The Resurrection of Jesus Christ

Giriş

Kur'an-ı Kerim Hz. İsa ve İncil'in müspet hallerini ve doğrularını tasdik eder;
ama onlara atfedilen yanlışları da göstererek hak ve hakikate irşat eder. Gerçeklerin
ayrıntılarda gizli olduğu bir hakikattir. Hz. İsa (as) hakkında pek çok gerçeği
Kur'an ayetlerinin ayrıntılarında bulmak mümkündür. Bu ayrıntıları göremeyenler
pek çok gerçekleri kaçırırlar. Hz. İsa'nın (as) doğumu, peygamberliği, mucizeleri,
ölmeden semaya yükseltilmesi, kıyamete alamet olmak üzere yeniden gelmesi ve kendine
inananlara şahitliği bunlardan bazılarıdır.

Kur'an-ı Kerim Maide Suresi'nde şöyle buyurur: "Yüce Allah kıyamet günü peygamberleri
huzuruna topladığı zaman onlara 'Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara beni ve annemi Allah'tan
başka ilahlar edinin diyen sen misin?' diye buyurduğu zaman İsa der ki: 'Seni her
türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim. Hak olmayan bir şeyi söylemek bana yakışmaz.
Eğer söylemişsem sen zaten onu bilirsin. Sen benim gönlümde olanı da bilirsin, ben
ise senin açıklamadığın bir şeyi asla bilemem. Görünmeyen ve gizli olan her şeyi
hakkıyla bilen ancak Sensin. Bana emrettiklerinden başkasını ben onlara söylemedim.
Yalnız ve yalnız benim de sizin de Rabbiniz olan Allah'a ibadet edin dedim. Ben
onların arasında bulunduğum müddetçe onların haline şahit idim. Sen beni huzuruna
aldıktan sonra onların halini bilen ve gören Sensin. Ve sen her şeye hakkıyla şahitsin.
Eğer onlara azap edersen onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan elbette
sen dilediğini yapmaya kadirsin. Ve Sen her şeyi hikmetle yaparsın.'"1

Nisa Suresi'nde de "Yahudilerin peygamberliğini inkâr etmeleri, Meryem'e iftirada
bulunmaları, Allah'ın Resulü Meryem oğlu İsa'yı biz öldürdük demeleri sebebi ile
lânete uğramışlardır. Onu ne öldürdüler, ne de astılar, başkası ona benzetildi de
onu öldürdüler. Kendileri de bu hususta ihtilafa düştüler. Onların bu hususta hiçbir
bilgileri yoktur. Kapıldıkları şey ancak zan ve tahminden ibarettir. Hakikatte ise
Allah onu kendi huzuruna yükseltti. Allah'ın kudreti her şeye galiptir ve Onun her
işi hikmetledir. "Ehl-i Kitaptan kimse kalmaz ki, ölümünden önce İsa'nın hak peygamber
olduğuna iman etmesinler. Kıyamette de İsa onlar üzerine şahitlik edecektir"2 buyrulmaktadır.

Zuhruf Suresi'nde ise yüce Allah şöyle buyurur: "İsa, peygamberlik nimeti verdiğimiz
bir kuldan başka bir şey değildir. Biz onu İsrailoğullarına bir ibret ve imtihan
vesilesi kıldık. Dileseydik sizin yerinize melekler yaratırdık. O zaman imtihana
gerek kalmazdı. Sonra biz İsa'yı kıyamet için de bir alamet kıldık. Onun hakkında
şüpheye düşmeyin ve Bana uyun. İşte dosdoğru yol budur. Sakın şeytan sizi doğru
yoldan ayırmasın. Muhakkak ki o sizin apaçık düşmanınızdır. İsa (as) size apaçık
mucizeler ve ihtilafa düştüğünüz hususlarda açıklık getirecek olan bir kitapla geldi.
Allah'tan korkun ve itaat edin."3

Demek Hz. İsa (as) kıyamete yakın gelecek, yani hakikati anlaşılacak ve Ehl-i
Kitap bu hakikati kabul edecek ve Hz. İsa'nın (as) Allah'ın kulu ve hak peygamberi
olduğu ve davası olan "Tevhit Davası"nın hakkaniyeti kabul edilecektir. Hıristiyanlar
da sonunda buna inanacaklardır. Bu İsa'nın (as) tekrar dönüşü demektir. Mesele şahısın
kimliğinin bilinmesi ve tanınması meselesi değil, davanın anlaşılması meselesidir.

Bu durumda Hz. İsa (as) hayatta olup İdris (as) gibi hayata lazım olan yemek,
içmek ve havayı teneffüs etmek gibi sebeplere ihtiyaç duymadan Allah'ın kudreti
ile semada melekler gibi yaşamaktadır. Bedeni yıldız gibi semada bulunmakla beraber
nuranileşmiş ve maddi sebeplere ihtiyaç duymayacak şekilde latif bir hale gelmiştir.
Bundan dolayı dünyadaki bedeni ile meleklerle beraber bulunmaktadır.4 Çünkü insanın
tabaka-i hayatı beştir ve o üçüncü tabaka-i hayattadır.5 Ahir zamanda tekrar dünyaya
gelecek ve dininin ve dinine mensup olanların hüsn-ü hatimlerini, güzel sonlarını
görecektir. Güzel son ve hüsn-ü hatime ise İsa'nın (as) getirdiği "Tevhid" hakikatını
anlamayarak "teslis"e düşen Hıristiyanların hakikati anlayarak tekrar Tevhid'e yönelmeleridir.
Böylece Hz. İsa'nın (as) ümmeti hakkındaki kaygısı ve endişesi sona erecek, ümmetinin
hak dine yeniden yaklaşması ile vazifesinin gereğini tam yapmış ve davasının sonucunu
almış olacaktır. Hz. İsa (as) tevhidi tebliğ etmekle beraber "Allah'ın elçisinin
de müjdecisi"6 olduğu için tevhide yaklaşan Hıristiyanlara tevhid hakikatının gerçek
tebliğcisi olan Hz. Muhammed'i (asm) tanıtarak ona tabi olmalarını isteyecektir.
Kurtuluşun ancak Hz. Muhammed'e (asm) tabi olmak ve onun getirdiği ahkâmı ile amel
etmekte olduğunu göstermek için onun o zamandaki temsilcisi olan Mehdi'ye uyarak
ahkâmı üzere arkasında namaz kılacaktır.7

İsa'nın (as) Gökten Nüzulü Haktır ve Vaki Olacaktır

Hz. İsa'nın (as) semadan nüzulü "Ehl-i Sünnet" ulemasının inanç esaslarındandır
ve ortak görüşüdür. Bunun için "İmam-ı Azam Ebu Hanife" (ra) "Fıkh-ı Ekber" isimli
risalesinde "Gökten İsa'nın (as) nüzulü haktır ve vaki olacaktır"8 der. Bunu Kur'an-ı
Kerim ayetleri yanında Peygamberimizin (sav) hadislerine dayandırır. Çünkü Kur'an-ı
Kerim'in tebliği ve anlaşılması ile görevli olan Peygamberimiz (asm) pek çok hadislerinde
bu hususu detaylı olarak ümmetine anlatmıştır. Bu hadislerden "Kütüb-ü Sitte" denilen
temel hadis kaynaklarında geçen bazı hadisler şunlardır:

Peygamberimiz (asm) buyurdular: "On alamet görülmedikçe kıyamet kopmaz. Bunlardan
üç tanesi Deccal'ın çıkması, İsa'nın (as) nüzul ederek Deccal'ı öldürmesi ve Müslümanların
imamı olan Mehdi'ye uyarak arkasında namaz kılmasıdır."9 "İsa bin Meryem'in adalet
sahibi olarak inmesi yakındır."10 Ebu Hureyre (ra) hadisi Nisa Suresi 159. ayeti
ile takviye eder.11 "Müslümanların imamı ise kendilerindendir. İsa (as) onların
arasına iner."12 "Ümmetimden bir cemaat kıyamete kadar hak için mücadele etmeye
devam eder. Sonuncusu İsa bin Meryem ile görüşür. İsa (as) o cemaate uyar da arkasında
namaz kılar."13

Kâinatta iradesini kanunlar şeklinde tecelli ettiren ve bunlara "Sünnetullah"
"Âdetullah" ve "Tabiat kanunları" adını veren yüce Allah elbette dinin imtihanı
ve kanunların gereği hikmeti ile iş görecektir. Hikmeti de o zamanın şartları ve
peygamberlerin vazifesi gereği bu önemli hadise sadece Hz. İsa'nın (as) gelerek
Mehdi'nin (ra) arkasında namaz kılması gibi cüz'i bir hadise değildir. Bu sembolik
bir hadisedir. Bunun arka planı ise Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin izah ettiği
gibi olmasıdır. "Ahir zamanda felsefe-i tabiyenin verdiği cereyan-ı küfriye ve inkâr-ı
ulûhiyete karşı, İsevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete
inkılâp edeceği bir sırada, nasıl ki İsevîlik şahs-ı manevîsi, vahy-i semavî kılıcıyla
o müthiş dinsizliğin şahs-ı mânevîsini öldürür. Öyle de, Hazret-i İsâ Aleyhisselâm,
İsevîlik şahs-ı mânevîsini temsil ederek dinsizliğin şahs-ı mânevîsini temsil eden
Deccal'ı öldürür; yani, inkâr-ı ulûhiyet fikrini öldürecek."14

Ahir zamanda felsefi cereyanlar kuvvetlenerek dine galebe edecekler. Bilhassa
semavi bir dine ve kitaba dayanan Hıristiyanlar "İnkâr-ı Ulûhiyet" karşısında "Teslis
akidesi"ni savunamaz duruma gelecekler. İçlerinde teslisten uzaklaşma başlayacaktır.
Tevhidi ve ulûhiyeti ispat eden İslam'ı ve bilhassa "Tevhid" hakikatını aklî ve
ilmî delillerle izah ve ispat eden "İman ve Kur'an hakikatları"nı karşılarında görünce
teslim olacaklardır. Böylece kendileri tevhide yaklaştıkları gibi dinlerini de maddeci
akımlardan ve materyalistlerin inkârlarından kurtarmış olacaklardır.

İman hakikatlarını iki kere iki dört eder derecesinde izah ve ispat eden, materyalizmin
temel felsefesini "İsbat-ı Sani-i Vahid" ile çürüten, Kur'an-ı Kerim'i ve peygamberlik
müessesesinin hakkaniyetini izah eden, Kur'an medeniyeti ile dinsiz felsefenin mukayesesini
yaparak beşerin saadetinin "İslam Medeniyeti" ile olduğunu isbat eden ve insanlığa
hidayet yolunu gösteren elbette "Mehdi" olacaktır. İsa (as) da ona uyacaktır. Bunun
sonucu olarak hak din dinsizlik karşısında büyük bir güç kazanacak ve insanlar ekseriyetle
hak dine gireceklerdir.15

Ahir Zamanda Ortaya Çıkacak Olan Dinsizlik Cereyanları

Ahir zamanda dinsizliğin iki cereyanı kuvvet bulacaktır. Birincisi, nifak ve
münafıklık perdesi altında saklanan, ehl-i nifakın başını çeken ve "Risalet-i Ahmediye"yi
inkâr edecek olan ve "Şeriat-ı İslamiye'yi" tahrib eden "Süfyanizm" cereyanıdır.
Buna mukabil Âl-i Beyt-i Nebevi'den olan ve ehl-i velâyet ve ehl-i kemalin başına
geçerek "Kur'an'ın hakkaniyetini" ve "Şeriat-ı Muhammediye"nin ahkamının doğruluğunu
izah ve ispat eden "İman ve Kur'an hizmetinin başını çeken bir zât-ı nurani, o Süfyan'ın
şahs-ı manevisi olan "cereyan-ı münafıkaneyi" öldürüp dağıtacaktır.16

İkinci dinsizlik cereyanı ise tabiatçılık ve maddecilik felsefesinden doğan maddeci
felsefe ile kuvvet bularak Allah'ı inkâr edecektir. Nasıl ki padişahı inkâr eden
ve askerlerin padişaha bağlı olmadığını iddia eden bir adam herkese bir padişahlık
ve bir hâkimiyet verirse Allah'ı inkâr eden bir maddeci materyalist de her varlığa
bir nevi ulûhiyet vermeye mecbur kalır. Bu felsefe ve düşüncenin başına geçen ve
teknolojinin harikalarından da faydalanarak kendini güçlendiren Deccal da, baskıcı
totaliter hükümetinin ve komitelerinin gücüne dayanarak kendisini daha da güçlendirmek
için bir çeşit ulûhiyetini ilan eder. Dinin ve maneviyatın tamamen inkâr edilerek
reddedildiği ve inananların büyük baskılara maruz kaldığı bu zamanda Hz. İsa'ya
(as) inananların büyük bir kısmı teslisin akıl ile kabul edilemezliğinden dolayı
hurafelerden sıyrılmak mecburiyetinde kalarak gerçek İseviliğe, yani Tevhid'e yaklaşacak,
yani Allah'ın rahmeti ile Tevhid hakikatı olan Allah'ın birliği inancı ağır basıp
hâlihazır Hıristiyanlık o hakikat karşısında tahrifattan sıyrılarak İslam'ın Tevhit
hakikatında birleşecek ve inanç noktasında Hıristiyanlık İslamiyet'e dönüşecektir.
Bu durumda Hırıstiyanlara Kur'an-ı Kerim'in hakikatlarına uymaktan başka çare kalmayacaktır.
İsevilik inancı ve bu inancı paylaşanların şahs-ı manevisi İslam'a tabi olacaktır.
Bu inanç birliği ile "Hak Din" olan "Tevhid" inancı büyük bir güç kazanacak ve dinsizlik
cereyanları karşısında ayrı ayrı iken mağlup olan İsevilik ve İslamiyet bu birleşme
sonucunda dinsizliği mağlup edip dağıtacaktır.17

Bütün bu olaylar kendi kendine olacak değildir. Elbette Kur'an'ın mucizevî yönünü
ortaya koyarak İslam'ın "İman ve Kur'an" hakikatlarını izah eden ve dinsizliğin
ortaya attığı şüphe ve tereddütleri gidererek aklı ve kalbi ikna edecek olan Peygamberimizin
haber verdiği bir Mehdi (ra) ile onun davasını benimseyerek Süfyana karşı mücadele
eden ve iman hakikatlerini neşreden nurani bir cemaat olacak ve İsa'nın (as) getirdiği
Tevhit inancını yeniden canlandıran, elbette beşeri cismi ile ölmeden semavatta
bulunan İsa'nın (as) kendisi gelecek ve Din-i Hak cereyanın başına geçecektir. Yüce
Allah bunu vaad etmiş, Peygamberimiz (asm) de Allah'ın vadine dayanarak haber vermiştir.
Allah her şeye kadirdir. Elbette haber verdiği gibi yapacaktır.18

Esasen hak dinler semadan gelen meleklerin getirdiği vahiyden kaynaklanmaktadır.
İnananlar melekleri görmedikleri halde peygambere inen vahyin melekler tarafından
getirildiğine inanmaktadırlar. Kutsal kitaplar böyle ortaya çıkmıştır. Bazen de
insan suretinde Peygamberimizin (asm) yanında bulunduklarını Sahabeler görerek nakletmişlerdir.
Hz. Cebrail'in (as) çoğu zaman sahabelerden "Dıhye" suretinde Peygamberimiz (asm)
ile görüştüğü nakledilmektedir. Bazen de ölmüş evliyalar dahi Allah'ın kudreti ile
ruhları birer misali cesed giyerek gelip kendisinden yardım isteyen inananlarına
yardım ettiği çok nakledilmektedir. Bütün bunları yapan yüce Allah İsa'yı (as) dininin
güzel bir sonuca ulaştığını göstermek ve inananlarına bu konuda yardımcı olmak için
niye göndermesin? Kaldı ki İncil Hz. İsa'nın (as) döneceğini söylemiş ve inananları
da beklemektedir.19 Ahir zaman peygamberi Hz. Muhammed (asm) İsa'nın (as) gelerek
kendi şeriatına uyacağını haber vermiştir.20 Yüce Allah kudreti ile Âdem'e (as)
benzer şekilde21 babasız yarattığı,22 beşikte iken konuşturarak kendisini inkâr
eden Yahudileri susturduğu,23 kudreti ile Yahudilerin tuzaklarından koruduğu24 ve
bedeni ile semaya yükselttiği25 ve melekler ile yaşattığı İsa'yı (as) tekrar göndermeye
elbette kadirdir.

Hz. İsa'nın (as) dönüşüne kimsenin itirazı yok, ancak acaba geldiği zaman herkes
tanıyacak mı? Nüfus kâğıdı olmayan birisi mi olacak? Veya nüfus kâğıdında "Meryemoğlu
İsa" yazılı bulunan birisini mi göreceğiz? Veyahut "Ben Meryemoğlu İsa'yım, sizi
kurtarmak için geldim. Bana uyarsanız kurtulursunuz. Şimdi Deccal'ı öldürmeye gidiyorum"
diyen birisi mi olacak? Bu soruları cevapladığımız zaman İsa'nın (as) ve Mehdi'nin
(ra) böyle bir iddia ile ortaya çıkmayacakları gerçeği ile karşılaşırız. Zira bu
bir iddia meselesi değil bir dava ve bir inanç meselesidir. İddiacıların çoğunun
sonucunu hep beraber görüyoruz. Kaldı ki İsa (as) ölüleri diriltmek gibi bir mucize
ile inananların ahiretini kurtarmak iddiası ile geldiği zaman Yahudiler onu inançlarını
bozduğu ve kutsal kitaba aykırı hareket ettiği ve yeryüzünde karışıklık çıkarttığı
gerekçesi ile idamına hükmettiler. Ahir zamanda böyle bir iddia ile gelse bile elinde
mucize olmayacak, olsa bile kimseyi inandıramayacaktır. Ancak Hz. İsa (as) ve Mehdi'nin
(ra) "İman ve Tevhit" davasını tanıyan ve bilenler "onun mukarrep ve havassıdır
ve nur-u iman ile onu tanırlar."26 Yoksa açıkça onu herkes tanımayacaktır. Davasını
ortaya koyar ve dinsizliğin şahs-ı manevisine karşı nurani bir şahs-ı manevi oluşturur
ve vazifesini yapar gider.

Şahs-ı Manevi Ne Demektir?

"Şahs-ı manevi" "tüzel kişilik" anlamına gelen bir deyimdir. Soyut bir kavramdır.
Ancak somut ve maddi temele dayanan bir yapısı vardır. "Müteaddit eşya bir cemaat
şekline girse, bir şahs-ı manevîsi olacaktır. Eğer o cemiyet imtizaç edip ittihat
şeklini alsa, onu temsil edecek bir şahs-ı manevîsi, bir nevi ruh-u manevîsi olacaktır."27
İnsan milyarlarca maddi hücrelerden ve yüzlerce organdan oluşan bir şahs-ı müttehittir.
Bunun için o maddi kalıbın bir ruhu ve o ruhtan oluşan manevi bir mahiyeti olan
insanlığı vardır. İnsanlık kavramı da insanlardan oluşan bir şahs-ı manevidir. Bu
durumda "devlet bir şahs-ı manevidir" yani tüzel kişiliktir. Devletin kurumları
da öyledir. Aynı şekilde "Aile" kavramı da anne, baba ve çocuklardan oluşan bir
şahs-ı manevidir. Bir evde yaşamaktan kaynaklanan birliktelik onları aile ve yuva
kavramı içinde manevi bir şahsiyetin mümessilleri haline getirmiştir. "Millet" kavramı
da bir ülkede yaşayan, aynı inanç ve duyguları paylaşan insanların oluşturduğu bir
manevi şahsiyettir. Milletin meclisinin de o milletin inanç, örf ve kültürünü temsil
etmekten kaynaklanan bir şahsiyet-i maneviyesi vardır. Meclis bu temsil makamından
uzaklaştığı ölçüde halkından uzaklaşır, yaklaştığı ölçüde milleti temsil eder. Bu
örnekleri çoğaltabiliriz.

Peygamberimiz (asm) getirdiği dinin mümessili olmakla İslam dininin şahs-ı manevisinin
oluşmasını sağlamıştır. Bediüzzaman Peygamberimizin şahsiyet-i maneviyesini şöyle
tasvir etmektedir. "Evet, o bürhanın şahs-ı manevisine bak: Sath-ı arz bir mescit,
Mekke bir mihrap, Medine bir minber; o bürhan-ı bahir olan Peygamberimiz (asm) bütün
ehl-i imana imam, bütün enbiyaya reis, bütün evliyaya seyyid, bütün enbiya ve evliyadan
mürekkep bir halka-i zikrin serzakiri."28 Böylece İslamiyet bir şahs-ı manevi teşkil
ederken Peygamberimiz (asm) de onun temsilcisi olmaktadır. Peygamberimiz (asm) kendisine
nübüvvetin verilmesi ile İslamiyet şahs-ı manevisinin teşekkülü için 23 sene en
çetin şartlarda mücadele etti. Kur'an'ın nüzulü ile vazifesi bittiğinden izn-i ilahi
ile dar-ı bekaya göçtü. Peygamberimizden sonra şanlı Sahabeleri İslamiyet şahs-ı
manevisinin tevessüü için çalıştılar. O yüce şahs-ı manevi-i İslamiyet üç kıtaya
hâkim oldu. Onunla pek çok milletler hidayete erdiler. Peygamberimizin şahs-ı manevisi
sünnetini de içine alan bir kavramdır. Bunun içindir ki Peygamberimiz (asm) "Ben
size iki şey bırakıyorum. Bunlara sarılırsanız kurtulursunuz. Birincisi 'Kur'an-ı
Kerim, ikincisi ise Ehl-i Beytimin temsil ettiği sünnetimdir"29 buyurdular. Böylece
peygamberin sünneti ile hareket eden bütün ümmeti şahs-ı manevi-i İslamiyet'in birer
azası hükmüne geçmektedir.

Aynı şekilde ahir zamanda gelecek olan Mehdi de "İman hakikatlerinin izahı ve
ispatı sadedinde eserlerini telif ederek "İman ve Kur'an" hizmetini talebelerinden
ibaret olan "şahs-ı manevisine" bırakarak Mehdiyet vazifesini ifa etmiş olacaktır.
Onun vefatından sonra davasına ve talebeliğine kesb-i istihkak edenlerin oluşturduğu
bir şahs-ı manevi tarafından tüm dünyada iman ve Kur'an hizmeti yapılacak ve İslamiyet'in
manevi hâkimiyetine hizmet edilecektir.

Cemaat, cemiyet ve komitenin her yerde hükmettiği, her nevi işlerin ekipler ve
takımlar ile yapılmaya çalışıldığı günümüzde, bir şahsın her şeyi yapacağı ve ona
bağlanmak ile kurtuluşa ulaşılacağı gibi düşüncelere kapılanlar şahs-ı maneviden
gaflet ettikleri zaman gerçeği daima şahısların peşine takılmakta arayarak yanılacaklardır.
Çünkü dava bir olmakla beraber iddia sahipleri çoktur. "Mehdi ve Deccal gibi şahısların
teşkil ettiği şahs-ı manevilerinin ve temsil ettikleri cemaatlerin yaptıkları âsâr-ı
azimeyi o şahsın zatlarından tasavvur ederek öyle tefsir etmek"30 meseleyi anlamamaktır.

Bütün bu mukaddimelerden yola çıktığımız zaman şunu diyebiliriz: Önemli olan
bir şahıs beklentisi içine girerek istismara uğramak ve hayal kırklığına düşmektense
şahs-ı maneviyi tanıyarak onun bir azası olmaya çalışmak en doğrusudur. Çünkü Bediüzzaman'ın
tespiti ve irşadı ile "Zaman cemaat zamanıdır."31 Şahsa bağlı bir hizmet anlayışı
ehl-i dalaletin istismarına ve şahısları kullanarak müntesiplerini kendi emellerine
alet edilmesine sebep olabilr. Örneğin, insanlar bir kurtarıcı Mesih veya Mehdi
beklentisine sokularak arkasından birkaç Mesih ve Mehdi çıkarılır ve böylece inananlar
arasında ihtilaflar körüklenir ve bölünmeler çoğaltılır. Sonra onları kendi emellerine
alet edebilirler. Nitekim Peygamberimiz (asm) bu hususa dikkat çekerek şöyle buyurmuştur:
"Ahir zamanda Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhas-ı müthişe-i
muzırraları, İslam'ın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek, az bir kuvvetle
nev-i beşeri herc ü merc eder ve koca âlem-i İslam'ı esaret altına alır."32 Bu hususa
dikkat etmek gerekir. İnananların inanmayanlar karşısında mağlup olmalarının en
önemli sebeplerinden birisi de budur.

Şahıs mı Şahs-ı Mânevi mi Daha Etkilidir?

Her şeyden önce şahıs fani, şahs-ı manevi bakidir. Şahıs hata eder, şahs-ı manevide
ise hata ihtimali çok azdır. Çünkü insanların çoğunun yanlışta birleşmesi imkânsızdır.
Bunun için hadislerde Peygamberimiz (asm) ümmetinin birliği için "Cemaate sarılmaya
davet etmiştir"33 ve "Ümmetimin ekseriyeti dalalette ittifak etmez"34 buyurmuşlardır.

Şahıs bir yerdedir, şahs-ı manevi ise her yerde bulunabilir. Bir inancı paylaşan
paydaşların her yerde temsilcileri bulunabildiği için o inanç her yerde tesirini
gösterir. Bunun için şahs-ı manevinin azaları her yerde bulunarak o davanın neşrine
çalışır ve büyük hizmetlere vasıta olurlar.

Bir şahıs hataları ile çürütülerek etkisiz hale getirilse de şahs-ı manevi çürütülemez35
ve etkisi azaltılamaz. Bilakis yapılan baskılar şahs-ı manevinin daha çok tesirine
fırsatlar sunar. Böylece etkisini azaltmak için yapılan baskılar tesirinin artmasına
vesile olur. Bunun için şahsın tesiri cüz'î, şahs-ı manevinin tesiri ise küllidir.36
Bütün bu sebeplerden "Baki davalar fani ve çürütülebilir şahıslara bina edilemez."37

Ahir zamanda şahıslardan ziyade komiteler, örgütler ve fikir ekolleri öne çıkacağı
için Peygamberimizin (asm) Mehdi ve Deccal'ın harika icraatlarını, teşkil ettikleri
iman ve dinsizlik cereyanları ile yapacakları işleri onların şahısları ile alakalı
olarak anlattığı için rivayetlerde Mehdi ve Deccal'ın şahısları tavr-ı aklın harici
bir vaziyet almıştır. Bediüzzaman "Rivayetlerde Deccal'a ait tavsifât-ı müthişe
ona işaret eder. Bir vakit Japonya'nın başkumandanının resmi, bir ayağı Bahr-i Muhit'te,
diğer ayağı on günlük mesafedeki Port Arthur Kalesi'nde tasvir edilmiş; o küçük
Japon kumandanının bu surette tasviriyle, ordusunun şahs-ı mânevîsi gösterilmiş"38
buyurarak bu konuya açıklık getirmiştir. Deccal'ın yalancı cennetini ise "medeniyetin
cazibedar lehviyâtı ve fanteziyeleridir39 ki nefisleri kendine cezb ve celbeder.
Herkes ister istemez nefsine uyarak ona kapılır"40 denilmiştir.

Komite ve cemiyetlerin bu dehşetli icraatlarından dolayıdır ki ahir zamanda gelecek
şahıslar ile ilgili hadislerin gerçekçi yorumunu yapmıştır. Bu yoruma göre: "Hz.
Mehdi'nin cemiyet-i nuraniyesi, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid'akârânesini
tamir edecek, Sünnet-i Seniyye'yi ihya edecek, yani âlem-i İslâmiyet'te risalet-i
Ahmediye'yi (asm) inkâr niyetiyle şeriat-ı Ahmediye'yi (asm) tahribe çalışan Süfyan
komitesi, Hazret-i Mehdî cemiyetinin mucizekâr manevî kılıcıyla öldürülecek ve dağıtılacaktır."41
Aynı şekilde "Âlem-i insaniyette inkâr-ı ulûhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesât-ı
beşeriyeyi zîr ü zeber eden Deccal komitesini, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın din-i
hakikîsini İslâmiyet'in hakikatiyle birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr
bir İsevî cemaati namı altında ve "Müslüman İsevîleri" ünvanına lâyık bir cemiyet,
o Deccal komitesini, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak,
beşeri inkâr-ı ulûhiyetten kurtaracaktır."42

Peygamberimiz (asm) her iki Deccalın asırlarına ait olan harikaları ve teknolojik
gelişmeleri her şeyi şahıslardan bekleyen o zamanın insanlarına onların şahısları
ile ilgili olarak rivayet ettikleri için bu harikalar Deccal'ın, Mehdi'nin ve İsa'nın
(as) şahıslarından sudûr edeceği telakki ve tevehhüm edilmesinden hadisin manası
gizlenmiş ve o rivayet de müteşabih olmuştur. Mesela merkebinin, yani binek vasıtasının
işaret ettiği uçak ve tren ile gezmesi; uçağı, treni ve otomobili bilmeyenler tarafından
şahısların dehşetli büyüklükleri ile karıştırılmıştır.43 Şahsı bir mikrop ile öldürülebilen
ve bir sineğe mağlup olabilecek olan Deccal'ın kurduğu düzen, teşkil ettiği şahs-ı
manevisi olan hükümeti ve yaptığı icraatları o derece dehşetli olacak ki "o kadar
kuvvetlidir ve devam eder; yalnız Hazret-i İsa (a.s.) onu öldürebilir, başka çare
olamaz"44 rivayet edilmiş. Yani onun mesleğini ve yırtıcı rejimini bozacak, öldürecek,
ancak semâvî ve ulvî hâlis bir din İsevîlerde zuhur edecek ve hakikat-i Kur'âniye'ye
iktida ve ittihad eden bu İsevî dinidir ki, Hazret-i İsa Aleyhisselâmın nüzulüyle
o dinsiz meslek mahvolur, ölür"45 denilmiştir.

Peygamberimiz (asm) kat'i ve kesin olarak buyurmuştur ki "İsa (as) büyük Deccalı
öldürür"46 Yani Deccalın rejimini ve mesleğini hayra çevirerek şerrinden insanları
kurtarabilecek ancak İsevî-Müslüman ittifakıdır. İsevî ruhanileri din-i İsevi'nin
hakikatını hakikat-i İslamiye ile mezc ederek o kuvvetle onu dağıtır ve manen öldürür.
Bu gerçeği Peygamberimiz (asm) "Hazret-i İsa (as) gelir ve namazda Hz. Mehdi'ye
tabi olur"47 şeklinde ifade etmişlerdir.48

Bu hadislerin ifade ettiği manalar İsa'nın (as) şahsının gelerek Mehdi'nin şahsına
uymayacağını değil; kesinlikle uyacağını gösterir. Çünkü şahıs olmadan şahs-ı manevi
teşekkül etmez. Ancak bu birliktelik ve namaz kılma hadisesi sembolik ve ferdi olduğu
için bunu herkesin gözü önünde ve kabul edeceği şekilde vuku bulması gerekmez. Hiçbir
insan görmemiş olsa da, gizli bir buluşma sonucu gece yarısı olsa da, bu namaz nafile
veya farz olsa da bir defa vuku bulması, kesinliği ve vad-i ilahinin gerçekleşmesi
için yeterlidir. Ancak bizi ve insanlığı ilgilendiren husus dinsizliğin "İslam ve
iman" hakikatları ile fikren ve manen çürümesi, rejiminin de "Müslümanlar ve İsevi
Müslümanların ittifakı" sonucu yıkılarak semavi dinlerin hakikatları olan "İman-Ahlak
ve Adaletin" yeniden tesis edilmesi ve insanlığa hâkim olmasıdır. Bu olmuş ise Hz.
İsa (as) gelmiş ve Mehdi'ye uymuş demektir.

İnsanlığa Yapılacak En Büyük Hizmet İnsanın Ebedi Saadetine Çalışmaktır

İnsan bir yolcudur. Anne karnından, çocukluktan, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden,
haşirden ve sırattan geçen ve Cennet veya Cehennemde bitecek uzun bir yolculuğu
vardır.49 Dünya ise bu hayat yolunda bir gecelik bir han ve bir bekleme salonudur.50
Ne var ki ebedi hayatına lazım olacak her çeşit azık ve ihtiyaçlar bu dünyadaki
çalışmalarına bağlıdır. İnsanın geçici dünya saadeti için ebedi olan ahiret hayatını
feda etmesi kazanç değil zarardır ve o insana yapılacak en büyük kötülüktür.

Peygamberlerin amacı ebedi saadet yurdu olan ahireti kazandıracak inanç ve ameli
insanlara öğretmektir. İnsanlara ebedi saadet yollarını göstermektir. Bunun için
dünyanın ve dünya siyasetinin onlar yanında hiçbir değeri yoktur. Bunun en güzel
örneği yine İsa'dır (as). İsa (as)'ın dünyada hiçbir şeyi yoktu ve dünyaya hiç değer
vermediği İncil'in ve Havarilerin ittifakı ile sabittir. Ne var ki dünya saadetini
ve hâkimiyetini esas alan, vaat edilmiş toprakları ele geçirmek için gelecek bir
Mesih beklentisi içindeki Yahudilerin Allah'ın yakınlığını ve ahiret saadetini vaad
eden Hz. İsa'ya (as) inanmamaları ve inkârları ile sonuçlanmıştır. Ahir zamanda
gelecek olan Mehdi'nin de "İnsanların imanını kurtaracak ve ahiret saadetine vesile
olacak şekilde yapacağı manevi hizmetleri"nin bir kısım insanlar tarafından kısa
sürede kabul görmemesinin sebebi yine "Mehdi'nin inananlarına dünya saadetini ve
hâkimiyetini sağlayacak bir kral veya lider şeklinde geleceği düşüncesi ve beklentisi"dir.
Maalesef insanlar beklentilerine uygun bir kurtarıcı peşindedirler.

19 ve 20. asır iman ve küfür mücadelesinin en yoğun yaşandığı bir dönem olmuştur.
Tarih böyle bir dönemi pek az yaşamıştır. Bunun için Mehdi ve Süfyan, İsa ve Deccal
mücadelesi gerçekte "din ve dinsizlik" "iman ve küfür" mücadelesinin son ve önemli
bir şeklidir. Bu mücadeleden insanlık ekseriyetle imana yönelerek zaferle çıkacaktır.

Bediüzzaman Eski Said döneminde dünya ve siyaset ile bilfiil alakadar iken Yeni
Said döneminde şöyle der: "Dünya siyasetine karışmadığımın sebebi: O geniş ve büyük
dairede vazife az ve küçük olmakla beraber, cazibedarlık cihetiyle meraklıları kendisiyle
meşgul eder, hakiki ve büyük vazifelerini onlara unutturur veya noksan bıraktırır.
Hem her halde bir tarafgirlik meylini verir, zalimlerin zulümlerini hoş görür, şerik
olur."51 Bediüzzaman birinci ve ikinci dünya savaşlarının ve siyasi boğuşmalarının
sonunda insanlığın dersini alacağını ifade eder.52 Sonunda da "Âlem-i İslam'ın tam
intibahıyla ve Yenidünyanın, Hıristiyanlık'ın hakiki dinini düstur-u hareket ittihaz
etmesiyle ve âlem-i İslam'la ittifak etmesi ve İncil'in, Kur'ân a ittihad edip tabi
olması, o dehşetli gelecek iki cereyana karşı semavi bir muavenetle dayanıp inşaallah
galebe eder." şeklinde müjde verir.53 Bunu sağlayacak olan da elbette imanın ve
Kur'an’ın hakkaniyetini ilan ve ispat eden "Risale-i Nur" gibi bir tefsirin ellerine
geçmesidir.54 Risale-i Nur'un Kur'an’ın etrafına çevrilmek istenen dinsizlik surlarını
dağıtacağını izah eder.

Bediüzzaman bunun için misyonerler ve Hıristiyan ruhanileri ve Nurcuların çok
dikkatli olmalarını dinsizliğin temsilcisi olan Komünizmin İslam-İsevi ittifakını
bozmak için elinden geleni yapacağını ve fakirlik edebiyatı ile Müslümanların bir
kısmını kendine çekebileceğini hatırlatır.55

Müslüman ve İsevi İttifakı

Müslümanlar ve Hıristiyanlar dinsizliğe, ahlaksızlığa ve zulme karşı dinlerinden
aldıkları güçle, mücadele için, Hz. İsa'nın (as) hakiki dini ile İslam hakikatlerini
birleştirmeye çalışacaklardır. Bediüzzaman bunu yapanlara "Müslüman İseviler" unvanını
vermektedir.56

Medeniyetlerin gelişimi karşılıklı iletişim ve etkileşim sonucudur. Bunun için
ilim, fen ve tekniğin ülkesi, milleti ve dini yoktur. Bu insanlığın ortak malıdır
ve ilmin sonucudur. İlim ise yitik maldır ve nerede bulunsa alınmalıdır. İlim sahip
çıkanındır. Avrupa ortaçağda İslam ülkelerinden etkilendi. Bilhassa Endülüs medeniyeti
ve Doğu kültürü Avrupa'da Rönesans'ın ve bunun sonucu olarak Hıristiyanlık dininde
de reformların ve Protestanlık'ın önünü açmıştır. Bediüzzaman bunun dışında Osmanlı
ve Avrupa'nın karşılıklı etkileşimi sonucu "Avrupa'nın Osmanlı'ya, Osmanlı'nın da
Avrupa'ya hamile olduğunu, günü gelince doğuracağını"57 söylemiştir. Bunun sonucu
da elbette Hıristiyanlık'ın hurafelerden kurtularak hakiki tevhidi ve gerçek imanı
bulup Müslümanlar ile aynı inancı paylaşma noktasına gelmesidir. Bu da ortak kelime
olan "Tevhit hakikati"dir.

Kur'an-ı Kerim'in hakikatleri Âdem (as) zamanından günümüze tüm dinlerin ve ilimlerin
hakikatlerini içine almaktadır. Tüm peygamberlerin davası elbette birdir. Peygamberlerin
fonksiyonları ve görevleri de birdir. Bu sebeple semavi din mensuplarının ortak
bir noktada toplanmaları hâlis tevhide yönelmeleri zaruri ve dinleri icabıdır. Dolayısıyla
Ehl-i Kitap dinlerini inkâr veya terk etmeden Kur'an hakikatlarını kabul edebilirler.
Kur'an'a inananlar zaten diğer semavi dinlerin kitaplarını ve peygamberlerini kabul
etmektedirler. Kur'an da onları "geçmiş peygamberleri ve kitapları kabul ettiğiniz
gibi Kur'an'ı ve Peygamber'ini de kabul etmeye çağırır."58 Çünkü İslam hakikatlarını
kabul etmeleri onlar için "itikatlarını ikmal ve dini esasları takviye" hükmüne
geçmektedir. Bu ise kaçınılmaz bir sonuçtur.

I. ve II. Dünya Savaşı'nın Hıristiyan âlemine verdiği zarar ile düşmanlığın ne
derece çirkin olduğu görülmüştür. Bu durum Hıristiyanlık inançları ile tamamen çelişmektedir.
Zira İncil'de dostluk ve barış mesajları daha net verilmektedir. Hz. İsa (as) "Kutsal
kitap size dostunuzu sevin diyor. Ben ise size diyorum ki düşmanınızı sevin.59 Biriniz
bir yanağınıza vurursa siz öbür yanağınızı çevirin. Biri sizin gömleğinizi alırsa
siz ona abanızı da verin"60 diyen bir dinin mensubu düşmanlığı devam ettiremez.

Bediüzzaman da 1911 yılında Şam'da İslam âlemine seslenerek okuduğu hutbesinde
"Adavet ve düşmanlığın vakti bitmiştir. Muhabbete en layık şey muhabbettir. Hayat-ı
içtimaiye-i beşeriyeyi temin eden ve saadete sevk eden muhabbet ve sevmek sıfatı
en ziyade muhabbet ve sevilmeye layıktır" demektedir.61

Savaşların bunalttığı Avrupa 1945 yılından itibaren "İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi"
ile hürriyet ve barışın temellerini attı. İslam dünyası da işgallerin ve baskıların
sonucunda elbette benzer bir arayış özlemi içindedir. Lâiklik perdesi altında dinsizlik,
demokrasi ve hürriyet perdesi altında diktatörlüğü öne çıkaran, diyaloga yanaşmayan
tavırların ne derece İslam dünyasına zarar verdiği açıktır. İslam'ın selm ve müsalemet,
adalet, barış ve bireysel hukuku esas alan orta yol ve istikamet dini olduğu nazar-ı
itibara alınırsa önce Ortadoğu'da sonra da dünyada "barış, adalet ve saadet" yolunda
birliği ve beraberliği sağlayacağını görebiliriz.

Bunun yolu Kur'an'ın bir araya gelmeyi ve bir kelimede birleşmeyi istediği "Ehl-i
Kitap" ile ortak noktada buluşmak olacaktır. Kur'an'da 24 ayette "Ehl-i Kitab"a
hitap vardır. Bu hitapların içeriğine baktığımız zaman kitap ehlini insafa, hak
ve adalet çizgisine davet ettiği görülmektedir. "Ey Ehl-i Kitap! Niçin Allah'ın
ayetlerini inkâr ediyorsunuz?62 Neden hak ile batılı karıştırıyorsunuz? Bildiğiniz
halde neden hakkı gizliyorsunuz?63 Şayet Kur'an'a inansanız sizin için daha hayırlı
olurdu.64 Gelin Allah'tan başkasına ibadet etmeyelim, birbirimizi Rab ittihaz etmeyelim.
Allah'a şirk koşmayalım"65 buyrulmaktadır. Böylece Kur'an, Ehl-i Kitab'ın kalbini
yumuşatıcı bir üslup kullanmıştır.

Kur'an bir ayetinde "Yahudi ve Nasara'yı dost edinmeyin"66 demiştir ama bir diğer
ayette "Allah sizi, dininizden dolayı sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan
çıkarmayan kimselere iyilik etmekten ve onlara karşı adil davranmaktan men etmez"67
buyurmuştur. Bediüzzaman bundan dolayı ayete "Yahudi ve Hıristiyanların dinlerini
dost edinmeyin" anlamı vermiştir.68 Dinsizliğe, zulme ve ahlaksızlığa karşı Ehl-i
Kitap ile beraber hareket etmeyi de Peygamberimiz (asm) emretmiştir.69 Peygamberimizin
Yahudi ve Hıristiyanlar ile yaptığı anlaşmalar ve ittifaklar da bizim için en güzel
örneklerdir.70

Batılı Filozofların Kur'an ve İslamiyet Hakkındaki İtirafları

Bediüzzaman'ın gelecekteki İsevi ve İslamiyet ittifakı konusundaki görüşleri
sadece bir iddia ve temenniden ibaret değilidir. 1900'lü yılların başında yazdığı
"Hakikat Çekirdekleri" isimli eserinde "Nasraniyet ya intifa veya ıstıfa edip İslamiyet'e
karşı terk-i silah edecektir. Nasraniyet birkaç defa yırtıldı. Protestanlık'a geldi.
Protestanlık da yırtıldı, tevhide yaklaştı. Tekrar yırtılmaya hazırlanıyor. Ya intifa
bulup sönecek veya hakiki Nasraniyet'in esasını câmi olan hakâik-ı İslamiye'yi karşısında
görecek teslim olacaktır"71 diyordu.

1911 yılında Şam Emevi Camii'nde meşhur "Hutbe-i Şamiye"sini okuyarak İslam dünyasına
ümit aşılıyor ve "İstikbal yalnız ve yalnız İslamiyet'in olacak ve hâkim hakaik-ı
Kur'aniye ve imaniye olacak."72 Bediüzzaman bunun delili olarak da "Biz Kur'an şakirtleri
olan Müslümanlar, bürhana tabi oluyoruz, akıl ve fikir ve kalbimizle hakaik-ı imaniyeye
giriyoruz. Başka dinlerin bazı efratları gibi ruhbanları taklit için bürhanı bırakmıyoruz.
Onun için akıl ve ilim ve fennin hükmettiği istikbalde, elbette bürhan-ı akliye
istinad eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur'an hükmedecek"73 diyordu.

Bediüzzaman bu delilleri ortaya koyarken de İslamiyetin geçmişte tüm dünyaya
yayılmasını engelleyen sebeplerden "ecnebilerin cehli, mazideki vahşetleri ve dinlerine
taassuplarının marifet ve medeniyetin güzellikleri ile kırıldığına" dikkat çekiyordu.
Yine "papazların ve ruhani reislerin riyasetleri ve tahakkümlerinin, ecnebilerin
de onları körü körüne taklit etmelerinin de fikr-i hürriyet ve gerçeği arama arzusunun
insanlıkta ortaya çıkması ile" geçerliliğini kaybettiğini hatırlatıyordu. "Bizdeki
ferdi istibdadın bittiğini komite ve cemaatlerin istibdad ve baskılarının da kısa
zamanda bitmesinin kaçınılmaz olması ve kötü ahlakın çirkin neticelerinin de görülmesi"
ile İslamiyet'in önündeki tüm engellerin kalkacağı müjdesini veriyordu.74 Bir mesele
kalıyordu ki o da "yeni fenlerin bazı meselelerinin İslamiyet'in bazı hakikatlarına
aykırı gibi görünmesi idi." Bunların hakikatları anlaşıldığı takdirde en muannit
feylosof da teslim olmaya mecbur kalacaktı.75 İşte bunun için Bediüzzaman Said Nursi
Kur'an'ın hakikatlarının anlaşılması uğruna ömür boyu çalışmış ve her şeyini feda
ederek Kur'an ve iman hakikatlarının hakkaniyetini ispat eden "Risale-i Nur Külliyatı"nı
telif etmiştir.

Bediüzzaman henüz "Risale-i Nur" eserlerini telifi öncesinde Amerika kıtasının
en meşhur feylesofu Mister Carlyle "Sair dinlerin Kur'an'ın tasdikinde olmayan kısmı
hiç hükmündedir. En evvel kulak verilecek sözlerin en layıkı Muhammed'in (asm) sözüdür.
Çünkü hakiki söz onun sözleridir" derken, Avrupa'nın son dönem feylesoflarından
Prens Bismark "Ben bütün semavi kitapları araştırdım. Tahrif edildiklerinden insanlığın
saadeti için aradığım hakiki hikmeti bulamadım. Fakat Muhammed'in (asm) Kur'an'ını
tüm diğer kitapların fevkinde gördüm. Her kelimesinde hikmet buldum. Bunun gibi
beşerin saadetine hizmet edecek bir eser yoktur. Böyle bir eser beşerin sözü olamaz.
Kur'an'ın Allah'ın kelamı olduğu bedihidir"76 diyor, Kur'an'ın hakkaniyetini tasdik
ve ilan ediyordu.

Bediüzzaman daha sonra Kur'an'ın lafzındaki mucizatını ispat eden "İşaratü'l-İ'câz"
isimli tefsirinin sonuna "Ecnebi Feylosofların Kur'an-ı Kerim Hakkındaki Şehadetleri"
başlığı altında on altı filozofun övücü ifadelerine yer vermiştir.77

Sonuç

Hak ve batıl, din ve dinsizlik, adalet ve zulüm, doğruluk ve yalancılık mücadelesi
Âdem (as) zamanından günümüze kadar farklı şekillerde gelmiştir. "Helaket ve felaket
asrı" olarak isimlendirilen 20. asırda bu mücadele en yüksek seviyede devam edecektir.
Üstelik ilim ve fen, insan hakları ve demokrasi, hürriyet ve adalet gibi temel değerleri
yanına alarak ve istismar ederek devam edecektir. Tabii ki bu mücadelenin sağda
ve solda temsilcileri de bulunacaktır. Ahir zamanda hak ve hakikatın temsilcisi
Mehdi ve İsa (as), dinsizliğin temsilcisi ise Deccal ve Süfyandır. Ancak asıl mücadele
bunların temsil ettikleri cemaatlerin ve komitelerin şahs-ı manevileri ve cemaatleri
arasında vuku bulacaktır.

Cemaatin, cemiyetin, komitenin ve bunların teşkil ettiği manevi şahsiyetlerin
arasında meydana gelen mücadeleleri ve yaptıkları tahribat ve tamiratı, bunların
mümessilleri, yani temsilcileri olan şahıslardan beklemek temsil ettikleri davaları
bilmemek ve anlamamak demektir. Bunun için davayı anlamak ve kavramak şahısları
bilmek ve tanımaktan daha önemlidir. Zira davalar baki şahıslar fanidir ve baki
davalar fani şahıslara bina edilmez.

Bu gerçeklerden ve gerekçelerden yola çıkarak ahir zaman hadiselerine bakıldığı
zaman Kur'an-ı Kerim'de ve Peygamberimizin (asm) hadislerinde bahsedilen kıyamet
öncesi ahir zaman hadiseleri ve gerek İncil'de ve gerekse Peygamberimizin (asm)
hadislerinde bahis konusu olan Hz. İsa'nın (as) tekrar dünyaya dönüşü ve inananlara
rehber olması, Peygamberimizin (asm) şeriatı ile amel etmesi meselesi daha da aydınlanacak
ve yaşanan hadiselerle uygunluğu ortaya çıkacaktır.

Bütün bu hususlar bir dava meselesidir. Davası olanın iddia sahibi olması gerekmediği
gibi, davası olmayanın iddia sahibi olmasının da hiçbir değeri yoktur. Meseleye
bu açıdan bakıldığı zaman ahir zamanda gelecek olan Deccal, Süfyan, Mehdi ve İsa'nın
(as) davaları ile geleceği ve boş iddialar ile uğraşmayacakları anlaşılır. Davayı
tanıyan onların şahıslarını tesbit edebilir ve belirleyebilir. Ancak davayı tanımayanların
iddia sahiplerine bakarak davanın gerçek sahipleri konusunda yanılacağı açıktır.

Ahir zamanda büyük davaların mücadelesinin yaşanacağı ayet ve hadisler ışığında
anlaşılmaktadır. Peygamberlerin ortak davası olan "İman ve Kur'an Davası"nı ve "Tevhit
Mücadelesi"ni iyi tanıyanlar ve bilenler, elbette bu davanın ahir zamandaki temsilcilerini
de tanıyacaktır. Ve son zamanda bu davanın temsilcileri bir araya gelerek dinsizliğe,
ahlaksızlığa ve zulme karşı ortak mücadele edecektir. İşte asıl bilinmesi gereken
budur.

Kaynaklar

Kur'an-ı Kerim.

Kitab-ı Mukaddes, Ahd-i Cedid, Kitab-ı Mukaddes Şirketi, 1998- İstanbul.

Prof. Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, 1993-İstanbul.

İmam-ı Azam, Fıkh-ı Ekber, Çev. H. Basri Çantay, 1982-Ankara.

Kütüb-ü Sitte ve Hadis Kaynakları:

– Buhari, Sahih, Tarihsiz-Beyrut.

– Müslim, Sahih, 1955-Mısır.

– Ebu Davut, Sünen, Tarihsiz-Beyrut.

– İbn-i Mace, Sünen, 1975-Beyrut.

– Ahmed, Müsned, Tarihsiz-Beyrut.

– Hâkim, Müstedrek, Tarihsiz-Beyrut.

– İbn-i Hibban, Sahih, 1987-Beyrut.

– Suyuti, Fethu'l-Kebir, Tarihsiz-Kahire.

– Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, 1967-Beyrut.

– Rudani, Hadis Küllüyatı, Tarihsiz-İstanbul.

Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Yeni Asya Neşriyat

– Sözler, 1998-İstanbul.

– Mektubat, 1998-İstanbul.

– Lem'alar, 2001-İstanbul.

– Şualar, 1997-İstanbul.

– İşaratü'l-İ'câz, 2001-İstanbul.

– Tarihçe-i Hayat, 1998- İstanbul.

– Kastamonu Lahikası, 2001-İstanbul.

– Emirdağ Lahikası, 2001-İstanbul.

– Sikke-i Tasdik-i Gaybî, 2001-İstanbul.

– Hutbe-i Şamiye, 1993-İstanbul.

– Münazarat, 1993-İstanbul.

Öz

Bütün peygamberler gibi Hz. İsa (as) da "Tevhid"i insanlara anlattı, şirkten
sakındırdı. Ne var ki gösterdiği mucizeler onun Allah'ın bir peygamberi olduğuna
delil olması gerekirken insanlar tarafından "Allah'ın oğlu" denmesine sebep oldu.

Yüce Allah sevgili peygamberinin Yahudiler tarafından öldürülmesine fırsat vermedi.
İhanet eden havarisini İsa'ya (as) benzeterek onu çarmıha mahkûm edip cezalandırdı.
İsa'yı ise semaya meleklerin katına yükseltti.

Hz. İsa'nın (as) Mehdi'ye uyması ve kendisine inananları dinsizliğe, ahlaksızlığa
ve zulme karşı birleştirmek için gelmesi Allahın hikmetine uygun, kudretine kolay
ve va'dinin de gereğidir.

Şayet maddeci materyalist felsefe ve ondan kaynaklanan dinsizlik tesirini kaybetmiş
ve bu birliktelik sağlanmış ise İsa (as) da dönmüş demektir. Bundan sonra zaferi
beklemek gerekecektir. Makalemizde bu konu hayatın gerçeklerine ve hikmet-i ilahiyenin
gereği "Sünnetullah"a uygun bir şekilde ele alınarak incelenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Kur'an, İncil, Tevhit, Teslis, Mehdi, İsa, Süfyan, Deccal,
Müslüman İseviler, şahs-ı manevi, Sünnetullah ve tabiat kanunları, İman Davası ve
Tevhit mücadelesi

Abstract

Jesus like all of other prophets explained the people the "unity" and made avoid
them of polytheism. However, his miracles caused him to call by the people as "the
son of God" instead of proving his prophecy.

The Highly Exalted God does not give the opportunity to the murder of His prophet
by the Jews. God made the infidel apostle of Jesus resemble the prophet and led
him to be subject to crucifix and punished the apostle in this way. God ascends
Jesus to the sphere of angels.

The obedience of Jesus to Mahdi and his coming to unify people against the irreligion,
immorality and transgression are in accordance with the wisdom of God, very easy
for his Mighty and a necessity of his promise.

If the materialist philosophy and the irreligion stemming from it became ineffective
and the unity is already achieved, then it means that Jesus is back. Then we need
to wait the victory. In this article, this subject is explained in accordance to
the realities of life and to the Tradition of God which is the necessity of the
divine wisdom.

Key Words: Qur'an, Bible, Unity, Trinity, Mahdy, Jesus, Sufian, Dejjâl, Muslim
Christians, spiritual personality, God´s Laws and natural laws, the claim of faith
and the struggle for

Dipnotlar

1. Maide, 5:116-118.

2. Nisa, 4:156-159.

3. Zuhruf, 43:59-64.

4. Bediüzzaman Said Nursi, (1998-İst), Mektubat, 12.

5. Mektubat, 11.

6. Saf, 61:6.

7. Müslim, Kitabu'l-Fiten, 39; Rudani, Hadis Külliyatı, (Tarihsiz- İz Yayıncılık)
5:362; Buhari, Büyu, 102; Mezalim, 31; Enbiya, 49; Müslim, İman, 242; Ebu Davut,
Mezalim, 14; Tirmizi, Fiten, 54.

8. İmam-ı Azam, Fıkh-ı Ekber, (Ankara-1982) Çev. Hasan Basri Çantay.

9. Buhari, Enbiya, 49; Müslim, İman, 244, 245, 247; Kitabu'l-Fiten, 39; Rudani,
Hadis Külliyatı, 5:362.

10. Buhari, Büyu, 102; Mezalim, 31; Enbiya, 49; Müslim, İman, 242; Ebu Davut,
Mezalim, 14; Tirmizi, Fiten, 54.

11. Buhari, Enbiya, 49; Müslim, Şerh-i Nevevî, (Kitabu'l-İman, Bab-ı Nüzul-i
İsa) 2:192; İbn-i Mâce, Fiten, 33; Kenzu'l-Ummal, 14:332.

12. Buhari, Enbiya, 50 (Hadis No: 3265, 3:1227) Müslim, İman, 71, (Hadis No:
155, 1:136); Beyhaki, Esma ve Sıfat, Hadis No: 3265, 2:166.

13. Müslim, İman, 247; Rudani, Hadis Külliyatı, 5:379-380.

14. Mektubat, 12.

15. Mektubat, 60.

16. a.g.e., 60.

17. a.g.e., 61.

18. a.g.e., 61.

19. İncil-i Yuhanna, Bab, 14:26; Bab, 16:7-14.

20. Buhari, Büyu, 102; Mezalim, 31; Enbiya, 49; Müslim, İman, 242; Ebu Davut,
Mezalim, 14; Tirmizi, Fiten, 54.

21. Al-i İmran, 3:59.

22. Al-i İmran, 3:59; Maide, 5:57; Meryem, 19:30.

23. Meryem, 19:29-33.

24. Âl-i İmran, 3:54.

25. Âl-i İmran, 3:55.

26. Mektubat, 61.

27. Bediüzzaman, Sözler, (Yeni Asya Neşriyat, 1998) s. 152.

28. Sözler, 214.

29. Müslim, Fezail-i Sahabe, 37 (Hadis No: 2408).

30. Sözler, 310.

31. Tarihçe-i Hayat, 127; Kastamonu Lahikası, 102. Bediüzzaman bunu 1922 Kasım
ayında gittiği TBMM'de milletvekillerine neşrettiği ve Kazım Karabekir Paşa'nın
da Millet Meclisine okuduğu "Beyanname" de ifade etmiş ve daha sonra da hizmetlerini
"şahs-ı maneviye" devrederek bundan sonra şahıs devrinin bittiğini fiilen de göstermiştir.
1933 yılında neşrettiği 17. Lem'anın 13. Nota 5. Meselesinde bu konuya açıklık getirerek
şöyle demiştir: "Nasıl ki bir cemaatim malı bir adama verilse zulüm olur. Veya cemaate
ait vakıfları bir adam zaptetse zulmeder. Öyle de, cemaatin sa'yleri ile hâsıl olan
bir neticeyi veya cemaatin haseneleri ile terettüb eden bir şerefi, bir fazileti
o cemaatin reisine veya üstadına vermek hem cemaate hem de o üstad ve reise zulümdür.
Çünkü enaniyeti okşar, gurura sevk eder. Kendini kapıcı iken padişah zannettirir.
Hem kendi nefsine de zulmeder. Belki bir nevi şirk-i hafiye yol açar." (Lem'alar,
2001, İstanbul, s. 186)

32. Mektubat, 260; Hâkim, Müstedrek, 4: 529, 530; Müsned-i Ahmed, 3:367; İbn-i
Hibban, Sahih, 8:286; Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, 8: 347.

33. Buhari, Fiten, 11, Menakıb, 25; Müslim, İmaret, 51 (1847); Ebu Davut, Fiten,
1 (4244, 4245, 4246, 4247).

34. Tirmizi, Fiten, 7:2168; Acluni, Keşfu'l-Hafa, 1:64-65.

35. Bediüzzaman, Mektubat, (1998-İst) s. 425; Lem'alar, (1998-İst) s. 213.

36. Bediüzzaman, Emirdağ Lahikası, (2001-İst) s. 63-64.

37. Bediüzzaman, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, (2001-İst), s. 11.

38. Mektubat, s. 60-61.

39. a.g.e., s. 61.

40. Şualar, (1997-İst) s. 503-504.

41. Mektubat, s. 426.

42. a.g.e., s. 426.

43. Şualar, 500-501. "Hazret-i İsa (a.s.) Deccal'la mücadelesi zamanında, Hazret-i
İsa onu öldüreceği vakitte, on arşın yukarıya atlayıp sonra kılıcı onun dizine yetiştirebilir
derecesinde, vücutça o derece Deccal'ın heykeli Hazret-i İsa'dan büyüktür" diye
meâlinde rivayet var. Bu rivayetin zahirî ifadesi sırr-ı teklife ve sırr-ı imtihana
münafi olduğu gibi, nev-i beşerde câri olan âdetullaha muvafık düşmüyor. Bediüzzaman
bu hususu (Kastamonu Lahikası, s. 53) güzelce izah etmiştir. Oraya bakılması faydalı
olacaktır.

44. Şualar, 5s. 06; Müslim, 4:2252; Kenzu'l-Ummal, 14:325; Ebu Davud, Fiten,
Hadis No: 4321,4322

45. Şualar, s. 500.

46. a.g.e., s. 512.

47. Buhari, Enbiya, 49; Müslim, İman, 242, 244, 245, 247; İbn-i Mace, Fiten,
33; Tirmizi, Fiten, 54.

48. Şualar, s. 512.

49. Mesnevi-i Nuriye, (2001-İst) s. 111, 189.

50. Sözler, (1998-İst.) s. 73-75.

51. Şualar, (1997-İst) s. 184-185; Emirdağ Lahikası, s. 52-53.

52. Sözler, s. 140-141.

53. Emirdağ Lahikası, s. 53.

54. Emirdağ Lahikası, s. 60. Hüsrev'in bir mektubunda bu hususlar ifade edilmiştir.
Risale-i Nur'un Tevhit, Haşir ve Nübüvvet gibi Kur'an'ın hakikatlarını en güzel
şekilde izah ve ispat ederek muannid münkirleri susturduğunu izah etmekte ve "İman
Davası"nın yılmaz savunucusu olduğunu ve her yerde kendisini okuttuğunu vurgulamaktadır.
Bediüzzaman da bunu "Emirdağ Lahikası" isimli eserine koydurmuştur.

55. Emirdağ Lahikası, s. 139.

56. Mektubat, s. 426.

57. Bediüzzaman Said Nursi, (1998-İst) Tarihçe-i Hayat, s. 46.

58. İşaratu'l-İ'câz, s. 52.

59. İncil, Matta, 5:44.

60. İncil, Matta, 5:38-42.

61. Hutbe-i Şamiye, (1993-İst) s. 57.

62. Âl-i İmran, 3:70.

63. Âl-i İmran, 3:71.

64. Âl-i İmran, 3:110.

65. Âl-i İmran, 3:64.

66. Maide, 5:51.

67. Mümtahine, 60:8.

68. Münazarat, (1993-İsanbul) s. 70-71.

69. Lem'alar, 155; Buhari, 4:205; Müslim, 1:136; Fethu'l-Kebir, 2:235.

70. Medine de Peygamberimizin (asm) Yahudiler ile anlaşma yaptığı ve bir Medine
Sözleşmesi imzaladığı gerçektir. Ancak Yahudiler bu anlaşmaları Kureyş müşrikleri
ile anlaşarak Peygamberimiz aleyhine bozmuşlar ve hatta Peygamberimizi öldürmek
için suikast planları düzenlemişlerdir. Peygamberimiz (asm) de onlara gerekli cezaları
vermiştir. Hıristiyan Necran Papazları ile yaptığı anlaşmalar ise bu hususta en
güzel örnektir. Bu hususta bakınız Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, (1993-İst) İslam
Peygamberi, 1:617.

71. Hutbe-i Şamiye, (1993-İst) s. 120-121. Bediüzzaman'ın burada sıralamış olduğu
Hıristiyanlığın geçirdiği devreleri ve kırılma noktalarını tarihi seyri içinde tespit
eden bir araştırmaya gerçekten ihtiyaç vardır. Bu konuda Batı dünyasında yapılan
pek çok araştırmalar olabilir. Bunlardan Özkan GÖZEL'in Türkçeye terceme ettiği
Fransız araştırmacı ve yazar Maurice BARBİER'in "Réligion et Politigue Dans la Pensée"
(Modern Batı Dünyasında Din ve Siyaset) isimli çalışması Türkçeye kazandırılmıştır.
(Kaknüs Yayınları, Mart 1999-İstanbul) Türkçeye kazandırılan bir diğer çalışma ise,
Kürşat Demirci'nin çevirisini yaptığı Muhammed Ataurrahim'e ait olan (1997- İst)
"Bir İslam Peygamberi, Hz. İsa" isimli çalışmadır.

72. Hutbe-i Şamiye, s. 28.

73. a.g.e., s. 33.

74. a.g.e., s. 35.

75. a.g.e., 35.

76. a.g.e., 38; Tarihçe-i Hayat, (2001-İstanbul) s. 80-82.

77. İşaratü'l-İ'câz, (2001- İstanbul) s. 262-271.