddiası doğru bir tesbit olmaktan uzaktır. Padişah K.
Esasi’nin hazırlanmasını isterken yalan söylememiştir.1 Hele hele
istibdat yönetimini kurup parlamentoyu başından itibaren ortadan kaldırma
amacında olduğunu düşünmek doğru değildir.2 Bu konuda fikir
yürütebilmek için dönemin şartlarını da göz önünde tutarak yapılan çalışmaları
incelemek gerekir.

Padişah, hükümdarlığının ilk günlerinden itibaren farklı
kesimden insanlarla bir araya gelerek görüşlerini aldığı gibi Mithat Paşa’nın
fikirlerini denemeye değer gördüğü anlaşılmaktadır. Padişah, halkla birlikte
Cuma namazlarını kılar, yerli ve yabancı devlet adamlarıyla görüşür,
bürokratları, aydınları kabul ederek fikirle-rine müracaat ederdi. Daha önceki
padişahlara göre yeni fikirlere çok daha açık olup; Namık Kemal’e devleti
eskisinden daha iyi duruma getirmek için birlikte çalışmayı teklif etmiştir.3

Sultan Abdülhamid’in Anayasayı hazırlamak üzere bir anayasa
komisyonunun hazırlanmasına izin vermesiyle, önce 24 daha sonra 4 kişi daha
seçilerek 28 kişiden oluşan bir komisyon teşekkül etmiştir. Mithat Paşa’nın
başkanlığında toplanan komisyon üyelerinin 16’sı bürokrat 10’u ulema ve diğer
ikisi ise askeri sınıfındandı. Bunların 12’si gayrı Müslim olup altısı
Hıristiyan, üçü Ermeni ve diğer üçü de Rum’du. Namık Kemal ve Ziya Paşa da
komisyonun üyelerindendi. Komisyonun aldığı önemli karar Meclis-i Mebusan’ın
kurulmasına dair karardır.

Gerek Anayasanın hazırlanmasından önce gerekse hazırlandığı
sırada ulema arasında mutlakiyeti savunan çıkmazken, meşruti bir yönetimin
İslam’a uygunluğunu Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerden kaynak göstererek
savunmaya çalışmışlardır.4 Meşrutiyet fikri zamanla vatandaşların
zihninde; hürriyet adalet, müsavat gibi kavramlarla sonraki demokratik bir
hayata zemin hazırlamış ve genel bir şuur oluşmaya başlamıştır.

Osmanlı da anayasa çalışmalarının olduğu sıralarda batı
dünyasının ancak bir iki yerinde gerçek özgürlükleri ve demokratik hakları
sağlayan anayasa vardı. Ancak, hak ve özgürlükleri sağlayan şeyin sadece
anayasadan ibaret olmadığı ve kökleşmiş kurumların da gerekli olduğunu, sonraki
dönemlerde gelişen olaylar göz önüne sermiştir.5 Batıya yönelmiş
bulunan Osmanlının hazırlanacak anayasa ile tüm problemlerini halletmesi
beklenemezdi.

Komisyonun çalışmalarını tamamlaması ve Padişah tarafından
onaylanmasıyla Ka-nun-i Esasi 23 Aralık 1876’da ilan edildi.

Kanun-i Esasi 12 bölüm ve 119 maddeden oluşmaktaydı. Bazı
maddeleri*:

Osmanlı devleti bir bütün olup hiçbir şekilde ayrılık kabul
etmez (Md. 1). İstanbul başkent olmakla beraber diğer şehirlerden bir ayrıcalığı
ve muafiyeti yoktur (Md. 2). Osmanlı saltanatı halifeliğe haiz olup eskiden
olduğu gibi sultanlık hakkı büyük evlada aittir (Md. 3). Padişah halifeliği
itibariyle İslam dininin koruyucusu ve tüm Osmanlıların hükümdar ve padişahıdır
(Md. 5). Bakanların atanması; azil, rütbe ve nişan verilmesi, antlaşmaların
akdi, savaş ve barış ilanı, ordunun kumandası, yönetmeliklerin düzenlenmesi,
kanunlar gereğince verilmiş bulunan cezaların hafifletilmesi veya affedilmesi,
meclisin toplantıya çağrılması veya dağıtılması Padişahın kutsal haklarındandır
(Md. 7).

Osmanlı tabiiyetinde bulunan herkese “Osmanlı”denir (Md. 8).

Osmanlıların tümü şahsi hürriyetlere sahip ve başkalarının
hürriyetlerine tecavüz etmemekle mükelleftirler (Md. 9). Şahsi hürriyet her
türlü taarruzdan korunmuştur. Kanunların belirttiği sebepler dışında hiç kimse
hiçbir bahane ile cezalandırılamaz (Md. 10). Devletin dini İslam’dır. Osmanlı
memleketinde tanınan tüm dinlerin icrası serbest olup mezheplerin imtiyazları
devletin himayesindedir (Md. 11). Osmanlıların tümü din ve mezhep halleri
dışında hak ve vazife yönünden eşittir (Md. 17). Memuriyetlerinin haricinde her
türlü davada bakanların (nazırların) diğer vatandaşlardan asla farkı yoktur (Md.
33). Mebuslar oy ve mütalaalarında hür olup asla kayıt altında bulunamazlar,
verdikleri oylardan ve müzakereler sırasındaki beyanlarından dolayı itham
edilemezler (Md. 47). Üyelerden her biri oyunu bizzat kullanır ve müzakere
edilen maddelerin kabul veya reddedilmesine dair oylamalarda serbesttirler.
Çekimser oy kullanma yoktur (Md. 49).

Ayanın başkan ve üyeleri, Meclis-i Mebusan’ın 1/3’ünü geçmemek
kaydıyla doğrudan Padişah tarafından seçilir (Md. 60). Ayana seçilebilmenin
şartları; herkesin itimadını kazanmış, devlet hizmetinde başarıya ulaşmış,
tanınmış ve 40 yaşından aşağı olmamaktır (Md. 61). Ayan üyeliğine; kazaskerlik,
elçilik, patriklik, hahambaşılık, görevlerinde bulunmuş olanlar, kara ve deniz
feriklerinden gerekli şartları taşıyanlar seçilir (Md. 62). Ayan, Mebuslar
Meclisi’nce gönderilen kanun tasarılarını inceleyip müzakere ederek; dinin
esaslarına, padişahın hukukuna, hürriyete, vatanını müdafaa ve muhafazasına,
genel ahlaka zarar verir bir şey görürse mütalaasını da ilave ederek kesin red
veya değişiklik ve düzeltmeler yapılmak üzere Meclis-i Mebusan’a iade eder.
Kabul edilenleri ise tasdik ettikten sonra Başbakana sunar (Md. 64).

Mebuslar Meclisi’nin miktarı her 50.000 Osmanlı vatandaşı için
bir vekil seçilerek tertip edilir (Md. 65). Seçim gizli yapılır (Md. 66). Bir
kimsede mebuslukla memuriyet bir arada bulunamaz. Ancak, vekil birinin tekrar
seçimi geçerlidir. Mebus olan birisi seçilir ise kabul edip etmemekte
serbesttir. Kabul ederse memuriyeti düşer (Md. 67).

Mebusluğa engel olan şartlar:

Osmanlı uyruğu olmayan geçici olarak yabancıların imtiyazını
alan, Türkçe bilmeyen, 30 yaşını tamamlamayan, seçim sırasında bir kimsenin
hizmetkarlığında bulunan, iflasla mahkum olduğu halde henüz itibarı iade
edilmemiş bulunan, medeni hukuktan istifade edemeyen, yabancı uyruğu iddiasında
bulunan kimseler mebus olamazlar. Dört yıl sonraki seçimde Türkçe okumak ve
mümkün mertebe yazmak da şart olacaktır (Md. 68).

Seçim dört yılda bir yapılır ve bir kerede uygulanır. Mebusluk
süresi 4 yıldır. Ancak, tekrar seçilebilirler (Md. 69).

Her mebus sadece seçildiği bölgenin, dairenin değil, tüm
Osmanlıların vekili hükmündedir (Md. 71).

Seçmenler seçecekleri mebusları mensup oldukları vilayetin
ahalisinden seçmek zorundadırlar (Md. 72).

Padişah tarafından feshedilen meclisin en geç altı ayda
toplanması için seçime başlanır (Md. 73).

Çeşitli sebeplerden dolayı boşalan ve-kilin yerine yenisi
seçilir (Md. 74). Meclis başkanlığı ve 1. 2. başkanlıklara üçer aday olmak üzere
Meclis tarafından 9 aday tesbit edilerek padişaha sunulur. Padişah bunların
arasından başkan, 1. ve 2. başkanları tayin eder (Md. 77).

Geri kalan maddelerden üçü Meclisi Mebusan, 11’i mahkemeler,
16’sı Divan Ali, 5’i vilayetler, 7’si de muhtelif konulara dairdir.

İlk Osmanlı Meclisi

Kanun-i Esasi’nin hazırlanışında, seçim kanunu hazırlanmayıp
mebuslar meclisine bırakılmıştı. Hükümet her vilayetin göndereceği temsilci
sayısını nüfusuna göre tespit edecekti. Seçim için ülkedeki sancak sistemi esas
alınarak 29 büyük bölgeye ayrıldı. Bunlar; İstanbul, Ankara, Aydın, Adana,
Bağdat, Basra, Bosna-Hersek Cezayir, Diyarbakır, Erzurum, Edirne, Girit, Halep,
Hicaz, Hüdavendigar, İşkodra, Konya, Kosova, Elazığ, Selanik, Manastır, Sivas,
Suriye, Trablusgarb, Trabzon, Tuna, Van, Yanya, Yemen’dir.6

Kanunda belirtildiği üzere her 50.000 nüfusa bir vekil
seçilecekti. Seçim işleminde de geçici olarak bu seçimde mebusları vilayet
meclisleri seçtiler. Her vilayet gösterilen sayıda mebusu seçerek İstanbul’a
yolladı. Seçimlerin sonucunda teşekkül eden mecliste, vekillerinin Osmanlı
vatandaşlarına oranına bakıldığında, gayrı Müslimlerin sayı itibariyle daha
avantajlı durumda olduğu görülür. 50 bin’e bir vekil sistemi şu şekilde
gerçekleşmiştir : 133.367 Müslüman erkeğine 1 vekil düşerken, 107.557 Hıristiyan
erkeğe 1ve 18.750 Yahudi erkeğe 1 vekil olarak neticelenmiştir. Böylece mecliste
71 Müslüman, 44 Hıristiyan ve 4 Yahudi vekil yer almıştır.7

Padişah da 21’i Müslüman olan 26 kişiden oluşan Ayan Meclisini
seçmiştir.

Ayan ve Mebusan Meclislerinin seçimlerinin tamamlanmasından
sonra Umumi Meclis 19 Mart 1877 tarihinde Dolmabahçe Sarayı’nın kabul salonunda
açıldı. Said Paşa tarafından okunan Padişahın nutku ile Meclis resmen görevine
başlamış oldu.

Meşruti yönetime geçişte gerek Kanuni Esasi gerekse seçim
sisteminin eleştirilen yönleri olmuştur. Ancak, o günün dünya şartları göz önüne
alındığında çok önemli bir gelişme olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü, parlamenter
sisteme belki dünyada ilk defa geçilmiyordu. Ancak, Osmanlı Devleti gibi dini,
kültürel, ırki v.s. farklı olan unsurların temsilcilerinden teşekkül etmiş
bulunan bir meclisin de dünya da örneği yoktu. Bu açıdan bakıldığında ilk
Osmanlı meclisinin günümüzdeki birçok parlamentodan geri olmadığı açıktır.

Genel olarak mebuslar, vilayetlerin meclis üyeleri arasından
seçilmiş olduklarından memleketin eşrafını temsil, varlıklı ve kültürlü idiler.
Meydana getirdikleri meclis “tarihin en büyük demokratik tecrübesini teşkil
etmekte”8 olan meclisti. Üç kıta üzerinde uzanan topraklarda yaşayan;
muhtelif din, mezhep, ırk ve toplulukların temsilcileri ilk defa bir mecliste
bir araya geliyorlardı.

Osmanlının bu ilk ve renkli meclisi normal süresinde
çalışmalarını tamamlayarak 28 Haziran 1877’de dağıldı. Bu meclisin yapacağı
işlerin birisi de seçim kanununu hazırlamaktı. Ancak 93 Harbi meclisin
çalışmalarını olumsuz yönde etkilemiş, buna rağmen savaşın baskısı altında 56
defa toplanarak çalışmalarını tamamlamıştır.9

II. Meclis

Birinci meclisin dağılmasından sonra aynı usullerle yeniden
seçim yapıldı. Birinci meclis’in 2. devresi de denilen bu Mecliste Ayan 38
üyeden, Mebusan da 96 üye (56’sı Müslüman)’den oluşan Umumi Meclis 13 Aralık
1877 tarihinde açıldı.

Açış nutkunda padişah: “Kanun-u Esasi’nin çok mükemmel surette
işlemesi ve tesir yapması devletimizin selameti için tek çaredir. Kanun ve
siyaset meselelerinde gerçeği bulmak ve memleketin çıkarını sağlamak mebusların
hürriyet ile fikirlerini bildirmelerine bağlıdır.”10 diyerek
mebusların hür iradelerinin önemine dikkat çekmiştir.

93 Harbinin cereyan ettiği bir ortamda çalışmalarına başlayan
meclisin yaptığı önemli işlerden birisi seçim kanunuydu. Çünkü, (31 yıl sonra)
seçilecek olan vekiller bu seçim kanununa göre seçileceklerdi. Birincisine
oranla bu ikinci meclis çok daha gürültülü ve sert tartışmaların sergilendiği
bir meclis olmuştur.

Meclis, kanun tasarılarını inceleme işini bırakmış hükümetin
icraatı, savaşın sevk ve idaresini görüşmeye başlamıştı.11 Meclis,
esas mecrasından kaymaya başladı. Yaşama görevi aksamaya başladı. Padişah da
politikacıların entrikalarını izliyordu. Mecliste oluşan gurupların
menfaatleriyle imparatorluğun menfaatleri uyuşmadığından buları bir araya
getirmek gittikçe güçleşiyordu. Savaş felaketini, mecliste kendi görüşlerini
destekleme aracı gören grupların davranış-ları Padişah’ın gözünden kaçmıyordu.
Bu durum Padişah’ın kafasında; imparatorluğun henüz demokrasi için hazır
olmadığı, böyle sıkıntılı günlerin bu şekilde aşılmayacağı, bu meclisle yola
devam edilemeyeceği fikrini uyandırdı.12

Astarcılar Kethüdası Ahmed Efendi; harb felaketinden Padişah’ın
da sorumlu olduğuna dair fikir beyan ediyordu.13 Savaştaki
mağlubiyetin gittikçe şiddetlenmesi ve gelişen olaylardan sonra, padişah Kanun-i
Esasi’nin kendisine verdiği yetkiye dayanarak 14 Şubat 1878’de
meclisi dağıttı ve böylece Meclis (31 yıl boyunca kapalı kalacak şekilde) tatil
edildi.

Bu karar Kanun-i Esasi veya Meşrutiyet yönetiminin kıldırılması
değil, meclisin kapatılmasının kararıydı. Çünkü, diğer kanunlar yürürlükten
kaldırılmış değildi.

II. Meşrutiyet ve Siyasi Partiler

Siyasi hayatın temel taşlarını partiler teşkil eder. Partilerin
durumu siyasi hayatı önemli bir şekilde belirler. Güçlü bir yapı ve kadroya
sahip olan partilerin çıkarmış oldukları hükümetler de o ölçüde başarılı veya en
azından etkili olmuşlardır. İşte İttihat ve Terakki de II. Meşrutiyet dönemine
damgasını vurmuştur. Bu dönemdeki canlılık parti ve cemiyet hayatını da
canlandırarak çok kısa zamanda bir çok siyasi parti ve cemiyetin kurulmasını
netice vermiştir. Böylece Türk siyasal parti ve cemiyetlerinin temelleri önemli
ölçüde bu devirde atılmıştır. Çünkü günümüzde mevcut siyasi partilerin köklerini
o dönemin değişik parti ve cemiyetlerinde görmek mümkündür.

Siyasi Partiler

Siyasi partilerin hemen hemen tamamı II. Meşrutiyetten sonra
kurulmuştur. Önce İttihat ve Terakki fırtınası esmiş daha sonraki dönemde
beklentilerin boşa çıkması, patlak veren savaşlar, işgal ve ilhaklar, gittikçe
artan muhalefete paralel olarak siyasi partilerin sayısı da artmıştır.

İttihat ve Terakki: Temeli 3 Haziran 1889’da “İttihad-ı Osmani
olarak atılan cemiyet daha sonra “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti” olarak
düzenlenmiş ve ordunun içinde gittikçe nüfuz bulmuştur.

1908’den 1920’ye kadar geçen dönemde yapılan seçimlerin tümüne
dahil olan cemiyet, hepsini kazanmış ve dönemin belirleyici cemiyeti haline
gelmiştir. Ancak, bu seçimlerin en önemli özelliği muhalif partilere siyasal
alanın hemen hemen tamamen kapatılması ve iktidar partisinin kont-rolü altında
seçimlerin yapılmasıdır. Bir bakıma siyaset tek parti rejimi haline
dönüştürülmüştür.

Fedakaran-ı Millet Cemiyeti: 1908 Ağustosunda kurulan bu cemiyet
1908 seçimlerine katılmadığı gibi 31 Mart Olayı’ndan sonra da siyasal hayattan
çe-kilmiş ve kapanmıştır.

Osmanlı Ahrar Fırkası: 14 Eylül 1908’de kurulan Fırka kısa
zamanda gelişerek seçimler öncesinde parti hüviyetine kavuşmuştur. Ancak, ülke
genelinde seçime girmeyip sadece İstanbul’da girmiş ve İttihat Terakki
karşısında başarılı olamayarak seçimi kaybetmiştir. Daha sonraları yapılan ara
seçimi de kaybetmiştir.

Fırka-i İbad: 6 Şubat 1909’da kurulan bu parti 1908 seçimlerine
katılamamış, 1911 yılından itibaren de varlığı hissedil-meyerek sonraki ihya
teşebbüsleri de netice vermemiştir.

İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti: 5 Nisan 1909 yılında kurulmuştur.
1908 seçimlerinden sonra kurulmuş ve 31 Mart hadisesinden sonra da
kapatılmıştır.

Heyet-i Müttefika-i Osmaniye: 17 Nisan 1909’da kurulmuştur. Ölü
doğmuş bir siyasi parti olup kısa sürede kapanmıştır.

Mutedil Hürriyetperveran Fırkası: Kasım 1909’da kurulmuştur.
Fırkayı oluşturan mebuslar daha önce 1908 seçimlerinde seçilmiş insanlar olup
daha sonra da Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na katıldıklarından parti olarak hiçbir
seçime katılmamışlardır.

Islahat-ı Esasiye-i Osmaniye Fırkası: 1909 yılı sonlarında
kurulmuştur. Ülke dışında kurulmuş olduğundan hiçbir seçime katılamamıştır. 1913
yılından sonra Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na katılmıştır.

Ahali Fırkası: 21 Şubat 1910’da kurulmuştur. İttihatçılardan
kopanlar tarafından kurulmuştur. 1911 yılında Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na
katıldıklarından hiçbir seçime katılmamıştır.

Osmanlı Sosyalist Fırkası: 1910 yılının sonlarında kurulmuştur.
Hiçbir genel ve ara seçime katılmamıştır.

Hürriyet ve İtilaf Fırkası: 21 Kasım 1911 tarihinde kurulmuştur.
II. Meşrutiyet döneminin en büyük ve en güçlü muhalefet partisidir. Kuruluşundan
20 gün sonra yapılan İstanbul ara seçimini kazanmıştır. 1921 seçimlerine
katılmış ancak, İttihat ve Terakki’nin büyük baskısı altında yapılan seçimde,
muhalefet çok az sayıda mebus çıkarabilmiştir. Daha sonraki seçimlere ise
katılmamıştır.

Halaskar Zabitan Gurubu: 1912 yılı ortalarında kurulmuştur. 1913
yılından sonra kaybolmaya başlamıştır.

Milli Meşrutiyet Fırkası: 5 Temmuz 1912’de kurulmuştur. Ara
dönemde kurulmasından dolayı hiçbir seçime katılmamış, ilk milliyetçi parti olan
fırka kısa süre sonra kapanmıştır.14

Görüldüğü gibi büyük ekseriyeti 1908’den sonra kurulan bu parti
veya cemiyetler uzun ömürlü olamamışlar ve kısa sürede kaybolmaya başlamışlar,
seçimlere bile katılamamışlar. Ancak, bu kısa yaşam süreleri bile siyasal
hayatımız açısından büyük önem arz etmektedir.

1908 Seçimleri ve III. Meclis

19 Temmuz 1908’de yayınlanan Hattı Humayun’da Padişahın: “Umumi
işlerin meşrutiyet usulüyle yapılmasının kendi fikrimiz olarak kanuni Esasi ilan
olunmuş iken muhtelif felaketler umumun menfaatlerine galebe etmesinden söz
konusu kanunun katili hakkında ihtarlar artmış ve nihayet Saffet Paşa’nın
sadareti zamanında bu tatil devletçe kararlaştırılmıştır. O günden bu güne kadar
geçen zaman zarfında gelişen durum, fikir ve genel temayüller neticesinde
memleketin meşrutiyet idaresine kabiliyetinin görünmesi ile Kanun-ı Esasi’nin
tüm hükümlerinin yürürlüğe konması ve Meclis-i Mebusan’ın her sene toplanmasına
müsaade edilerek Bab-ı Alimizce her tarafa bildirildiği…”15
açıklamasıyla uzun tatil sona ermiştir.

31 yıl önce hazırlanan seçim kanununa göre seçim, sancak esasına
göre yapılacaktı. Her sancak kendi mebusunu seçecekti. Buna göre nüfusu 50.000-
25.000 arasında değişen yerleşim birimleri 50 bin kabul edilerek bir mebus
seçeceklerdi. 75.000 ve daha fazla nüfuslu sancak 2 mebus seçecekti. 18 yaşını
dolduran her Osmanlı vatandaşı seçime katılarak ikinci seçmenleri tespit
edecekler ve onlar da mebusları seçecekti. Böylece ilk dereceli bir seçim
yapılacaktı. Mebusluk için de 25 yaşını doldurmuş olmak gerekiyordu.16

Seçimler dört yılda bir yapılıp, bunun sonunda seçimler tekrar
yapılacaktı. Yasama dönemi Kasım başında başlayıp Mart başında sona erecekti.
Seçim için bütün yurtta aynı gün esas alınmadığından, Anadolu vilayetlerinden
İstanbul’a mebus geldiği halde, henüz İstanbul’da seçim yapılmamıştı. İstanbul’a
gelen mebuslar, başkentteki hemşehrileri tarafından bayraklar, davul ve zurnalar
eşliğinde büyük bir coşkuyla karşılanıyorlardı. Oteller meclisin açılışını
görmeye gelenler tarafından doldurulmuştu.17

Seçimleri İttihat ve Terakki kazandı. Meclis 17 Aralık 1908’de
törenle açıldı. Padişah’ın açış nutku Cevat Bey tarafından okundu. Padişah
bizzat gelerek kısa bir konuşma yaptı. Meclisin huzurda açılmasında duyduğu
memnuniyeti, mebusları tümüyle karşısında görmekten fevkalade memnun olduğunu
belirterek; devamını, başarılı olmasını Allah’tan diledi.

İkinci meşrutiyetten sonra kurulan ilk ve aynı zamanda üçüncü
Osmanlı meclisi diyebileceğimiz bu meclisin başkanlığına Ahmet Rıza Bey
(İstanbul’da ikinci sırada 472 oyla seçilmiştir) getirilmiş ve 1912 yılına kadar
devam etmiştir.

Bu meclis Kanun-i Esasi’de büyük değişikliklere giderek
Padişah’ın yetkilerini önemli ölçüde kısıtlamış ve yemin etme mecburiyetini
getirmiştir. Buna göre; Padişah, şeriat, anayasaya uymaya, vatan ve millete
sadakate yemin edecekti. Sadece sadrazam ve şeyhülislamı tayin edebilecekti.
Barışa, ticarete, arazinin ilhak veya terkine ait antlaşmalar Meclisinin onayına
sunulacaktı. Meclis başkan ve vekillerini meclisin kendisi seçecekti. Kanun
teklifinde bulunmanın ön şartı da kaldırılmıştır. 21 Ağustos 1909 da yürürlüğe
giren bu değişikliklerle bir bakıma yeni bir Kanun-u Esasi yapılmış oluyordu.18

Hürriyetin ilanı bir çok alanda ve kesimlerde mucizeli
sonuçların alınacağı havasını estirmişti. Meşrutiyetin ilanından önce Jön
Türklerin bunu, her derdin çaresi olarak göstermeleri, insanların hayallerinin,
ümitlerinin kabarmasını netice vermiş, bir taraftan söz konusu beklentilerin
yavaş yavaş boşa çıkması diğer yandan gittikçe büyüyen iç ve dış sorunlar,
hoşnutsuzların çığ gibi büyümesine sebep olmuştur. Oysa ki memurlar meşrutiyetle
birlikte terfi ve maaş artışı beklentisine girerken, bazı ke-simler ve köylüler
meşrutiyeti vergi vermemek olarak yorumlamışlardı. Bir taraftan toprak kaybı,
diğer taraftan mutluluk devrinin bir türlü gözükmemesi meşrutiyeti ve
savunucularını halkın gözünde karartmış, hükümet atamalarını perde arkasından
yürüten İttihat ve Terakki Cemiyetine karşı hem içinden hem de dışından
muhalefet şiddetlenmiştir.19

İttihat ve Terakki’nin devletin mevcut durumunu muhafaza
etmesinin ötesinde onu yeniden canlandırarak dünya devletleri arasında söz
sahibi bir yere getirme arzuları, bir bakıma kumar oynar gibi bir durum arz
ederek Onları ya hep, ya hiç pozis-yonuna sokmuştur. Abdülhamid ise mevcut
durumunu korumaya çalışarak başarılı olmuştur. Zaten gelişen dünya şartları da
Cemiyetin amacının imkansızlığını ve devletin çöküşünü getirmiştir.20

İttihat ve Terakki, orduyu siyasetin içine sokmak suretiyle
denetleyici durumuna getirdiği gibi iktidarın da vazgeçilmez ortağı yapmıştır.
Ordu da siyasi iktidarda askerliğini devam ettirmiştir. Aynı zamanda muhalefet
de bu gelişmelerin etkisinde kalmıştır. Siyasi hayattaki çoğulculuk vasfı
yitirildiği gibi yasadışı olayların cereyan etmesi zavallı meşrutiyeti düzmece
bir demokrasinin sığınağı yapmıştır.

Osmanlı Devleti’ne tabi unsurlar arasında milliyetçiliğin hızla
yayılmasından sonra Türkler de bu virüse yakalanmışlardır. Gayri Müslimler her
hareketleriyle çok uluslu bir devletin işlemezliğini kanıtlamaya çalışmışlar.
Ayrılıkçı örgütler, Kanun-i Esasi’yi Osmanlıdan kopmanın ilk merhalesinin altın
anahtarı olarak saymışlardır. Azınlıklar hürriyet ortamında ilk fırsat olarak
hükümete karşı gelerek Avrupa’nın müdahalesini sağlamak ve neti-cesinde
muhtariyeti, istiklaliyeti sağlamak amacıyla süratli ve açık bir şekilde
çalışmışlardır. Venizelos’un hatıralarındaki “… evvela Ege sahil şeridindeki
Etnik-i Eterya teşkilatımız bizden sonra Ermeniler Osmanlı adı altında toplanmış
muhtelif unsurlar içinde, bu Kanun-i Esasi’nin istisnasız bütün ırklara
bahşettiği haklardan kendi hedef ve gayeleri istikametinde istifade ettiler. O
güne kadar gizli ve kapalı yürüttükleri milli gayelerini aslını izhar etmeden
şekli hüviyeti ile meydana çıkardılar, daha rahat çalıştılar. Patrikha-neler
bile Bizans’ın fethinden sonra veril-miş imtiyazlarla mukayese edilmeyecek kadar
serbesti içinde çalışma ve yayılma imkanı buldu. Birinci Dünya Harbi’nden sonra
Türklerin imzalamaya mecbur kaldıkları Mondros Mütarekesi’nin temin ettiği
imkanla Ege’de Karadeniz sahilindeki Pontus devletimiz için de harekete
geçtiğimiz, kilisenin ve Etnik-i Eterya’nın, Osmanlı Kanun-i Esasi’sinin
unsurlara bahşettiği haklardan mükemmel istifade ettiğini hayret ve şükranla
gördüm. Bu kanundan en az nasibini alanlar ise, onu benimsemiş ve büyük
ümitlerle ilan etmiş Türklerdi …”21 sözleri dikkat çekicidir.

Mebuslar Meclisinde 15, Ayanda 7 üye ile temsil edilen Ermeniler
birçok alanda olduğu gibi hükümette de görev almışlardır. Islahatçı görünümleri
arkasında ayrılıkçı ve ihtilalci bir tavır sergilemişlerdir. Trablusgarb
Savaşı’nın sürdüğü bunalımlı günlerde bölücü nitelikteki yasaları çıkarmakla
meşgul olup asıl emellerine Kanun-u Esasi’yi perde yapmaya çalıştılar.

Muhalefetin gittikçe güçlenmesinin yanında İttihat ve
Terakki’nin içinden de gelen hoşnutsuzluk ve ayrılmalar Cemiyeti seçime zorlamış
ve Cemiyet sadrazam Said Paşa’ya baskı yaparak Ayan’ın da onay vermesiyle 18
Ocak 1912 tarihli irade-i seniyye ile meclis feshedildi. İttihat ve Terakki’ye
karşı muhalif cemiyet olan Ahrarlara karşılık, daha güçlü ve organizeli olan
Hürriyet ve İtilaf Cemiyeti yer almıştır.

IV. Meclis

Tarihimize “Sopalı Seçim” , “Dayaklı Seçim” olarak geçen 1912
seçimleri Ocak ayı sonlarında başlamıştır. Seçimler İttihat ve Terakki’nin ağır
baskısı altında geçmiştir. Çünkü, askeri, mülki ve idari amirlerin neredeyse
tamamı İttihat ve Terakki mensubuydu. Dolayısiyle seçmenlere büyük baskılar
yapılmış yer yer fiili tecavüzlere varan baskılarla karşılaşılmış ve tabii
olarak cemiyet seçimi kazanmıştır.

Muhalefetin güçlenmesine, tepkinin büyümesine paralel olarak
İttihat ve Terakki’nin iktidarı da her türlü şiddeti uygulamaya başlamıştır.
Sıkıyönetimin ilanı ve siyasi yasaklarla muhalefet susturulmaya çalışıldı.
Mahmut Şevket Paşa’nın 1913 yılında öldürülmesi meşrutiyetin çoğulculuğuna büyük
bir darbe vurmuştur. Muhalefet sindirildiği halde gizli cemiyetler ve ayrılıkçı
örgütler hükümeti sarsmaya devam ettiler. Devlet de bütün gücü ve organlarıyla
içeride bunlarla savaşmış, dışarda da Trablusgarb, Balkan ve I. Dünya savaşları
peşpeşe patlak vermiştir.

Dördüncü meclisin ömrü çok kısa olmuştur. 4 Mayıs 1912’de ilk
toplantısını yapmış ve 5 Ağustos 1912 tarihli irade-i seniye ile feshedilmiştir.
Ağırlaşan dünya şartları ile birlikte devlet büyük bir siyasi buhranın içine
sürüklenmiştir. Ülkenin dört bir yanında İttihat ve Terakki’den istifalar olmuş
ve cemiyet gittikçe taraftarının nezdinde itibar kaybına uğramıştır. Kala kala
cemiyete sadık ordudaki bazı subaylar kalmıştır. İttihat ve Terakki iktidardan
düşmüş ve hemen seçim hazırlıklarına başlanmıştır. Ancak patlak veren Balkan
savaşı seçimlerin yaklaşık iki yıl gecikmesine sebep olmuştur.22

V. Meclis

1912 seçimleri büyük baskı altında icra edilmiş İttihat Terakki
şaibeli bir şekilde seçimi kazanmıştı. Bu seçimde ise halk, her türlü baskıdan
uzak bir seçimin yapılması beklentisi içindeydi. İstanbul’da son olarak şaibeli
bir şekilde yapılmış olan seçimleri araştırmak üzere bir araştırma komisyonu
kurularak birçok suistimal ortaya çıkarılmıştı. Eylül ayında seçim
hazırlıklarına başlandı. Seçim defterlerinin tanzim edildiği bir dönemde Balkan
Savaşı çıktı ve seçmenlerin büyük bir ekseriyeti silah altına alındı. Seçim
ertelenmek zorunda kalındı.23

Balkan Savaşları; bir taraftan dört balkan devleti diğer
taraftan İttihatçı subaylarla-itilafçı subaylar arasında süren siyasi ve askeri
bir savaş oldu. Ordumuzdaki siyasi çekişmeler, Balkan Devletlerinin Edirne dahil
neredeyse Rumeli topraklarımızın tamamını ele geçirmelerine sebebiyet verdi.
Ancak, daha sonra galip devletler arasındaki anlaşmazlığın savaşa dönüşmesi ve
Osmanlı’nın bunu fırsat bi-lerek Edirne’yi geri alması ile kayıplarımız nisbeten
azaltılabilmiştir.

Balkan Savaşı’nın başlamasından sonra iktidara Hürriyet ve
İtilaf’ın adamı Kamil Paşa geçerek sadrazam oldu. Balkan Savaşı’nın kaybedilmesi
ve bu fırkanın çaresizliği İttihat ve Terakki’ye tekrar iktidarın yolunu
araladı. 1913 darbesiyle Kamil Paşa’yı çekilmek zorunda bırakarak iktidarı ele
geçirdiler. Bulgarlara karşı kazanılan zafer ve Edirne’nin geri alınışı İttihat
ve Terakki’nin konumunu güçlendiren etkenler oldu.

1914 yılında gecikmeli olarak yapılan seçimleri de İttihat ve
Terakki büyük bir çoğunlukla kazandı. Birinci Dünya Savaşı’na bu meclisle
girilirken, savaşın kaybedilmesi sonucunda imzalanan mütareke’yi müteakiben bu
meclis de feshedilmiştir. Dolayısiyle bu meclis 1918 yılı sonlarına kadar devam
ederek, Osmanlının uzun ömürlü ikinci meclisi olmuştur.

VI. ve Son Osmanlı Meclisi

1918 yılı sonlarında meclis feshedilip hemen seçimin yapılması
istenmişse de bu karar hemen gerçekleşmemiş, Mondros Mütarekesi’ni bahane ederek
yurdun dört bir yanının işgale uğraması ülkeyi büyük bir bunalımın içine
sürmüştür. Bu istikrarsız dönemde bir türlü istikrarlı kabine
oluşturulamamıştır. Beşinci meclisin feshi sırasında Tevfik Paşa kabinesi
bulunurken daha sonra Damat Ferit ve Ali Paşa kabineleri kurulmuştur. Ali Paşa
döneminde seçim çalışmaları hızlandırılarak Aralık 1919 seçimlerin yapılması
sağlanmıştır.

Seçimi şaibeli duruma sokmak ve dış müdahaleyi sağlamak
maksadıyla Erme-niler ve Rumlar bu seçime katılmadılar. Bu seçimde İttihatçı ve
İtilafçı bir çok kişi kazanarak mebus olmuşlardır. Çok zor şartlar altında
kurulan bu meclis ilk toplantısını 12 Ocak 1920’de gerçekleştirdi. Padişah
Vahdettin’in rahatsızlığı sebebiyle açış nutku dahiliye nazırı damat Şerif Paşa
tarafından okundu. Bu ilk toplantıya sadece 72 mebus iştirak edebildi.

İstanbul’un işgal tehdidi altında bulunduğu ve mebusların can
güvenliğinin olmadığı bir ortamda toplanan meclis çok kısa ömürlü olmuştur.
Misak-ı Milli’yi (28 Ocak 1920) kabulünden kısa bir süre sonra (16 Mart 1920)
İstanbul işgal edilerek meclis dağıtıldı ve yakalanan bazı mebuslar Malta
adasına sürgüne yollandı. Çok zor şartlar altında görev yapıp, Kurtuluş
Savaşı’nı verecekler için çok büyük önem taşıyan Misak-ı Milli’yi kabul ederek
yayınlanması bu meclis için büyük iftihar vesilesi olmuştur. Ankara’ya geçebilen
mebuslar TBMM’inde hizmetlerine devam edeceklerdir.

TBMM

Son Osmanlı Meclisi denilen 6. Meclisin (Bu meclisle isim
değişikliği dışında bir farklılığı olmayan TBMM’ne aslında 7. Meclis demek daha
doğru olacaktır.) İstanbul’un işgaliyle birlikte dağıtılması ve (Osmanlı
saltanatı da dahil) işgal olayı ile birlikte yeni bir meclisin açılması zaruri
hale gelmiştir. Bunu gören Kuva-yı Milliyeciler hemen bir seçim hazırlığına
girişerek seçimlerin yapılmasını sağlamışlar ve 23 Nisan 1920’de Hacı Bayram
Cami’sinde kılınan Cuma namazı sonrasında Meclisin açılmasına muvaffak
olmuşlardır.

Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştiren bu mecliste, milli
bağımsızlığa taraftar olan büyük çoğunluğu taşranın önde gelenleri, meslek
gruplarının temsilcileri, din adamları, bürokrat ve subaylardan teşekkül
etmişti. Bunların ekseriyeti milli mücadeleyi saltanatın yeniden tesisi için bir
araç olarak gördüler. 600 yıllık geçmişe sahip olan Osmanlı hanedanının yönetimi
altında anayasalı meşruti bir yönetimden başka alternatif olmadığı inancını
taşıyorlardı. Manevi gücü arkasına alan halifenin devletin başında kalması
taraftarı idiler. Padişah, meclisten geçen yasaları onaylayarak şeriatın ihlal
edilmesine mani olacaktı.24

Sonuç

Kanun-i Esasi ile başlayan parlamentolu sistem dünya tarihinde
ilk olmamakla beraber, o günün dünya şartları Osmanlı Devleti yapısı ve
azınlıkların temsilcilerinin önemli bir sayıda olmaları göz önüne alındığında
dünya parlamentolarının ilklerindendir. Hele azınlıkların temsilcilerinden
önemli ölçüde istifade edilmesi birçoğunun kabinelerde görev almış olmaları
günümüzün demokratik ülkele-rinde bile hemen hemen hiç rastlanmamaktadır.

Osmanlı Mebusanının ilk uzun tatilinden sonra meclisler
birbirini takib etmiş ve TBMM ile de devam etmiştir. Dolayısıyla TBMM tamamen
farklı bir meclis değil diğerlerinin devamı ve tarihimizin 7. meclisidir.

Osmanlı Meclisleri kesintileriyle birlikte parlamentolu sistemin
artık dönülmesi imkansız olan yolunu açmışlardır. Ancak, geçmişte var olan
“millete rağmen, millet için karar verme” hastalığı tarihimiz boyunca meclisleri
sekteye uğratacak ve milletin geleceğine yön verme kararına bir türlü izin
vermeyecektir. Bu durum sadece parlamentoyu değil, sistemin çarkları mahiyetinde
olan siyasi partileri, sivil toplum örgütleri, adli kurumları ve her şeyden
önemlisi halkı olumsuz yönde etkilemiştir. Kısacası sistemi tıkayarak kanunların
yerine, gücü elinde bulunduranların keyfi yönetimleri hakim konuma geçmiştir.

Dipnotlar

1. Niyazi BERKES, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul 1978, s.
309.

2. Stanford-Ezel Kural SHAW, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern
Türkiye, C. II, İstanbul 1983, s. 264.

3. age., s. 264.

4. Berkes, age., s. 317; Bayram KODAMAN, “Osmanlı Siyasi
Tarihi”, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C. 12, İstanbul 1989, s. 55.

5. Berkes, age., s. 325.

* Bu bölümde, Suna KİLİ-A. Şeref GÖZÜBÜYÜK’ün, Türk Anayasa
Metinleri (Ankara 1985) adlı eserinden yararlanılmıştır.

6. E. Ziya KARAL, Osmanlı Tarihi, C. 8, Ankara 1983, s. 232.

7. Shaw, age., s. 228.

8. Karal, age., s. 233.

9. Reşat Ekrem KOÇU, “Türkiye’de Seçimin Tarihi 1877-1950”,
Tarih Dünyası Dergisi, C. I, s. 5-6, İstanbul 1950, s. 180.

10. Karal, age., s. 238.

11. age., s. 238.

12. Shaw, age., s. 264.

13. Koçu, agm., s. 180.

14. T. Zafer TUNAYA, Türkiye’de Siyasi Partiler, C. I, 2.
Baskı, İstanbul 1984, s. 19-376.

15. Kili-Gözübüyük, age., s. 67.

16. Koçu, agm., s. 181.

17. agm., s. 181.

18. M. Kemal ÖKE, “Meşrutiyet Dönemi”, Doğuştan Günümüze
Büyük İslam Tarihi, C. 12, İstanbul 1989, s. 257.

19. agm., s. 215; Bernard LEWIS, Modern Türkiye’nin Doğuşu,
Ankara 1984, s. 214.

20. Öke, agm., s. 281.

21. agm., s. 267.

22. Koçu, agm. s. 183.

23. agm., s. 256.

24. Feroz AHMAD, Modern Türkiye’nin Oluşumu, İstanbul 1995,
s. 79.