An Analysis of Mentality: "Conservative Muslim"

Giriş

Muhafazakâr, muhafaza (conserve) kökünden gelmektedir. Batı dillerinde muhafazakâr,
conservative sözcüğüyle ifade edilir. Siyasî bir kavram olarak Batı dillerinde ve
literatüründe kullanılması 19. yüzyılın başlarına rastlar. Bu dönemlerde kavram,
kanundan yana olanları, mevcut siyasi düzeni savunanları tavsif etmek için kullanılıyordu.
Zamanla, Marksist terminolojiye aşağılayıcı bir kavram olarak adapte edilmiş, “gericilik”
anlamında kullanılır olmuştur. Günümüzde muhafazakârlık, daha ziyade kültür alanında
eskiyi, yeniyle beraber yaşama ve köklü değer sistemini koruma tavrı olarak kendini
göstermektedir. Bu özelliği ona "yapıcı" bir vasıf kazandırmakta, tutuculuğun zararlı
ve yanlış katkılarından farklı kılmaktadır. (Sezal, 1981: 89)

Çağdaş bir tutum olarak Batı'da reform karşısında ortaya çıkmış olan muhafazakârlığın
gelişim ve farklılaşması hızlı bir şekilde yaşanmıştır. Bu bağlamda meseleye bakacak
olursak, anlam genişlemesine açık olan bu kavramın tek tip bir modeli olmadığı gibi,
onu belli bir ideolojiye hasretmek de yanlış olur. Aksine, her din ve ideolojinin
bağlıları arasında reformdan yana olanları ve liberal bir duruş sergileyenleri olduğu
gibi, muhafazakâr bir tutum sergileyenleri de vardır.

Muhafazakârlık, bir zihniyet ve tutumun adıdır. Dolayısıyla, muhafazakârlığın
alâmet-i farikaları arasında; var olanın korunması, elde tutulması, değişimlere
karşı durma, Allah'a inanç, rasyonelliğe karşı ma'kûliyet, sosyal bütünleştirici
olarak aile, din, devlet gibi toplumsal kurumlara önem verme, ahlâki dindarlığı
yüceltme, geleneğe kuvvetle sarılma, haklardan ziyade vazife şuurunu öne çıkarma,
istikrardan yana tavır takınma, geleneği, radikalliğe karşı savunma gibi refleksler
sayılabilir. (Akdoğan, 2003: 16-26)

Muhafazakâr mı, Yoksa Mazbut mu?

İslam söz konusu olduğunda niteleme babında, "muhafazakâr kavramını mı, yoksa
mazbut kavramını mı kullanmak daha doğrudur?" Türkiye'nin toplumsal yapısını ifade
etmede belki muhafazakârlıktan ziyade, mazbut oluştan söz edilebilir. Temel sebep,
muhafazakârlığın, mazbutluğa göre daha belirsiz oluşudur. (Bulaç, 2006) Çünkü muhafazakârlığa
yüklenen anlam, değişkendir; toplumdan topluma, ülkeden ülkeye değişir. Gelişmeye
ve geliştirilmeye açık bir kavram olup geleneksel muhafazakârlık, yeni muhafazakârlık,
devrimci muhafazakârlık, liberal muhafazakârlık, kültürel muhafazakârlık, İslam
muhafazakârlığı gibi birçok türleri vardır. Bu çeşitlerden ayrı olarak siyaset literatürüne
bir de muhafazakâr Müslüman tabiri eklenmiştir. Aslında, sadece mazbutluğun değil,
aynı zamanda her ne kadar göreceli ve yeni bir kavramsallaştırma olsa da bütün çeşitleriyle
muhafazakârlığın din, ahlak, gelenek ve aile gibi değer ve kurumları önemsediği
bilinmektedir. Zaten "muhafazakâr Müslümanlık" şeklinde sınırlar belirlendiği zaman,
“din ve dini yaşamın ürettiği değerlerlere” bağlılık ön plana çıkar. Bilindiği gibi
muhafazakârlık, Batı toplumlarında Aydınlanma düşüncesinin getirdiği krizi aşmak
için icat edilmiştir. Eleştirilecek birçok noktası olmasına rağmen bu felsefi düşünce,
teolojik köklerden soyutlanmış bir rasyonalizm, duyu-ötesi alanı dışlayan bir bilimcilik,
gerçekliğin ölçüsünün insan olduğunu savunan hümanizm, seküler etik gibi görüşlere
tepkisel olarak ortaya çıkmıştır. Bir başka deyimle muhafazakârlık, Aydınlanma düşüncesinin
küçümsediği değerlere nefes alma ve yaşama alanı açmıştır. (Vural, 2003: 126).

Muhafazakâr kavramından dolayı, "Muhafazakâr Müslüman" tabirine karşı çıkmak
anlamsızdır. Geçmişte, "aydın kavramını mı, yoksa münevver kavramını mı kullanalım?"
tartışmaları yapılmış, münevver kavramının referansı din, (hâlbuki aydın'ın Arapçası)
aydınlanma kavramının referansı din-dışılık olduğu için Müslüman sözcüğünün başına
“aydın” kavramı getirilerek “Müslüman aydın” tabirinin kullanılması reddedilmişti.
Bugün bizim realiteye bakmamız gerekir. Doğrudur, “aydın” kavramının Aydınlanma
düşüncesiyle çok yakın bir ilişkisi vardır. Aydınlanma düşüncesiyle ortaya çıkan
ve ilk dönemlerde bu kavrama yüklenen anlam elbette mensup olduğu dünya görüşünün
özüyle uyuşmaktadır. Ama zaman içerisinde bu kavram bir anlam değişikliği ve genişlemesi
yaşadı ve “Müslüman aydın” tabiri kullanılmaya başlandı. Bence muhafazakâr kavramının
kaderi de buna benzemektedir. Muhafazakâr kavramını mı, yoksa mazbut kavramını mı
kullanalım? tartışması gittikçe anlamını yitirecektir. Artık muhafazakâr Müslüman
kavramı halkın dilinde tedavüle çıkmıştır. Günümüzde nasıl ki aydın kavramına sadece
Aydınlanma düşüncesinin bir sözcüsü ya da misyoneri olarak bakılmıyorsa, muhafazakâr
Müslüman kavramına da kapitalizmin sözcüsü ya da misyoneri şeklinde bakılmayacaktır.
Zaten zihniyet planında halk ve aydınlar “muhafazakâr Müslüman” kavramına ayırt
edici bir anlam yüklemişlerdir. Yaşadığımız yüzyılda ulusal ve uluslararası basın-yayın
organlarında çokça kullanılan bu kavram mütedeyyin, dindar, aile, ahlak, örf ve
geleneklerine bağlı, milletinin değerlerini seven, yeri geldiği zaman bu değerlerin
korunması uğruna her türlü özveride bulunmaktan çekinmeyen kimseler hakkında kullanılmaktadır.
O halde Allah merkezli (teocentric) bir zihniyetin adı olarak kullanılan “muhafazakâr
Müslüman” tabiri yerindedir.

"Muhafazakâr Müslüman" nasıl bir tipolojidir? Bu kavramın açılımı üzerinde durmakta
fayda vardır. “Müslüman” sözcüğünün başına sıfat olarak getirdiğimiz muhafazakârlık
kavramı, ilk taşıdığı anlamlardan tamamen formatlanmış ve kopmuş değildir. Ama anlamlar
dünyasını “Müslüman” zihniyete tefsir ettiğimizde, karşımıza, İslamî anlayış, yorum
ve yaşayış biçimleri bakımından birbirinden farklı Müslüman zihniyetleri çıkmaktadır.
Bu durum, diğer din mensupları için de geçerlidir.

Yukarıda da değindiğimiz gibi öteden beri her düşünce, hatta farklı din ve dünya
görüşünde liberal, özgürlükçü, yenilenmeden yana olanlar olduğu gibi, geleneksel
çizgiye sıkı sıkı tutunan, büyük değişim ve dönüşüm hareketleri karşısında statükonun
varlığını sürdürmesinden yana tavır koyan kimseler daima tepkisellik adına karşı
kompartımanda yer almışlardır. Burada sözünü ettiğimiz muhafazakâr kavramının anlamını,
bütün zamanlar için özünde değişim karşıtlığını besliyor şeklinde görmek doğru bir
okuma biçimi değildir. Belki muhafazakâr, daha temkinli hareket eden, köktenci değişimlerden
yana olmayan ama tedrici bir değişimi savunan, yerelle birlikte evrenseli yakalamaya
çalışan, gelenekten kopmadan modernliğe adım atan bir zihniyetin adı şeklinde okunabilir.
Biz bu makalemizde "günlük dilde ve İslamî yenileşme hareketlerinde “muhafazakâr
Müslüman” kavramını nereye oturtabiliriz ya da kendi içinde mu'tedil ve aşırı muhafazakâr
Müslüman ayrımları yapılabilir mi?" sorularına cevap arayacağız.

Mu'tedil Muhafazakâr Müslüman

Muhafazakârlığın temel karakteristiği, gelenekçi oluşudur. Sosyolojik anlamda
geleneği, bir toplumun yaşadığı maddi ve manevi değerler bütünü şeklinde tanımlamak
mümkündür. Bu tanımda gelenek aşkınla irtibatlı olduğu için, ürettiği değerlerin
de bu kutsalla ilişkisi vardır. Bir anlamlar rezervi olan gelenekten her zaman istifade
edilebilir. Çünkü gelenek, bireye belli bir aidiyet hissi verir, onu köksüzlük duygusunun
boşluğuna düşmekten korur ve kendi kimliğinin bilincine varmasını sağlar. Aynı zamanda
yaşayan ve yaşatılan bir gelenek, toplumsal istikrarın teminatıdır. Gelenek, birey
ve toplumu değişmenin yol açtığı belirsizliğin yarattığı güvensizlik hissinden kurtarır.
Bundan dolayı muhafazakârlar geleneksel kurumların yerine, akıl yoluyla soyut olarak
tasarlanan yenilerini koyma girişiminin beklenmedik zararlı sonuçlar ortaya çıkaracağından
endişe ederler. (Erdoğan, 2004: 27).

Muhafazakâr Müslüman da geleneklerine bağlıdır. Bu gelenek gücünü tevhid inancına
dayalı İlahi bir gelenekten alır. Hiç kuşkusuz bu bağlamda gelenek, tevhidin özüyle
çatışmayan ve Müslüman toplumların alışkanlık haline getirdikleri eyleme konu olan
bir takım davranış kalıplarıdır. Tarihte İslam, özünde tevhide aykırı düşmeyen ve
İslam'ın kurucu kaynaklarından olan Kur'an ve sahih sünnetle çelişmeyen kurban kesme
gibi sünnet anlamındaki geleneği benimsemiş; hac, umre, telbiye, tavaf, oruç gibi
cahiliye döneminde varlığını devam ettiren uygulamaların İslam'a aykırı yanlarını
değiştirmek suretiyle devamından yana olmuştur. (Altıntaş, 1995; 166-169) Bütün
çeşitleriyle gelenekler, toplumları bir arada tutan bir çimento görevi olarak algılanır.
Mensubiyet bilincini içselleştirmiş her toplum yüzyıllar ötesinden gelen geleneğin
gücünü koruma konusunda büyük hassasiyet gösterir. İşte günlük dilde muhafazakâr
dindar denildiği zaman, yenilikçi İslam anlayışına ikircikli yaklaşan, geleneğe
ve mensup olduğu mezhebin metinlerine büyük saygı duyan; ama fanatizme kaymayan,
geçmişi koruyucu olmakla birlikte yönünü geleceğe dönen, gündelik hayatında aile
ve ahlaki değerlere yürekten bağlı, istikrarı hedeflediği için tercihini daima statükodan
yana yapan kimse akla gelir. Öyleyse bu tür zihniyeti, "mu'tedil Müslüman muhafazakâr"
şeklinde tanımlamak mümkündür.

Mu'tedil muhafazakar Müslüman iman esaslarıyla ilgili konularda, âyet ve hadislerde
bildirilenlerle yetinip, müteşâbih olanları te'vile giden, Sahabeyi adâlet ve insaf
ölçülerinde değerlendirip hepsini hayırla anan, kıble ehlini tekfirden şiddetle
kaçınan, özellikle iman-amel ilişkisi konusunda ameli eksik Müslümanları tekfir
etmeyen bir itikadı benimser. Davranışlara ilişkin fıkıhla ilgili konularda ise,
akla ve aklın hükümlerine başvurmak suretiyle çözümler getirmede yumuşak bir tavır
sergileyen, yetkin gördüğü kimselerin içtihatta bulunmasını onaylayan, böylece ümmetin
ortaya koyduğu ilim ve irfan geleneğinden kopmadan, İslam'ın farklı yorumlarını
benimseyen bir dindarlık akla gelir. Dinde yeniliğe karşı değil, gelenek üzerinden
yeniliği inşa etmeyi savunur. Gelenek asıl, yenilik elzemdir. Yerel değerleri önemsemekle
birlikte modernliği filtreden geçirerek yaşamak ister. Aydınlanma düşüncesinin soyut
akılcılığına karşı, ma'kul olmayı önceler. Dini meselelerin çözümünde aklın rolünü
büsbütün inkâr etmez, aklın rehberliğindeki değişme ve ilerlemeye hepten karşı çıkmaz.
Sadece aklın toplumsal ve siyasi meselelerdeki olumlu ve iyileştirici rolünün sınırlılığını
vurgular. (Erdoğan, 2004: 30). Çünkü akıl, yaratılmış bir olgudur. Yaratılan bir
varlık, sınırlılığı beraberinde getirir. Bu sebeple, akıl-nas, vahiy-akıl arasında
dönüşümlülüğün esas olduğuna inanır. Kısaca o, kapsayıcı bir Müslümanlık anlayışından
yanadır.

Yeni Muhafazakâr Müslüman Tipolojileri

Yeni muhafazakârlık kavramı, yöntem olarak yerine göre aktiviteyi öne çıkaran,
yerine göre aktiviteyi değil, akideyi öne çıkaran ideolojik bir yapılanma şeklinde
tanımlanabilir. Örneğin, ABD eksenli yeni muhafazakârlar denildiği zaman Amerikan
değerlerini ideoloji haline getirerek, her türlü gücü kullanmaktan çekinmeden bu
değerleri hayata geçirmeye çalışan (Irak örneği gibi); olaya Müslüman eksenli baktığımız
zaman inananlar evreninde despotizmini akîde ve fıkıh alanında kullanmak suretiyle
“dışlamacı ve dayatmacı” bir tavır takınan Müslüman zihniyetler akla gelir.

İslam dünyasında itikat ve amel konularında orta yolu takip eden mu'tedil muhafazakâr
Müslüman anlayışının aksine, bir de “metinlerin zâhirine bağlanan, metinleri doğmalaştıran”
ve aklı kullanma yolunda ikircikli davranan yeni muhafazakar dini akımlardan da
söz etmek mümkündür. Aslında bu akımların görüşlerinden önce, böyle bir İslam yorumunu
besleyen nedenler üzerinde durmak gerekir. İtidal çizgisinden sapan bu dini akımlar,
19. yüzyılın ortalarında İslam dünyasının büyük bir kısmının Batılı emperyalist
uluslar tarafından işgal edilmesine bir reaksiyon olarak ortaya çıkmaya başlar.
İki amaç güder. Bunlardan ilki, sömürgeciliğe karşı savaşmada toplumu örgütleme;
ikincisi ise, toplumsal ve ekonomik kalkınmada manevi motivasyonunu gerçekleştirme
faaliyetinde önderlik yapmaktır. Bu akımların din yorumlarında “dışlamacı/tekfirci”
bir yöntem izlemeleri biraz da ülkelerinin içinde bulunduğu mevcut konumla, reel
politikle ilgilidir. Dolayısıyla sosyal olayları tek bir nedene indirgemek mümkün
değildir. Bu sebeple, İslam dünyasında itidal çizgisinden gittikçe aşırılığa evirilen
yeni muhafazakâr Müslüman yorumunun ortaya çıkmasını reel politik şartlar ya da
sosyal olgulardan bağımsız değerlendiremeyiz. Burada sorumlu olan sahih İslam değil.
Nedir bu sosyal olgular ve reel politik şartlar? Hâlihazır İslam dünyasında cereyan
eden fiili işgaller, yeni sömürgecilik biçimleri, ifade özgürlüğünün olmayışı, güvensizlik,
belirsizlik, savaşlar, kültürel hegemonyacılık, gelir dağılımındaki adaletsizlik,
yoksulluk, halkın siyasal katılım taleplerinin geri çevrilmesi, eğitimde fırsat
eşitliğinin sağlanmaması, insan hakları alanında sınır tanımaz ihlaller, orantısız
güç kullanma, cehalet, eğitimsizlik vb. gibi aşırılığı besleyen olgular örnek verilebilir.
Bütün bu faktörler, ister istemez her türlü denge firarisi yaşayan marazlı hareketleri
motive ediyor. Çünkü birey, toplumsal eylemin kaynağıdır. Toplum ise, bireyler arasındaki
ilişkinin özüdür.

Öte yandan İslam dünyasında patrimonyal ve dinî monarşilere dayalı yönetim tarzları
istibdat olgusunun gelişmesine güç vermektedir. Demokratik çoğulcu sisteme dayalı
olmayan yönetimlerin söz sahibi olduğu kapalı bir toplum düzeninde özgürlük ortamından
doğan farklı görüşler adına bir şey bulamazsınız. Bu nedenle despotik toplum yapılarında,
yönetime ve güce sahip olunduğunda karşıt düşünceleri etkisiz hale getirmede fiziki
pek çok tedbir devreye sokulmaktadır. Böyle bir siyaset izleme, “ötekine” düşünce
açıklama ve düşüncelerini siyasete taşıma gibi taleplerini olabildiğince kapatma
sonucu, toplumun düşünce ve sosyal hayatında içe kapanma, taklitçilik, aşağılanma
ve gelecekten ümit kesme gibi kötümser duyguların mayalanmasına yol açmaktadır.
Neticede, fizik yasalarının uyumuna aykırı olarak şiddet, şiddete götürmektedir.
Her eylem ölçüsünce, kendisine denk eylemi doğuruyor. Çünkü mutaassıp veya fanatik
bir kimse, bilimsel düşünceyi, mantık üslûbunu, konuşma ve tartışma dilini gelişmiş
çağdaş toplumlarda var olduğu gibi kabul etmiyor. Onun lügatında yok etmek ve yıkmak
dilinden başka bir şey bulunmaz. O halde, yapılması gereken yeryüzünde küresel adaletin
gerçekleştirilmesi için bu sorunların topyekûn ciddiye alınarak ivedilikle çözülmesidir.

Yeni muhafazakâr Müslüman görünümünün ilki, kendisini klasik mezhebi metinlere
bağlı kalmada gösteriyor. Yeni bir içtihat yapılmasına karşı duruşuyla, kendisini
farklılaştırmıştır. Bu anlayışa göre, içtihat kapısı kapanmıştır. Artık içtihada
kalkışmak dinde tahrif ve tahripçiliktir. Bu akım, içtihadı savunmadığı için, 1400
yıllık İslam'ın birikimini meşrû saymaz. Dışlamacı bir İslam anlayışına sahip olan
bu zihniyete göre bize düşen Kur'an-ı Kerim ve sahih sünneti yeniden yorumlamak
değil, sadece bağlı bulunan mezhebin literatürünü okumaktır. Örneğin, avam diye
nitelendirilen halk, İslam bilgisini ilmihal kitaplarından, havas diye nitelendirilen
entelektüeller -buna ulema da dâhil- fıkıh külliyatından elde edebilir. Çünkü tarihin
içinde her şey söylenmiş ve her şeyin çözümü, eski kitaplarda vardır. Buna rağmen,
eğer ihtiyaç olursa, fetvâya başvurulabilir. Bu İslam yorumunun Müslüman toplumlarda
muhtelif örneklerinden söz edilebilir. Biz burada fâil/özne üzerinde değil, fiil/eylem
üzerinde duracağız. Tanımlamaya çalıştığımız bu zihniyet, klasik mezhebi metinlere
bağlı, içtihada yer vermeyen, bu nedenle inanırken ve yaşarken tarihsel, sosyal
ve kültürel şartları dikkate almayan dar bakışlı bir çeşit dini metinciliği temsil
eder. Zahiri metincilik temel olunca, rasyonel düşünce ortadan kalkar. Körü körüne
metincilik, daha çağdaş hükümler çıkarma hususunda bütün kapıları kapatır. Yerine
göre, örf ve adetler dini kuralların yerini alır. Yeni olan her şeye karşı çıkar.
(Büyükkara, 2001: 282-83) Dışlamacı yeni muhafazakâr anlayış, bugünün diliyle değil,
tarihteki Berbehari hareketinin bir versiyonu olarak Ortaçağ İslam anlayışının hukuk
diliyle konuşur ve toplumu bu metinlerle yönetmeyi önemser. Entegrist bir zihni
şablona sahip olan bu akım, geçmişi olduğu gibi bugüne taşımaktan yana bir eğilim
gösterir. Bu zihniyetin İslami bakımdan en büyük hatası, kendine özgü bir zihniyet
çerçevesinde teşekkül ederken, bu dar çerçevenin dışında kalan namütenahi "mubah
alanları" da haram ve yasak kapsamı içine sokmasıdır. (Bulaç, 2001).

Yeni muhafazakâr Müslüman tipolojisinin bir diğeri de "nasçı muhafazakâr Selefiyye'dir."
(Büyükkara, 2006:388) Burada kastettiğimiz selefilik, öncekiler değil, XX. yüzyılın
başlarında kendisini gösteren bazı çağdaş selefi eğilimlerdir. Bu akımlar, İslam'ın
akılcı yorumuna karşıdırlar. Onlara göre bu din akıl dini değil, nas dinidir. Akla,
nasları desteklediği ölçüde yer verirler. Eğitim kurumlarında inancın rasyonel temellerine
vurgu yapan Kelam, eleştirel akıl anlayışını motive eden Felsefe (isterse adı İslam
ya da Din Felsefesi olsun) ve tevhidi bulandırdığı iddiasıyla Tasavvuf'a yer vermezler.
Bu sebeple eğitim kurumlarının hiçbirinde İslam düşüncesinin verimli üç sacayağını
temsil eden; Kelam, Felsefe ve Tasavvuf gibi dini ilimler okutulmaz, memnû/yasak
ilimler arasında sayılır. Bu eğitim kurumlarında doğmatik kafa yapısına sahip, geleneğin
hâfızı diyebileceğimiz bir insan tipi inşa edilmektedir. Önceliği, aktiviteye değil,
akîdeye verirler. Din eğitimi alanında tevhid ve şirkle ilgili konuların yanında
haber-i sıfatların yorumlanmaması gerektiği üzerinde durulur. Şefaat ve tevessül,
kabir ziyaretleri gibi konulara geniş yer ayrılır. Şirke yükledikleri anlam, kendilerinin
dışında bütün Müslümanları kapsayacak düzeydedir. (Büyükkara, 2004: 255-269) Bu
konularda eserler ve risaleler yazarlar. Fıkıhla ilgili alanda ise, daha çok bid'atlar
hakkında, namaz, hac, nikâh, peçe, sakal, misvak, kabir, temizlik, hicap gibi konular
üzerinde yazar ve konuşurlar. Monarşik ve oligarşik eğilimlere yakın, sivil demokratik
inisiyatiflere oldukça uzaktırlar. (Büyükkara, 2006: 388-89 Bu akımların en büyük
iki karakteristiği; hadis merkezli zahiri bir metincilik ve kurtulmuş fırka merkezli
dışlamacılıktır. (Hanefi, 2006: 359) Nasçı, dogmatik ve geriye dönük bir bakış açısına
sahiptirler. Bu akımlar kendilerini Ehl-i Sünnet-i Hâssa olarak tanımlarlar. Hiç
kuşkusuz bu tanımlama, kendilerini, akılcı, eklektik ve ilerlemeci bir bakış açısına
sahip olan Ehl-i Sünnet-i Âmmeden (Mâtürîdilik, Eş'arîlik gibi) ayırmak içindir.
(Mısrî, 1994: 104-125) İtikadî sahada akılcılığa ve yorumculuğa önem verdikleri
için Kelâm mezheplerini kabul etmezler. Onların iddiasına göre, Ehl-i Sünnet'in
iki büyük kelâm alimi Ebu Mansur el-Maturidî ve Ebu'l-Hasan el-Eş'arî saf İslâm
akidesini kelamî deliller kullanmak, felsefi bahislere yer vermek ve aklı nakle
hakem kılmak suretiyle bulandırmışlardır. Bundan dolayı farklı yorumlara açık olan
müteşâbih âyet ve hadislerin te'vil edilmesine şiddetle itiraz ederler. İstihsan,
istislah, mesalih-i mürsele gibi akıl yürütme yöntemleri olan delillere yer veren
Fıkıh okullarını da bid'atçılıkla suçlamaktan çekinmezler. (Büyükkara, 2004: 270-71)

Görüldüğü gibi kapsayıcılıktan ziyade dışlamacı bir yöntem izleyen yeni muhafazakâr
Müslümanlık diyebileceğimiz her iki akımın temsilcileri, bazı görüşleriyle İslam
imajını sarsmakla kalmamakta, asıl İslam'ın tarihdışı kalmasına hizmet etmektedirler.

Sonuç

Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi yeni muhafazakâr akım, tek bir grubun adı değil,
itici İslam imajını benimseyen bütün dini akımların ortak şemsiye adıdır. Bu zihniyet
biçimi dini anlama konusunda problemlidir. Bunlardan nasçı muhafazakâr Selefilik,
İslam'ın 1400 yıllık zengin kültürel birikimini dışlamakta, tahrip etmekte, diğeri
ise, bakışları salt dini yorumlardan oluşan fıkhî metinlerin zahirîne zihni sabitleştirerek,
İslam'ın kapsamlı bakış açısını daraltmakta ve dışlamacı bir anlayışa sahip olmaktadır.
O halde problemli İslam anlayışlarının tedavisi için yeniden İslam'ın insana bakışı
ve evrensel dilinin ön plana çıkarılması ve modern dünya ile uyuşma noktasında dini
eğitim ve öğretim kurumlarında köklü bir program geliştirmeye ihtiyaç vardır. Bu
konuda model olarak bütün bir dünyaya Türkiye'deki İlahiyat Fakültelerimizin eğitim-öğretim
sistemi sunulabilir. Çünkü Felsefe, Kelam ve Tasavvuf gibi akla ve dini yenileşmeye
yeni ufuklar açacak, fanatizmin yerine hoşgörü ve tolerans kültürünü kazandıracak
ilimlerin okutulmadığı ortamlardan ancak bağnaz ve ötekini dışlamacı bir Müslüman
tipi yetişir. İslam dünyasında dışlamacı bir çizgi izleyen akımların inanç ve görüşlerinin
gerçek İslam'la bağdaşmadığını vurgulamak için çok sayıda "reddiye-eleştiri" kitapları
yazılmıştır. (Hudaybi, 1984; Samarrai, 1990; Celi: 1997; Ebu Zeyd, 2002) Bu eserlerde
Müslüman bloğu topyekûn dışlamacı/tekfir etmeyi benimsemiş dini akımların argümanları
ve bu argümanların eleştirel bir mantıkla yanlışlığı bütün detaylarıyla ortaya konmaktadır.
Hâricî zihniyete mensup bir dil kullanan neo-hâricî dinsel söylemin önüne geçmek
için Ebu Hanife ve İmam-ı Mâtürîdî gibi İslam bilginlerinin görüş ve düşüncelerine
ağırlık vermek gerekir. Bu kelamî söylem dini anlamada çoğulcu ve müsamahakâr bir
bakış açısı kazandırmaya hizmet edebilir. Ayrıca, Türk İlahiyatçılarının eserleri
mutlaka Arapça ve İngilizceye tercüme edilmelidir. Demokrasi ve İslam, İslam'da
Kadın Hakları, Çağdaşlaşma ve İslam, İslam'da Din-Dünyâ İlişkileri, Dindarlık Tipolojileri,
Hâkimiyet Kavramı, İslam'ın İnsana Bakışı, İslam'ın Barış'a Verdiği Önem, İslam'ın
Algılanması ve Sunulmasında İmaj Sorunu, Dinsel Fanatizmin Hareket Noktaları, Dinde
Aşırı Yorumculuğun Çağdaş Versiyonları, İslam'ın Temel Değerleri ve Çağdaş Yaşama
Katkısı, Dinsel Hoşgörü, İnsan Doğası ve Mâsumiyeti, İslam'ın Masum Sivillere Karşı
Himaye Edici Siyaseti, İslam ve Öteki Kavramı vb. gibi konularda gerek kültürel
faaliyetler ve gerekse akademik çalışmalar yaptırılarak İslam'ın mu'tedil görüşü
evrensel ölçekte bütün bir dünyaya sunulmalıdır. Umuyorum ki bu takdirde hem İslam
imajı zarar görmeyecek ve hem de İslam bir câzibe merkezi haline gelecektir.

Öz

Bu makalede tarihsel bağlamda muhafazakâr kavramının ortaya çıkış nedenleri üzerinde
durulacaktır. Ayrıca bu düşünce geleneğinin Aydınlanma düşüncesiyle olan ilişkisi
tahlil edilecektir. Bunların yanında 'muhafazakâr Müslüman' tabiri ne demektir?
Sorusuna cevap aranıp bir tanımlama yapılacaktır.

Diğer taraftan İslam dünyasında ortaya çıkan ve dışlamacı bir yorum biçimini
benimseyen dini akımlar yeni muhafazakâr hareketler olarak adlandırılabilir mi?
sorusu tartışılacaktır. İtidal çizgisini kaybeden dini zihniyetlerin nasıl tedavi
edilebileceği noktasında görüş ve önerilerde bulunulacaktır.

Anahtar Kelimeler: Muhafazakâr, Aydınlanma, Gelenek, Ehl-i Sünnet, Muhafazakâr
Müslüman, Selefilik, Zahirîye, Matürîdîlik, Eş'arîlik, Avam, Havas

Abstract

This article will assert the reasons for the emergence of the concept of conservative
in its historical context. Furthermore, its connection with the Enlightenment thought
will be questioned. Additionally, this article tries to find a definition by answering
the question of what does the concept of conservative Muslim mean.

On the other hand, this article will discuss whether it is possible to name the
newly emerging religious movements in the Islamic world with an exclusionist attitude
as new conservative movements. At this point, the author makes some suggestions
to heal the extremist religious minds who lost temper in religious issues.

Key Words: Conservative, Enlightenment, Tradition, Ahl al-Sunna, Conservative
Muslim, Salafism, Zahiriyya, Maturidism, Esharism, Common People, Elite

Kaynakça

Akdoğan, Yalçın, Muhafazakâr Demokrasi, İstanbul, 2003.

Altıntaş, Ramazan, Kur'an'da Hidâyet ve Dalâlet, İstanbul, 1995.

Bulaç, Ali, "Muhafazakâr Dindarlık", Zaman, 28.10.2006.

Bulaç, Ali, "Taliban Üzerine", Zaman, Kasım 2001.

Büyükkara, M. Ali, "Bir İnanç ve İmaj Sorunu Olarak İslam'ın Taliban'cası", Günümüz
İnanç Problemleri içinde, Erzurum, 2001.

Büyükkara, M. Ali, "Hasan Hanefi'nin Ehl-i Sünnet Kurtuluşa Eren Fırka mıdır?"
başlıklı bildirisinin müzakeresi, Tarihte ve Günümüzde Ehl-i Sünnet Sempozyumu,
İstanbul, 2006.

Büyükkara, M. Ali, Suudi Arabistan ve Vehhabilik, İstanbul, 2004.

Celi, M. Ali, Çağdaş Haricilik Düşüncesi, (çev. A. Demircan), İstanbul, 1997.

Ebu Zeyd, Nasr Hâmid, Dinsel Söylemin Eleştirisi, (çev. Fethi Ahmet Polat), Ankara,
2002.

Erdoğan, Mustafa, "Muhafazakârlık: Ana Temalar", Uluslar Arası Muhafazakârlık
ve Demokrasi Sempozyumu, İstanbul, 2004.

Hasan Hanefi, "Ehl-i Sünnet Kurtuluşa Eren Fırka mıdır?", Tarihte ve Günümüzde
Ehl-i Sünnet Sempozyumu, İstanbul, 2006.

Hudaybi, Hasan, İslam Dünyasında Düşünce Sorunları, (çev. B. Eryarsoy), İstanbul,
1984.

Mısrî, Muhammed Abdülhadî, Ehl-i Sünnet Cemaatının İtikadi Özellikleri, (çev.
M. Emin Akın), İstanbul, 1994.

Samarrai, Abdurrezzak, Tekfir Olayı, (çev. O. Aktepe), İstanbul, 1990.

Sezal, İhsan, Sosyal Bilimlerde Temel Kavramlar, Ankara, 1981.

Vural, Mehmet, Siyaset Felsefesi Açısından Muhafazakârlık, Ankara, 2003.