Conservatism

Dindar insanların 'mevcut olanı muhafaza etmek' diye tanımlanan
muhafazakârlık sözcüğünü, geçmişte, kendilerini ve İslamiyet'i tarif için kullanmadıklarını
görüyoruz. Kavramın bugünkü manada kullanımına, İslami kaynaklarda da rastlamıyoruz.
Oxford sözlüğü, siyasi ve kültürel anlamda, muhafazakâr kelimesinin ilk defa 1830'da,
muhafazakârlığın ise 1835'te kullanıldığını yazar. (Ali Bulaç, Çağdaş Kavramlar
ve Düzenler, İz Yay., İst. 1979) Kavramın bizde siyasal veya kültürel anlamda kullanımı
ise daha geç olmuştur. Yirminci yüzyılın son yarısında Türkiye'de dindar Müslümanların
ve bazı siyasi hareketlerin kendilerini ifade ve tarif etmede kullandıkları bir
kelimedir muhafazakârlık. Biz incelememizi Müslümanların muhafazakârlığıyla sınırlı
olarak yapacağız. Dindarların son zamanlarda kendilerini ifade etmek için bu kelimeyi
seçmelerinin nedenleri nelerdir? Onları zorlayan amiller var mıdır? Bu sözcük, dindar
Müslümanları "etrafına cami, ağyarına mani" bir şekilde ifade etmede yeterli midir?

Yetersiz Bir Sözcük

"Daha çok statükoyu çağrıştıran muhafazakâr sözcüğü, dindar Müslümanları ifade
etmede yeterli midir?" sorusunun cevabı, tabi ki hayırdır. Hatta, mevcut ile iktifa
etmeyi dunhimmetlik sayan, insanı ve insanlığı durmadan tekamül etmeye teşvik eden
bir İslam inancı ve kendini her an bir başka işte gösteren Allah anlayışı ile bağdaşmadığını
rahatlıkla söyleyebiliriz. İslami kaynaklar örnek insan olarak (usvetun-hasene)
peygamberleri ve peygamberlerin varisleri olarak da alimleri göstermektedir. Alimler
arasında da bilhassa peygamberin risalet görevinin taşıyıcısı olarak, mücedditlere
işaret etmektedir. Peygamberlerin en bariz vasfı devrimci yanlarıdır. Tüm peygamberler
geldikleri toplumda yanlış olan yerleşik düzen ve inanca karşı yeni hareketlerini
başlatmışlardır. Peygamberlere karşı duranlar ise her zaman yerleşik düzen ve inançtan
nemalanan grup olmuştur. Kur'an-ı Kerim'de anlatılan her peygamberin kıssasında,
peygamberlerin hemen hemen aynı itirazla karşılaştıkları görülür. O da, "Biz atalarımızdan
böyle görmedik. Atalarımızın dinini bırakıp sana mı uyalım?" şeklindeki itirazlardır.
Hadislerde her yüzyılda bir geleceği bildirilen mücedditlerin en bariz vasfı da
dinde tecdit yapmalarıdır. Yani yenileyen, ayıklayan, yeniden yapılandıran bir fonksiyonu
icra etmeleridir. Görüldüğü gibi muhafazakârlığın çerçevesini çizdiği bir tip, İslam'ın
öngördüğü bir modelle uyuşmamaktadır. Peki, bir Müslüman'ın hiç mi muhafazakârlığı
yoktur? Elbette vardır. Ancak bugünkü anlaşılan manada değildir; onun muhafazakârlığı
daha çok Kur'an'ın kendisine emri mucibince namazını muhafaza (Bakara 238), ırzını
ve iffetini muhafaza (Nisa 34), değerleri ve sınırları muhafaza şeklindedir. Keza
Allah'ın Hafiz isminin kendisinde tecellisi gerçeğinden hareketle, geçmişteki durumuyla
şimdiki durumunu muhasebe etmek için, ibret almak için, delil olarak müracaat etmek
için vs. geçmişi muhafaza etmek şeklindedir. Bundan başka o, geçmişte bir görevi
yerine getiren, ancak şimdi fonksiyonunu yitiren, bir kural, alet veya kuruluşu
iş başında tutmaz; fakat kadirşinas özelliği sebebiyle de çöplüğe atmayıp, müzeye
koyar. Demek ki, Müslüman'ın muhafazakârlığı, onun devrimci yönünü, tecdit yönünü
ekarte eden nitelikte değildir.

Tercih Nedenleri

Dindarların kendilerini ifade etmek için bugünkü manada muhafazakârlık sözcüğünü
tercih etmelerinin nedeni, saldırıya maruz kalma psikozudur. Ünlü Tarihçi Arnold
Toynbee, Batı'nın ezici tesiri altında kalan İslam dünyasında, iki tipin ortaya
çıktığını belirtir. Birincisi; değişim ve gelişime muhalefet eden, kendi medeniyetinin
üstünlüğü iddiasına yapışan zelot tip; ikincisi ise, kendi değer ve medeniyetini
bir tarafa bırakan, hatta ondan nefret eden, üstün gördüğü tarafın tüm silah ve
taktiğine sarılan herodian tiptir. Osmanlı İmparatorluğu, Batı'nın üstün maddi gücü
ile saldırısına maruz kaldı ve yenilgiye uğradı. Osmanlı'dan kalan bakiye topraklar
üzerine Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Yeni yönetimde yer alan idareciler ile aydın
tabaka herodian bir yaklaşım sergileyince, medreseliler savaşı da denilen Balkan
Savaşları'nda ulemasını kaybetmiş ve gerekli donanıma sahip uleması kalmamış Müslüman
halk ise bu saldırılar karşısında savunmacı; yani zelot bir tavır takınmıştır. Bu
saldırılar karşısında artık İslam'ın içinde barındırdığı devrimci yön Müslüman toplum
tarafından askıya alınmış, kendi değerlerini muhafaza etmede o güne kadar oluşturulan
kurum ve kuralları koruma içgüdüsü devreye girmiştir. Bu şartlar altında, muhafazakâr
tabiri, dindar insanların mevcut halini tarif eden bir sözcük olarak tercih edilmiştir.
Demek ki muhafazakâr sözcüğü, olağanüstü hal içerisinde, saldırı altında, faaliyetlerinin
büyük bir bölümü askıya alındığı arızi durum arz eden bir hali resmetmektedir. Dolayısı
ile dindar Müslümanların normal şartlar altında kendilerini ifade edebilecekleri
bir terim olmaktan uzak bulunmaktadır.

Bediüzzaman'ın Muhafazakârlığı

Meselemizi izah sadedinde, Bediüzzaman Said Nursi'nin tavırları oldukça öğretici
olacaktır. Bediüzzaman Said Nursi, hem İslam'ın bir değer olarak topluma yerleştirilmesi
çalışmalarının yapıldığı Osmanlı'nın son zamanlarında, hem de İslam'ın değerlerine
şiddetle saldırıldığı Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşamıştır. Bediüzzaman'ın bu
iki dönemde, aynı meseleye iki farklı bakış sergilediğini görmekteyiz. Osmanlı'nın
son dönemlerinde kaleme aldığı Muhakemat isimli eserinde, dünyanın öküz ve balığın
üzerinde olduğuna dair hadisin İslam'dan ayıklanıp müzeye konulması gereken israiliyattan
olduğunu belirtirken, Cumhuriyetin ilk yıllarında yazdığı Lem'alar isimli eserinde
bu hadise sahip çıkmakta, onun tevilini yapmaktadır. Yine Osmanlı'nın son zamanlarında
kaleme aldığı Münazarat isimli eserinde Kur'an'ın birden fazla kadınla evlenmeye
izin veren hükmünün zaman içerisinde düzeltilecek ehven-ü şer bir hüküm olduğunu
dillendirirken, Cumhuriyetin ilk yıllarında yazdığı Sözler isimli eserinde birden
fazla kadınla evlenmenin yerinde olduğunu ifade etmektedir. Bediüzzaman'ın birinci
zamanda yazdığı eserlerinde bir Müslüman'a ait devrimci özellikleri müşahede ederken,
ikinci dönemdeki eserlerinde muhafazakâr tavrı dikkat çekmektedir. Bediüzzaman'ın
ikinci dönemdeki muhafazakâr tavrı, elbette İslami değerlere şiddetli saldırının
sonucudur. Nitekim o, Sözler isimli eserinde, İslam'ın değişen ve gelişen zamanlara
uyumunu sağlayan içtihat müessesesini değerlendirirken, içtihat kapısının açık olduğunu,
ancak bugün için bu kapıdan girişe maniler bulunduğunu söyler. Bu tespitini de "Nasıl
ki kışta, fırtınaların şiddetli olduğu bir vakitte, dar delikler dahi seddedilir;
yeni kapılar açmak, hiçbir cihette kar-ı akıl değil. Hem, nasıl ki büyük bir selin
hücumunda, tamir için duvarlarda delikler açmak gark olmaya vesiledir. Öyle de şu
münkerat zamanında ve âdat-ı ecanibin istilası anında ve bid'aların kesreti vaktinde
ve dalaletin tahribatı hengamında, içtihat namıyle, kasr-ı İslamiyet'ten yeni kapılar
açıp duvarlarından muhariplerin girmesine vesile olacak delikler açmak, İslamiyet'e
cinayettir" sözleriyle gerekçelendirir. Bediüzzaman'ın içtihatla ilgili ulaştığı
sonuçta saldırının etkileri açıkça kendini göstermektedir.

Netice-i Kelam

İnsanlar sözcüklerle düşünür ve çerçeve çizerler. Sözcüklerin kişilik oluşturmada
güçleri vardır. İnsanlar zaman içersinde kendilerine taktıkları isim, unvan ve sıfatlara
uygun kişilik kazanmaktadırlar. Muhafazakâr tabirinin muhtevası, bir Müslüman'ın
taşıması gereken özellikleri içinde barındırmamaktadır. Müslümanların olağanüstü
şartlarda, arızi bir durumu ve tavrı ifade için seçtikleri bu sözcüğü; yani muhafazakâr
tabirini kendilerini ifade için devamlı kullanmaları, onların devrimci özelliklerini
törpüleyecek, zaman içersinde bu özellikleri yok olacaktır. Muhafazakâr tabirinin
seçilmesinde etkisi bulunan şartlar ortadan kalktığında, bu sözcüğün müzedeki yerine
konulması gerekmektedir. Batı'nın bir medeniyet olamadığı, uygarlık seviyesinde
kaldığı, insanlığa güç gösterisi sunduğu, hak ve adalet kavramlarının onun uygarlığında
bir yer edinmediği, dolayısı ile Batı'nın iddialarının ve ortaya koyduğu değerlerin
insanlığa mutluluk getirmediği günümüzde bariz bir şekilde ortaya çıkmıştır. Ortaya
çıkan bu durum karşısında İslam artık kendini savunma durumunda değildir. Müslümanlar,
İslam'ın insanlığa sunduğu değerleri ve ona vaad ettiklerini gündemlerine alıp,
bunu ilan etmelidirler. Yani sözün özü, muhafazakâr ve muhafazakârlık sözcüğünün
müzeye konulma zamanı geldi.

Öz

Muhafazakârlık, yirminci yüzyılın son yarısında Türkiye'de dindar Müslümanların
ve bazı siyasi hareketlerin kendilerini ifade ve tarif etmede kullandıkları bir
kelimedir. Dindar insanların muhafazakârlık sözcüğünü, geçmişte kendilerini ve İslamiyet'i
tarif için kullanmadıklarını görüyoruz. Kavramın bugünkü manada kullanımına, İslami
kaynaklarda da rastlamıyoruz.

Müslümanların muhafazakârlığıyla sınırlı olan bu çalışmada 'Dindarların son zamanlarda
kendilerini ifade etmek için bu kelimeyi seçmelerinin nedenleri nelerdir? Onları
zorlayan amiller var mıdır? Bu sözcük, dindar Müslümanları ifade etmede yeterli
midir? gibi sorulara cevaplar aranmakta ve Bediüzzaman'ın muhafazakârlığı üzerinde
durulmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Muhafaza, muhafazakârlık, Müslüman, statüko, herodian tip,
zelot tip

Abstract

Conservatism is a word used by the religious Muslims and some political movements
to define and describe themselves in the second half of the twentieth century. We
know that religious people did not use this word in the past in order to define
themselves and Islam. We also do not come across this word with the current meaning
in the Islamic sources.

This article is limited to conservatism of Muslims and looks for the answers
to the following questions: Why do the Muslims choose this word to express themselves,
recently? Are there any factors putting pressures on Muslims in their choice of
this concept? Is this word sufficient to express religious Muslims? This article
also focuses on the conservatism of Bediüzzaman.

Key Words: Conservation, conservatism, Muslim, status quo, herodian typ, zelot
typ