What Does Love-Focused Life Bring In?

Kayıp Halka Bulundu

Sinir bilimlerindeki son gelişmeler insan beyninde dağınık
çalıştığı zannedilen bazı hücrelerin varlığını tespit etti. “Ayna nöronlar”
denilen bu hücreler, sezgisel durumu kopyalamayı başarıyorlardı. Bu ayna sinir
hücreleri, birlikte olduğumuz insanların duygusal akışını ve niyetlerini tespit
edip kopyalayıcı hücreler. Bizim beynimiz ile diğer insanların beyni arasında
duygusal alışveriş deneylerle gösterilebildi. Altıncı duygu denilen sezgisel
duyular tespit ediliyor; ama bu kanıtlanamıyordu. Kayıp halkanın bulunması
konusunda somut bir adım olan sinirsel mekanizmalar nelerdi?

Ayna sinir hücreleri iki insan arasındaki duygu koordinasyonuna
ve senkronizasyona hizmet ediyorlar. Bir insanın duygusal yakınlığı diğer
insanın duygularını etkiliyordu. Ayrıca sinir hücreleri duygusal akışı birlikte
olduğu insanın niyetini kopyalarken, ikinci kişinin beyninin bazı bölgeleri
aktif hale geçiyor; özellikle güçlü şekilde ifade edilen duyguları yakalama
eğilimi daha belirgin fark ediliyor. Duygusal uyum hisleri, insanlar karşı
karşıya geldiklerinde tavırları, ses tonu, mimik ve jestlerle hızlı şekilde olup
olmamayı sağlıyor. Birinin düşmanlığı karşı tarafın düşmanlığını arttırıyor,
tansiyonunu yükseltebiliyor. Sevgimiz diğer kişinin sevgisini çekebiliyordu.

Son yıllarda yapılan sosyal beyin çalışmaları sinir biliminin
ölçeğini köklü ve bilimsel bir şekilde genişletti. Tek bir vücut veya beyin
yerine birbiriyle alışveriş yapan beyinler bilimsel kategori oldular. ABD Utah
Üniversitesinden Dr. Diamond ve Dr. Aspinwall isimli iki psikolog “Karşılıklı
düzenleyici psikosinirinden” söz ediyorlar. Duygusal yakınlıkların diğer insanın
psikolojisini etkilediği spritüel bir gerçek değil, kanıtlanabilir bir gerçek
olmuştur. Chicago Üniversitesinde kavrayışsal ve toplumsal sinir bilim merkezi
kurulmuştur. Bu merkezin başkanı John Cacioppo “ilişkilerimizin duygusal durumu,
kalp-damar ve hormonal sistemimizin rotasına önemli etki yapıyor” diyor.

Sevgi Bağından Yoksun Bırakılmak

İnsan beynindeki kablonun internet gibi çalışan sinir
hücrelerinin faaliyeti FMRI çalışmaları ile ölçülebiliyor. Yemeği yerken, yemeği
seyrederken ve yemeği hayal ederken insan beyninde ayrı bölge harekete geçiyor.
Karşınızdaki insan kolunu kaldırırken, sizin beyninizde, kolu kaldırma ile
ilgili bölge harekete geçer. Korkulu bir bekleyiş esnasında sizi seven birisini
yanınızda hayal etmeniz veya görmeniz beyindeki kaygı ile ilgi bölgeyi
yatıştırıyor. Bütün bu bilgiler duygusal ilişkilerin sağlığa faydalarını veya
zararlarını ortaya çıkarırken tıp çevrelerinin tüyleri diken diken oluyor.

Sevilmek, sevmek, reddedilmek, kalp kırıklığı psikolojik haz ve
psikolojik acı arasında sonuçlar doğuruyor. Bunlar beyin metabolizmasında
biyokimyasal karşılıkları olan duygulardır. İnsanlara uygulanan kötülüklerden
birisi ortaya çıkıyor; “sevgi bağından yoksun bırakılmak”. Modern yaşam insanın
parasal sermayesini artırdı ama duygusal sermayesini azalttı. Zayıflayan
duygusal bağlar, hayatı ve hastalıkları yalnız başına göğüslemek, ikinci bir acı
çekmek oluyormuş. Bir annenin, babanın, eşin, evladın, arkadaşın sevdiklerini
duygusal olarak ihmal etmeleri onlara karşı sadece bencillik yapmak değil acı da
çektirmek imiş. Duygusal iyilik halinin bedensel iyilik haline dönüşmesi,
biyolojik bir bilgi imiş. “Son çare” tedavisi gören ağır hastaların ümit
duygusu, iyileşme beklentisi, sevgi dolu bir ortamda bulunmasının bilimsel
kategori olduğu anlaşıldı. Şimdi sıra dua ile beyinde ortaya çıkacak
değişiklikleri tespit etmeye geldi. Gıyabında dua edilip iyileşen insanların da
acaba beyinlerinde ayna nöronlar harekete mi geçiyor? Böylece bağışıklık
sistemleri hastalığı yeniyor. Allah’a inanç gibi zihinsel sığınakları olan
kişilerin beyinlerinde ayna nöronlar harekete geçip iyileşmelerine katkı
sağlıyor mu? Bu sorulara gerçek bilim insanları cevap vereceklerdir.

Sevgisiz kalan sosyal reddediliş durumlarında beynin acı
merkezlerinin aşırı hassasiyet kazandığını UCLA’dan D.M.D Lieberman ve N.
Eisenberg kitaplarında söz ediyorlar. (10 Ekim 2007 New York Times haberi)

Sevginin genetik yönü

Sevgi genetik bir eğilimdir. Beynimizde duygulardan sorumlu alan
zenginleştikçe bu his de gelişip, aşka dönüşür. Kadını erkeğe, erkeği kadına
yönlendiren bu meyil; yani aşk olmazsa, iki cins birbirine katlanması gerektiği
zaman, bunu yapamazlar. Aşkta ideal olan sadakate dayalı, sevgi, saygı ve güven
bağlarıyla sarmalanmış bir ilişkidir. Bu ilişkinin iyi olduğu kadar fırtınalı ve
zor geçen günleri de olacaktır. Ancak sevginin gücü bu zorlukları aşmaya yeter.

Beynin sevgiyle ilgili bölümü, çocukluğun ilk dört yılında
gelişir. Bu sebeple anne çocuk arasındaki ilk dört senelik ilişki son derece
önemlidir. Çocuğun bir bakış ya da dokunuşla bile olsa sevildiğini hissetmesi,
bu alandaki hislerinin inkişafına yardımcı olur. Hayatının ilk zamanlarında
sevgi görmeyen çocuk kendisini güvende hissetmeyecek ve beyin büyüme hormonu
salgılamayacaktır. Büyümesi yavaşlayan çocuğun fizikî gelişimi de
zayıflayacaktır. Meselâ, Batı’da bebek kutularına koyulan, bizde ise cami
önlerine bırakılan çocuklar vardır. Bu çocuklara yuvalarda çok iyi fiziksel
imkânlarla bakılmasına rağmen sık sık bakıcı değiştirdikleri için insanlarla
teke tek, kararlı ve tutarlı iletişim kurmakta zorlanırlar. Yeterince sevgi
alamayan çocuk, temel güven duygusunda eksiklik olduğu için dış dünyaya kapanır.
İçe kapanıklık başta anne yoksunluğundan kaynaklanan bir protesto dönemiyle
başlar. Çocuk bu safhada yanına yaklaşan her şeye ağlar. Daha sonra içe kapanma
dönemi yaşar, dünyadan kopar ve adeta otistik bir hayatın içine girer. Bunun
belirtileri, okuma yazmayı öğrenememesi, hayattan kopuk davranışlar
sergilemesidir. Anne yoksunluğu yaşayan çocukların bir kısmında beyin büyüme
hormonu salgılayamaz. Çünkü sevgi, beynin nörofizyolojik ihtiyacıdır. Çocuk
yuvalarında “hospitalization – Yuva Hastalığı” şeklinde adlandırılan bir
hastalık vardır. Bu sendromun gözlendiği çocuk çok sık rahatsızlanır ve ani
ölümler yaşanır. Yuva hastalığını engellemenin yolu, bir enerji olarak çocuğun
sevgiye olan ihtiyacının mutlaka karşılanmasıdır.

Kadın beyninde duygusal alanlar gelişkin olduğundan sevgi
ihtiyacı erkeğe nazaran birkaç misli daha fazladır. Erkeğin ihtiyacı bir ise,
kadının üç, dörttür. Ancak erkekler kadınları kendileri ile kıyasladıklarından
onların bu taleplerini anlayamamaktadırlar. İşte cinsler arası ilişkilerde en
sık rastladığımız sorun da budur: Yani erkeklerin sevgilerini ifade etmemeleri
sonucu kadınların sevilmedikleri hissini fazla yaşamalarından kaynaklanan
problemler. Erkek “Zaten seni seviyorum. Bunu yıldızlı laflarla söylemeye ne
gerek var?” diye düşünürken, kadın sevilmediğini hissettiğinde erkeği çekmek
için daha fazla sevgi verir. Böylece geri dönüşü olan bir yatırım yapar. Ama
erkeklerin çoğu verilen bu sevgiyi israf eder ve maalesef değerini de bilmez. Bu
durumu tarlaya buğday ekmeye benzetebiliriz. Ekilen darının bir avucu kuşlar,
bir avucu toprak ve ancak bir avucu buğday içindir. Bu misaldeki gibi bir bakış
açısı kadının mutsuzluğunu önler. Yani sevgi verirken üç koyan kadın erkekten
bir beklerse hayal kırıklığına uğramamış olur. Zira erkekler kadınlara nispeten
duygusal bakımdan kör ve sağır sayılabilirler. Böyle bir insan karşı tarafın
hissiyatını anlayamadığı için sevgi ilişkisi kurmakta zorlanır. Yapılması
gereken gönül işlerinde erkeklerin gözlerini ve kulaklarını açmaktır.

Sevme kapasitesi

Aşk, insandaki temel duygulardan birisidir ve bunun dengeli bir
biçimde karşı cinsle paylaşılması gerekir. Tabii aşk bir tek noktaya yönelirse
diğer alanlar güdük bırakılmış olur. Meselâ, insan mesleğine aşıksa onunla yatıp
onunla kalkar. Erkeklerin aşkları genellikle mesleklerine yöneldiğinden iyi bir
iş adamı olsalar da iyi bir eş ya da iyi bir baba olamayabilirler. Benzer şey
kadınlar için de geçerlidir. Onlar da çocuklarına olan aşırı bağlılıkları
sebebiyle ilgilenmeleri gereken diğer tarafları atıl bırakabilirler. Demek ki,
aşkın önem ve öncelikler piramidi olması gerekmektedir. Bu piramit kişinin
kendisine soracağı şu sorular ve bunların cevaplarıyla belirlenebilir: İnsan en
şiddetli aşkı neye duymalıdır? Aşk piramidinin tepesine koyulması gereken soyut
idealler mi, karşı cins mi, yoksa var oluş gayesi midir? Bir hedef uğruna
ölünmesi icap etse, bu hedef ne olmalıdır? Soyut idealden sonra aşk şemsiyesi
altına sırasıyla hangi sevgiler girebilir? İnsan kendisine bu ve benzeri
soruları sormadan aşk yaşarsa bu aşk, içinde acı tohumlar barındıran mecazî bir
boyutta kalır.

Sevginin ölçüsü

İnsan sevgisini belli bir ölçüde tutup, akıllıca yürütüyorsa bu
hem kendisi hem de sevdiği için avantajdır. Ama sevgisiyle karşı tarafı
boğuyorsa bir müddet sonra “olmaz olsun böyle sevgi” sözlerini duyacaktır. Bu
sebeple sevgideki başarı, dengeden geçmektedir.

Fakat sevgisiz geçen bir ömür, çok yazık edilmiş bir ömürdür.
İnsan hayatının anlamsızlaşması demektir. Kişi sevdiğinin yanında olduğu zaman
kendini güvende hisseder. Ondan aldığı destekle zorluklara dayanma gücü artar.
İki gözle bakan kişi, bir anda dört gözle bakmaya başlar. Birinin göremediğini
öbürü görür. Sevenler birbirleri adına düşünür ve kaygılanırlar. Bu tarzda
yaşanan sevgi bolluğunun hiçbir sakıncası olmaz; çünkü iki tarafta sevgiyi
kullanmayı biliyordur. Böyle bir evlilik iki kişinin beraber yaşaması değil,
birbirlerini tamamlaması demektir.

Sevginin ifadesi

Sevginin herkesçe farklılaşan bir ifade biçimi vardır. Bir
insana aşkımızı anlatmak için mutlaka ona şiirler yazmamız, herkesin içerisinde
“seni seviyorum” dememiz gerekmez. Duygusal paylaşım için uzun uzun konuşmak da
şart değildir. Sıcak bir tebessüm, birkaç güzel söz onlarca kelimenin
anlatamadığını anlatır. İki tarafın da en büyük ihtiyacı olan aşk, anlamlı bir
bakışla bile karşımızdaki insanda yerini bulacaktır. Hattâ bu bağlılığını beden
diliyle ifade eden aşıkların aşkının daha gerçekçi olduğunu söylemek dahi
mümkündür. Çünkü birbirini gerçekten seven iki kişi hiç konuşmadan saatlerce
bakışabilirler. Bulundukları mekânda o kadar yakın otururlar ki; vücut diliyle
“aramıza kimse girmesin” mesajını verirler. Bu, kadını ve erkeği rahatlatan bir
sevgidir.

Sevgi, kalemdeki mürekkep gibidir. Mürekkebin varlığını anlamak
için yazmak kâfidir. Kalemin içini açıp baktığın zaman da mürekkebi görürsün ama
kaleme zarar verirsin. İşte bunun gibi kadın da erkeğin sevgisini kendisi için
yaptığı fedakârlıktan anlayabilir. “Eşim beni seviyor mu?” diye kurcalayarak
ilişkisine zarar vermek yerine erkeğin ona olan muamelesinden bir sonuca
varabilir. Erkeğin sevgisini izhar etme yolu istirahatından fedakarlık edip
kadının mutluluğu için bazı sıkıntılara katlanmasıdır. Fakat kadın sevildiğini
sözle duyma konusunda ısrar ederse, erkeğin hisleri savunmaya geçer ve kadından
uzaklaşır. Kişi sevildiğini muhatabının davranışlarından anlayamıyorsa bazı
testler uygulayabilir. Ancak bu testler, karşıdaki insanın olumsuz duygularını
ortaya çıkarmak için yapılmamalıdır. Erkeği kıskanıp, kızdırdıktan ve üstüne
giderek en ağır sözleri söylettikten sonra “düşündüğüm gibi bu adam beni
sevmiyor” diyen kadın evliliğiyle kumar oynuyor demektir. Halbuki evlilik kumar
oynanmayacak kadar ciddî bir iştir. Seven erkek zaten bellidir. Erkeğin eve
zamanında gelmesi, evliliğinde mutlu bir atmosfer oluşturmak için çaba sarf
etmesi, sevgisinin davranışlar aracılığıyla tezahürüdür. Kadının bu muameleden
sevildiği hükmüne varması en tabii olanıdır.

Sevgi aynı zamanda psikolojide, psikolojik pain yani psikolojik
ağrı denilen korkunun ilacıdır. Nasıl romatizma vücudumuzu kapladığı zaman her
tarafımız ağrı çekerse, korku da bütün psikolojimizi etkileyen bir ağrıdır.
Ancak sevgi öyle bir ateştir ki o yandığı zaman endişe yok olur.

Korkunun yerini alan güven duygusu beyindeki stres hormonu
salgısını azaltır ve mutluluk artar.

Beynin her hisle ilgili kimyasal bileşimi vardır. Kişi hangi
duyguyu yaşıyorsa beyninde ona bağlı salınımlar olur. Aşık olmak sarhoş edici
bir duygudur. Aşkın kimyası üzerine yapılan araştırmalarda, aşk esnasında
beyinde keyif verici, gevşetici, vücuttaki ağrıları giderici, morfin benzeri bir
madde salgılandığı tespit edilmiştir. Tabii bu insanın sevgi ve mutlulukla
ilgili zihnî melekelerini harekete geçirmesiyle mümkündür. Ayrıca böyle bir
beceriyi kazanmak isteyen kimsenin elinde doğru ölçüler olması şarttır. Eğer bir
insan aşkı iyi tanımış ve sevgi yatırımını doğru kanala yapmışsa, bağlandığı
kimse ya da sevdiği şey elinden alınsa bile bu muhabbetini onun hatırasına saygı
duyarak devam ettirebilir. Neticede de uzun vadeli bir aşk ortaya çıkar. Bu
konudaki en önemli örnek, Hz. Mevlâna’dır. Ölüme “düğün gecesi, vuslat” diyen
Mevlâna, yaklaşık bin sene önce yaşadığı halde aşkının oluşturduğu çekim gücüyle
sevilmeye devam ediyor. Onun söylediğine benzer fikirleri başka filozoflar da
söylemesine rağmen, Rumî’deki ilahî aşk bir kara delik gibi onu cazibe merkezi
kılmayı sürdürüyor. Üstelik yaşadığı hakiki aşkı kendisine bağlanan insanlara da
tattırarak, güçlü bir frekans oluşturuyor.

Sevgi, olgunlaştırılması gereken ham duygulardan birisidir ve
değişkendir. Sevgi de eli açık davranmak ve bunu sevdiğine cömertçe dağıtmak
nitelikli bir ilişkiyle mümkündür. Ciğerlerini geliştiren bir yüzücünün iyi
yüzmesi ya da kaslarını çalıştıran bir sporcunun hızlı koşması gibi aşıkta
sevgisini renklendirip, yenilediğinde sevdiği kimseyle kalitesi ispatlanmış bir
münasebet kurar. Sevginin devamı için yapılacak uzun soluklu bir yatırım,
ilişkinin ileride karşılaşacağı badireleri kolaylıkla atlatmasına yardımcı olur.

Görünmez Bağ

Sevgi, insanları birbirlerine yakınlaştıran “görünmez bağ”
denilebilecek bir duygudur. Nasıl ki, atomun içinde nötron, proton ve elektron
varsa ve bunları birbirine bağlayan şey çekim kuvveti ise; canlılar arasında
çekimi sağlayan şey de, sevgi duygusudur. Eskilerin “kuvve-i cazibe” dedikleri
şeydir bu. Sevginin üzerine değişik olumlu duyguların eklenmesiyle de sevginin
türleri oluşur.

Renkler ve Duygular

Renkler, beyazla siyah arasında değişir. Beyazdan başlayarak,
kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, mor ve siyah şeklinde devam edip gider.
Ortaya kırmızı ve mor ötesi ışınlar çıkar. Bütün renklerin hızla bir arada
dönmesi sonucunda da beyaz oluşur. Beyaz, saflığı gösteren renktir. Kırmızı,
sevgiyi ifade eder. Sarı korkunun, mavi de güvenin temsilcisidir. Mavide,
sınırsızlık duygusu da yer bulur. Kırmızıyla diğer renklerin karışımı ara
renkleri ortaya çıkarır. Siyah, insanı karanlığa doğru götüren renktir.

Duyguların Birleşimi

Sevgiye ümit eklendiğinde, insanı harekete geçirir ve yaşama
sevincini artırır. Sevgiyle ümit beraber olduğunda motivasyon ortaya çıkar. Eğer
ümitsiz bir sevgi söz konusuysa, çaresizlik duygusu doğar. Bu sebeple pozitif
duygular içerisinde en önemlileri, sevgi ve ümit duygularıdır. Bu hislerin
beraberliği, sevgiyi artırıcı etki yapar.

Eğer insanın sevgi nesnesi karşısındaki olursa, empati ortaya
çıkar. Bu da sevgiyi artırarak dostluğun doğmasına yardım eder. Sevgi ile üzüntü
duygusu birleştiği zaman acıma, sahiplenme hisleri oluşur.

Sevgi saldırganlık ile birleştiği zaman kontrol etme isteği
doğar. Saldırgan kişilerdeki sevgi, sevdiğini disipline etmek şeklinde ortaya
çıkar. Bu, çoğunlukla zarar veren bir sevgidir.

Sevginin Kullanımı

Sevginin kullanımı sevgi nesnesine göre belirlenir. Sevginin
sosyal duygulara dönüşmesi de böylelikle gerçekleşir. Sevgi, erotik, romantik,
aşkın ya da diğer tanımıyla spritüel sevgi biçiminde türlere ayrılabilir.

Sevgi Türleri

Erotik sevgi, sonsuz zevk içerir. Bu tür sevginin esası,
karşıdaki insanın cinsel çekiciliği olduğundan, cazibenin kaybı durumunda sevgi
de yok olur. O yüzden, bunun şartlı sevgi olduğunu söyleyebiliriz. Cinsel
arzular, neslin devamı için önemlidir, fakat insanın bütün yaşamını zapt etme
ihtimali de olan bir güce sahiptir. Erotik sevgi, insan dışındaki diğer
canlılarda da vardır. Romantik sevgi ise, soyut bir zevk içerir ve daha çok
insana özgüdür.

Sevgi ile bağlılığın bir araya gelmesi sonucunda aşk oluşur. O
kişi sevdiği kimseye bağlandığı için şiddetli bir şekilde onu düşünür, arzular.
Aşk bir müddet sonra tutkuya, yani kişinin sevdiği için kendini feda etmesine
dönüşebilir. Onun için ateşe atılır, yanar, hastalanır. Sevgi öyle bir duygudur
ki, insan sevilene doğru göç eder.

Aşkın Sevgi

Sevgi türlerinden biri de aşkın sevgidir. İnsan kendisini
güçsüz, zayıf, yetersiz hissettiğinde her şeyi bilen, her şeye gücü yeten, bütün
olayları kontrol altında tutabilen, her şeyin anahtarı elinde olan, göremediği
ama hissettiği bir güce sevgi duyar. Bu büyük güce yönelen his, manevi özelliği
olan bir muhabbettir. Bu güçlü his, bağlılıkla birleşirse, Mevlana’nın Hakk’a
olan sevgisi gibi derin bir aşk olur. İnsan bu dereceye erdiğinde öyle bir hale
gelir ki, sanki her an Yaratıcıyı görüyordur, O’nun yanındadır. Kendini O’na
feda etme derecesinde sever.

İnsan Güzeli Sever

İnsanda mükemmeli sevme eğilimi vardır. Kişi, hoşlanmadığı,
görüşmekten hazzetmediği birinin bile iyi yanlarını sevebilir. Bu, diğer
canlılarda olmayan bir hususiyet olduğundan, insanın tekâmül etme vasfını da
gösterir. İnsan gelişim sürecinde yaşar. Onu ilerleten şey, güzel olanı sevme
duygusudur. İnsan statükodan, tutuculuktan hoşlanmaz, yenilik arayışıyla yaşar.
İşte bu noktada, dinamik olma özelliği taşıyan sevginin insanoğluna en yakın ve
yardımcı duygulardan biri olduğunu görürüz.

Sevme Duygusu Geliştirilebilir mi?

Sevme duygusunu köreltmek de, geliştirmek de mümkündür. Sevgide
önemli olan, sevgi nesnesinin ne olduğudur. Mesela, bazı insanlar çok sevgi
doludurlar, fakat sadece kendilerini ya da yanlış şeyleri severler. Doğrusu
iyiyi ve güzeli sevebilmektir.

İnsanlar arasındaki muhabbetin artması için sevgi
davranışlarının karşılık görmesi önemlidir. Mesela, aile içinde sevgiyi artırmak
istiyorsak, aile fertlerine içtenlikle ve samimiyetle davranarak, duygularımızı
pekiştiren örnekler sergilemekte fayda vardır. Ancak sevgi karşılık görmediğinde
söner. Bu sebeple devamlı beslenmesi gerekir.

Çocuklarda Sevgi

Sevginin en yoğun olduğu varlık çocuktur. Çocuklar genel olarak
kendilerine bakan insanı severler. Annelerini ya da annelerinin yerine
geçebilecek bakım veren kişiyi çok severler. Çocuk büyüdükçe sevgisini dağıtmayı
öğrenir. Mesela, annesinden sonra babasını, oyuncaklarını, ailesini sevmeye
başlar. Sevginin doğru dağılımı; kişinin kendi var oluşunu, evrendeki konumunu,
evrensel bütünlük içindeki yerini bilmesi sonucu bütün sevgi taşlarını doğru
yere oturtmasıyla sağlanır. Çocuk en nihayetinde kendisini bütünün parçası gibi
görür ve sevgi kartlarını yerli yerine koymayı başarır.

Otistik Çocuklarda Sevgi

Otistik çocuklarda beynin sevgiyle ilgili alanları
gelişmemiştir. Otistik çocuk kucağa alındığında tahtta oturuyormuş gibi durur.
Vereceği tepkiler bakımından, bir kutuyu kucağa almakla otistik bir çocuğu
kucağa almak arasında fark yoktur. Sevgi yoksunluğunu anlayabilmek için otizmi
bilmek gerekir. Otistik çocuklar, karşı tarafın sevgisini anlayamadıkları gibi
acısını da anlayamazlar. Karşıdaki insan zarar görse bile, otistik çocuğun
beyninde onun canının acıdığı ile ilgili bir algı yoktur. Duygusal farkındalığı
gelişmemiştir. Onun dünyasında tek doğru vardır ve bu genellikle kendisiyle
ilgilidir. Sadece kendisine bakan kişiyi değerli görür. Kısmi otizm gözlenen
çocuklarda bazı duygular gelişmiştir. Ancak tam otistik olanlarda hiçbir sevgi
tezahürü görmek mümkün değildir.

Sevgi Piramidi

İnsanlar sevgiyi üç türlü kullanırlar: Birincisi sevgiyi sıradan
kullanan kimselerdir. Bunlar günlük yaşayan, eşini, ailesini, yemek yemeyi vs.
seven kişilerdir. Sevdikleri şeyler daha çok maddi ve manevi çıkar sağlayacak
cinstendir. İkincisi, sevgiyi üstün şekilde kullanan kişilerdir. Bunlar, birinci
gruptakilere ek olarak, yaşadıkları toplumu ve dünyayı da severler. Bir de
bilgece sevgi vardır ki; insan bu sevgi türünde diğerlerine ek olarak evreni ve
Yaratıcıyı da sevdikleri içine katmıştır. Yalnızca dünyayı değil, ölüm sonrası
yaşamı da sever. Bilgece sevmeyi başarabilen insanlar, piramidin tepesindekiler
gibi sayıca azdır. İdeal olan sevgi şekli, ölüm sonrasını da düşünerek sevmeyi
başarmaktır. Yalnızca dünya hayatını baz almak, insanı sınırlı bir sevgiye
götürür. Ölüm sonrasını da düşünerek sevebilmek, bilgelerin başardıkları bir
iştir. Bu sebeple de zordur.

Sevginin Davranışlara Yansıması

Sevginin davranışa yansıma şeklini daha çok sevgi nesnesi
belirler. “Bir insanı kişiliği sebebiyle mi yoksa sahip olduğu sıfatlardan
dolayı mı seviyoruz?” sorusu bu konuda önemli bir sorudur. Eğer duyduğumuz his,
o kişinin karakterine yönelik bir sevgiyse daha kalıcıdır. Ama asıl sevdiğimiz
muhatabımızın sıfatlarıysa, o sıfat olmadığında muhabbet de biter. Yani,
sevginin karşılıklı ve uzun süreli olması için karşı tarafın kişiliğine
yönelmesi gerekir. Ayrıca insanlar arasındaki iletişimin devam edebilmesi için,
duygular muhakkak karşı tarafa aktarılmalıdır. Bu anlamda, kadınlar iletişimde
sevgiyi çok iyi kullanırlar.

İnsan evlenmek, yatırım yapmak gibi hayatıyla ilgili riskli
kararların arefesinde mantıksal ihtiyaçlarından çok duygusal ihtiyaçlarının
sesini dinleyerek hareket eder. O halde, duyguların karar verme mekanizmasında
ve iletişimde önemli olduğunu söyleyebiliriz. Vücudumuzda dolaşan kan ne ise,
iletişimde de duygu o anlama gelir. Duygudan yoksun bir iletişim kalıcı
olmayacaktır. Reklamcılar, bu psikolojik gerçekliği kullanarak tanıtımını yapmak
istedikleri nesneyi sevdirmeye çalışırlar. Bunu becerebildiklerinde iletişim
başarısı ortaya çıkar. Bu da göstermektedir ki, sevginin davranışlarla çok yakın
ilişkisi vardır. Bir davranışı benimsemek için öncelikle o davranışın
sevilebilir hale gelmesi gerekir. Bir şeye onay vermek, mantığın yanı sıra sevgi
ile mümkün olur. Çünkü sevgisiz iletişim tek kanatlı kuş gibidir; uçamaz. Kuşun
uçabilmesi için sevgi ve bilgi kanatlarının olması lazımdır.

Sevgi Değer İlişkisi

Sevgi değerlerle birleşirse eyleme dönüşür. İyi değerleri
benimseyen kişi iyi, kötü değerleri benimseyen kişi kötü işlere yönelir. Bu
sebeple, değerler insan davranışlarında çok belirleyicidir. İnsanın duygularını
fark etmesi, doğru değerler seçmesi ve iyi davranışlarda bulunması birbirini
izleyen basamaklar gibidir.

Sevgi, olaylara karşı acımasız olmayı engeller. Bir insan karşı
tarafa sevgiyle yaklaşırsa o kişiye değer veriyor ve onu önemsiyor demektir.
İnsan değer verdiği bir şeyi ya da kimseyi kolay kolay harcamaz. Bir insanın
kendisine sevgi duyduğunu hisseden kişi, onu dostu olarak kabul ederken, sevgi
azlığı “düşmanlık”’ algısına sebep olabilir. Sevginin zıddı, korkudur. Sevgi
çoğaldığında korku azalır. Korku arttığında sevgide eksilme meydana gelir. Bir
insanın sevdiği kişiye olan ilgisi azalmış, bunun yerini korku almış ise o
kişiye duyulan sevgi gerilemeye başlar. Muhatabından zarar göreceği endişesine
kapılan kişinin davranışları savunma şeklini alır. Ancak insan bazen nefret
ettiğini zannettiği kişiyi aslında seviyordur. Mesela, çok sevdiği birini ele
geçiremediğinde ona karşı öfke duymaya başlar. Kusurlarını görür, iyi
taraflarını yok kabul eder. Hoşlanmadığı yönlerine odaklandığı için de küçük
hatalarını büyütür, her yaptığını kötü görür ve nefret duyguları taşır. Bu
olumsuz abartılı algılamaların tam zıddını temsil eden bir sevgi türü de söz
konusudur. Seven kişi, sevdiğinin gerçek dışı bir şekilde iyi olduğunu düşündüğü
için ondan gelebilecek muhtemel zararları göremez. Eğer sevgi ile beraber menfi
bir algılama da söz konusu ise, o insanın iyi taraflarını severken, kötü
yönlerini gördüğünde sevgisi azalabilir.

Sevgi Nesneleri

İnsan sevdiği kişi ya da nesneleri, değerlerin yardımıyla
belirler. Mesela, olgunlaşmamış kişi sevgiyi çıkarına göre kullanır. Ama
olaylara daha genel bir perspektiften bakabilen kişiler açısından sevgi daha
farklı bir şeydir. Bu temel duyguyu “kısa ve uzun vadeli sevgi” olarak ikiye
ayırabiliriz. Kısa vadeli sevgide anlık zevkler hâkimdir. Uzun vadeli sevgide
ise, insanın başlangıçta hoşuna gitmeyen şeylere ihtimamla yaklaşarak
gelecekteki mutluluğu için zorluklara katlanması ve mücadelesini sürdürmesi söz
konusudur. Bu sebeple, sevgide önemli olan parametrelerden birisi sevgi
nesnesiyle beraber sevginin vadesidir. Kısa süreli sevgi, kısa süreli
mutluluktur. Cinsel mutluluk gibi… Kişi, bugün “iyi”, “güzel” dediği bir şeye
yarın “kötü” diyebilir. Bu da çocukların yaşadıkları mutluluğa benzer. Uzun
süreli mutluluğu aile içi ilişkilerde yaşatmak istiyorsak, bizi memnun eden şeyi
farklı açılardan görmeye çalışmalı, bunun sevgiye katkısını temel alarak
düşünmeliyiz.

Sevgi nesnelerinden sosyal yaşamda çok önemli olan bir türü de
“kemâl”e sevgidir. Sevgiyi nitelikten niceliğe dönüştüren kısaca sevgiye kalite
katan mükemmele eğilim göstermesidir. Ticari başarıda Nazif Gürdoğan hocamızın
ürettiği kavram burada önem taşır “Kalitenin pasaportu yoktur.” Kaliteli malın
pahalıda olsa kaliteli müşterileri vardır.

Sevginin süresi kadar önemli olan bir diğer parametre de,
sevginin miktarıdır. İnsanlar arasında muhabbeti artıran unsurlar iyi belirlenir
ve sevginin dozu doğru ayarlanırsa, abartılı duyguların önüne geçilebilir.
Mesela, insan paradan hoşlanabilir. Ama bu kısa vadeli bir sevgidir. Uzun vadeli
düşüncesi der ki, “Paraya bu kadar değer verme.”

Bir de bilgece sevgi vardır ki, bu insana ölüm sonrası mutluluğu
da düşündürür. Kısa vadeli sevgide geçici mutluluklar, uzun vadeli sevgide
hayatının sonuna kadarki zaman dilimini mutlu geçirmek, aşkın sevgide ise
ölümden sonra da mutlu olma hedefi saklıdır. Yani insanın ideal mutluluğu,
ölümden sonrayı da göz önüne alarak sevgisini yönetmesinde yatar. Bu durumda
kişi, gelecek kaygısını gidermiş ve ölüm korkusunu yenmiş olur. Böylece sonsuz
mutluluğa ulaşır.

İnsanın yaşının ilerlemesi, sevgi nesnesini, sevginin dozunu,
yatırımını doğrudan ilgilendirir. Kişinin olgunlaşma sürecini tamamlandığını
gösteren en önemli delillerden birisi, sevgiyi her yönüyle doğru kullanmasıdır.
Olgunlaşmamış kişilerin sevgisi, daha çocuksu ve ilkel özelliklere sahiptir.
Mesela, yemek içmek, günlük ihtiyaçlarını gidermek, eğlenmek gibi şeyler onlara
yeterli gelir. Yaşı kemale ermiş insanların sevgisinde soyut zevkler, romantizm,
kültür sanat gibi toplumsal olana yönelik bir sevgi yatırımı söz konusudur.
Bütün duygular gibi bu duyguda da önemli olan şey, hissedileni gerektiği gibi
dağıtıp doğru yönetebilmektir. Hisleri zayıf bir insana uygulanacak en güzel
eğitim, duygusal kişilerin elde ettikleri kazancı göstermektir. Günümüzde
insanların birbirlerine olan sevgilerinin azaldığından bahsediyorsak, bunu
artırmanın yolunun mutluluğun iki önemli ayağını canlandırmak olduğunu
bilmeliyiz: Bunlardan birincisi güçlü aile bağları, diğeri de arkadaşlıktır.

Sevgi Suya Benzer

Sevgi, suya benzer. Nasıl ki su girdiği kabın şeklini alırsa,
sevgi de içinde bulunduğu düşünce kalıbının biçimine girer. Susuz bir tas, işe
yaramaz; sevgiden yoksun düz mantık ve salt bilgi de, susuz tas gibidir.
Elimizdeki kabı sevgi suyuyla doldurursak işe yarar.

Sevgi ve Evlilik

İnsanın evlenme sürecinden hemen önce ve ilk evlendiği senelerde
sevgi nesnesi eşidir. Bu, romantik sevgidir. Ama bir süre sonra sevgi dağılmaya
başlar. Çoğunlukla, kadının sevgi nesnesi çocukları olurken erkeğinki işi olur.
Aile içindeki çatışmalar da sevgi nesnelerinin değiştiği bu zamana rastlar.
Fakat çiftler, duygularının paylaşımını doğru yaptıkları takdirde çatışmalar
ortadan kalkar. Evlilik ilerledikçe, kişi sevgisini karşısındakinin
ihtiyaçlarına göre ayarlamayı öğrenir. Tek kişilik yaşamaktan vazgeçip iki
kişilik yaşamaya başlar. Bunu yapmak her zaman zannedildiği kadar kolay
olmayabilir. Bilhassa erkekler, evlendikten bir müddet sonra iş odaklı yaşamaya
başlayıp işlerinden başka bir şey göremez hale gelebilirler. Beyindeki altyapı
oluşumunun da etkisiyle, bazı tökezlemelerin ardından aile sahibi olmanın ve
çocuklarının farkına varıp sevgi dengesini yeniden kurarlar. Bu da sevgi ve
bilgi beraberliğini sağlar. Bilgiye ve sağlıklı düşünceye dayanmayan sevgi,
yanlış yerlere dağıtıldığı için insana hep acı yaşatır. Mesela, insan
ulaşamayacağı şeyleri sevdiği zaman karşılık göremez. Karşılık görmeyen sevgi,
insanın içinde öfke ve nefret tohumları oluşturur. Karşılık görse bile, sevenin
duyduğu kaybetme korkusu içini yiyip bitirir. Çünkü hissedilen mantıklı olmayan
bir sevgidir. Kaybedebilme ihtimali, seven kişiye devamlı acı yaşatır. Sevgide
kederin olmaması için doğru insanları sevmek ve bu hissi yerinde kullanılmak
şarttır.

Sevgi Yoksunluğu Nasıl Giderilir?

Sevgi, insan hayatındaki en baskın duygudur. Sevgi yoksunluğu
yaşayan kişinin yapacağı şey, sevgi üretimini değil, sevgi hazinesini
geliştirmektir. Eğer bir kimse duygu hazinesi geniş olduğu halde, yine de
yoksunluk yaşıyorsa, o zaman mevcut hazineyi nasıl kullandığına bakılmalıdır.
Çünkü yatırımlar hazinede birikir.

Sevgi ve Farkındalık

Sevginin bir boyutu da kişinin kendisini fark edebilmesidir.
Mesela, hayatı boyunca hiç bal yememiş bir insanın balın tadını almasıyla,
devamlı bal yiyen kişinin bu tadı fark etmesi ayrı şeylerdir. Sevgi de buna
benzer. Daha önce sevgiye dair bir tecrübe yaşayan kişi, muhatabının kendisine
karşı ne hissettiğini, sevgisinin ne ölçüde olduğunu ayırt edebilir. Bir
kimsenin başkalarının sevgisine karşı duyarlı olmasını sağlayacak şey, duygusal
birikimdir. Duygusal birikim olursa, kişi kendi duyguları kadar karşı tarafın
duygularını da anlar. Dolayısıyla insanları okumak isteyen bir kişinin öncelikle
kendi duygularını fark etmesi beklenir. Kendi iyi ve kötü yönlerini tahlil
edemeyen insan başkalarını anlayamaz. Bu sebeple diyebiliriz ki, akıllı insan
her şeyi ölçülü sever. Seven sevdiğinin yararını düşünür. Sevginin doğru
kullanımı sonucunda başkalarıyla diyalog kurmaya başlar. Bu da toplumdaki
iyilikleri çoğaltır.

Sevgi ve Bağlılık

Sevgide sevilen şeye doğru çekim vardır. Bu da bağlılığın
gelişmesini sağlar. İnsan sevgiyi teslim almak istiyorsa onu amaç değil, araç
olarak görmelidir. Yunus Emre’nin “sevelim sevilelim” düşüncesi sevgiyi anlatan
en kısa ve öz ifadedir. Sevgi karşılık bulan bir duygudur. Bu sebeple bir insanı
tanımak için önce onun duygusal profilini çıkarırız. Bunun için sevgi nesnesinin
kim olduğu, sevgi kapasitesinin ne kadar olduğu gibi konulara eğiliriz. Duygu
profili dediğimiz şey esasında sevgi profilidir. Hayatta “sevgi fakiri” diye
nitelendirebileceğimiz insanlar vardır. Bunlar, merhametsiz, insanlara ya da
hayvanlara eziyet etmekten rahatsız olmayan tiplerdir. Kendilerini sevmezler.
Dolayısıyla mutlu değillerdir. Mesela, depresyonda beynin sevgi üreten alanları
yeterince çalışmadığı için, yaşama sevinci kaybolur, kişi ölmek ister. Yani
sevginin tabanda olduğu ve beynin sevgi üretmediği hastalıklar, melankolik
depresyonlardır. Bunlar en ağır depresyon türleridir. Sevginin çok yoğun
yaşandığı diğer bir depresyon türü de manik bozukluktur. Manik hastası her şeyi
sever ama kontrolsüz sever. Duyguların kontrolü ortadan kalktığı için kendisine
ilgi duyan, birazcık güler yüzlü olan kişiye verebileceği her şeyi feda eder.
Manik bozuklukta, beynin sevgi ve duyguyla ilgili alanları aşırı derecede
çalışır, depresyonda ise bu alanlar baskılanır.

Gençler, hayatın acı gerçeklerinden yetişkinler kadar haberdar
olmadıkları, onlar gibi zorluklarla karşılaşmadıkları için sevgiyi safça
yaşarlar. Ama olumsuzluklarla tanışmak gençleri bazen "sevgi cimrisi" haline
getirir. Sevgide cömert olmak insana çok şey kazandırır. Paylaşmak bakımından
sevginin paradan en temel farkı, verdikçe artmasıdır. O adeta sonu gelmeyen,
maliyeti ve vergisi olmayan ama değeri çok yüksek olan bir hazinedir. Tabii, bu
hazineyi elde etmek kişinin iradesine bağlıdır. İnsan nasıl para kazanmak için
çaba sarf etmeliyse sevgiyi artırmak için de gayret gerekir. Sevgi, kuyu
gibidir; kovayı sarkıtıp çektikçe gelmeye devam edecektir.

Modernizm Sevginin Yönünü Değiştirdi

Popüler bir söz var “Vitrinler dolu gönüller boş” diye. Çağımız
sevgi özürlü toplumunu güzel tanımlayan bir söz. Çağımız insanında sevgi yok
değil; fakat kusurlu bir sevgi. Objesi değiştiği için insan mutlu etmekten
uzaklaştırıyor.

İnsanoğlu doğar doğmaz ilk sevdiği nesne korkup ağladıktan sonra
sığındığı nesne olan annesidir. Kendini güvende hisseden bebek kendini evrenin
merkezine koyar annesini kendisinin uzantısı gibi görür. Anne onun her dediğini
yapar. Ağladığı zaman okşar, güldüğü zaman güler. Bebek dünyada mutlu ve mesut
olarak ilerler. Hayatın güzellikleri de kötülükleri de ilk önce annelik
kapısından girer.

Çocuk büyüme ve yürümeye başlama ile paralel olarak sevgi
yatırımını babasına, kardeşlerine, sevgi veren her şeye yöneltir. Paylaşmayı
öğrenmesi gerekir. Aslında oyuncaklarını paylaşırken sevgiyi de paylaşmayı
öğrenir. İlk sevgilisi kendisi sonra annesi, sonra diğerleridir. Büyüdükçe para,
cinsellik, çıkarına hizmet eden her şey sevgilisi olur. Fakat her şey yolunda
giderken sorun yok da hasta olduğunda kaza, felaket gibi korku uyandıran
durumlarda güçsüz zayıf ve yetersiz kaldığını fark eder. Bir kutsala sığınmaya
çalışır. Toplum önüne korkusunu giderecek güvenini artıracak kutsallar koyar.
Pagan kültürde doğa tanrıları, ilah ve ilaheler vardı. Tek tanrılı dinlerle
birlikte soyut mutlak güce sevgiyi yöneltme başladı. Yeni doğan bir çocuğun
hayattaki zorluklarda korkup annesine sığınması gibi doğaüstü güce inanıp
sığınmak insana güven veriyordu. Bir Japon havuza para atıp doğa tanrısının bir
yıl onu koruyacağına inanıyordu. Tek tanrılı dinlerdeki ölüm sonu hayat inancı
ölüm sonrası içinde insana güven veriyordu. Sevgi nesnesi olarak her toplum bir
nesne belirlemiş ve ona itaat ediyordu. Fakat modernizm, koruyucu sevgi
nesnelerini reddetti. Sevgi neşvesi olarak kişinin kendi nefsini kutsallaştırdı.
Hümanist psikoloji modernizmin dini gibiydi. İnsanı kusursuz ve mükemmel olarak
görürken hesap verecek bir nesne istemiyordu. Özgürdü ve sorumsuzdu. Tıpkı bir
çocuk gibi. Annesini bile kendi uzantısı gibi gören sığındığı zaman ona güven
veren bir güç. Sevgi yatırımını insan olgunlaştırdıkça göremediği bir güce
bağlarken, öyle bir güç yok diyen modern felsefe ateizmi din olarak sunmuştu.
Bilmediğim, görmediğim şeye inanmam diyen modern felsefe DNA bulunduktan sonra
evrenin tesadüfi değil, tasarımsal olmasını daha akla yakın olduğunu kabul etmek
zorunda kaldı. Bugün bilim adamları artık bilimsel olarak Allah yok demek yerine
biz agnostiğiz (bilinmezci) veya deistiz (tanrıya inanıyoruz, dine inanmıyoruz)
diyorlar.

Çağımızın Sevgi ve Tapınmaya Layık Tanrı Tanımı

Bediüzzaman, muhabbeti kainatın sebeb-i vücudu, rabıtası, nuru,
hayatı diye tanımladıktan sonra insanı kainatın en kapsamlı meyvesi olarak
belirtiyor. Sonra kainatı kucaklayacak bir muhabbetin de insanın kalbine
sığdığını söylüyor. Kalpten kastedilenin sevginin odaklandığı evrenle bağlantıya
girdiği inkılap (dönüşüm) merkezimiz olarak anlaşılmalıdır. Böyle bir muhabbete
de ancak nihayetsiz bir kemal sahibi layık olabilir, diyor.

İşte bunda marifetullah-muhabbetullah ilişkisini görmeliyiz.
“İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül de saadet-i dareyni
iktiza eder” sözü çağın insanını mutlu edecek bir sözdür.

Çağın insanı öyle bir gücü sevmeli ki bütün ihtiyaçlarını
karşılayacak, bütün arzularını giderecek, bütün korkularını yenecek, her şeyi
bilen, her şeye gücü yeten ve kendisini iki dünyada mutlu edecek bir güç olmalı.
Bu güç tanımlamasına uyan Tanrı ancak bu çağın insanını tatmin eder. Din
ihtiyacı ve tanrı sevgisi öyle olmalı ki insanca yaşayacağı, kendini
gerçekleştirebileceği, kendini yeniden inşa edebileceği bir enerji vermelidir.

İlahi Sevginin Diğer Sevgilerden Farkı

İnsan bilmediği şeye düşman ve yetişmediği şeye zıt düşer,
sevebileceği yaratıcının sıfatlarını iyi bilmek ister. Günümüz insanı şüpheci ve
sorgulamacıdır. Şüpheci olan ve her şeyin nedenini araştıran çağımız insanı,
sevginin devamlı olması ve bitmemesi için çözümler arıyorlar. Hatta “mutluluk
hapı” olarak bilinen bazı psikotrop maddeleri kullanıyorlar. Bu kimyasallar
kişiyi birkaç saat olağanüstü mutlu yapıyor. İlacın etkisi geçtiğinde kişi
tekrar eski ruh haline dönüyor. Aynı zevki yakalamak için tekrarlayan keyif
verici madde kullanımı alışkanlık yapıyor. Artık kişi o madde olmadan zevk
alamıyor. Bir süre sonra artık normal olmak için o hapı almak zorunda kalıyor.
Nihayetinde akıl sağlığı bozuluyor.

Tıpkı madde kullanımı gibi dış zevk vericiler gibi teknoloji
bağımlılığı, internet bağımlılığı, kumar bağımlılığı, romantik sevgiler, para,
mal, makam sevgisi, cinsel sevgiler, içsel zevk kimyasalları salgılatıyor. İç ve
dış bu zevkler bir müddet sonra zevk tuzaklarına dönüşebiliyor.

İnsanoğlu ise zevklerinin devamlılığının bitmemesini istiyor.
Bunun için zevkleri ertelemek zevki daha da arttırıyor. Tıpkı yemeklerde en
lezzetli yemeği en sona bırakma mantığı gibi. İnsan da zevkinin devamlılığını
istiyorsa en büyük, sonsuz, tükenmeyecek zevki; yani, yaratıcıyla ilgili
zevkleri ileri hedefe koyarsa geçici zevklerin hepsinden daha çok zevk alır.
Sevgiyi ve dünya zevklerini acılaştıran onun geçici olmasıdır. Yaratıcı ile
bağlantı kurulan sevgi bitmeyen sonsuz bir sevgi olduğu için diğer bütün dünyevi
zevkleri daha da arttırır. Hatta acıları bile zevkli hale getirebilen Allah
dostları olabilmiştir.

Dünyanın süslü, çekici güzelliklerine aşık, olmak videoda
kayıtlı güzelliklere aşık olmak gibidir. Kalıcı, devamlı, tutarlı değildir.
Gerçek anlamda sahip değiliz, sözümüzü geçiremiyoruz, değiştiremiyoruz, süresi
dolunca bitiyor. Sanal olduğunu bilmeden videodaki güzele aşık olanın aklından
şüphe edildiği gibi dünyaya tapanların da aklından şüphe etsek abartmış olmayız.
Maddeye, sebeplere, doğaya kutsallık atfetmek sanal nesnelere aşık olandan
farklı değildir.

Nefsine Tapmak

İnsanın ihtiyaçları sınırsız, gücü sınırlıdır; arzuları sonsuz,
elde edebildiği kısıtlıdır. Zorluklar karşısında dayanma gücü kapasitelerinin
çok altındadır. Her şeyi kontrol etmek isteyen bir kontrol duygusuna sahiptir.
Fakat tansiyonunu bile kontrol edememektedir. Hayalleri, arzuları, beklentileri
çok yüksektir. Sevgi duygusu büyük doyum bekler. Eşini sever, yakınlarını,
ülkesini, futbol takımını sever. Fakat hepsinin handikapları vardır. Ancak
kaynağı ile birlikte olan sevgi kalıcıdır. Doğru şeye aşık olan sevgisini kozmik
sevginin bir parçası olarak algılar. Marifetullaha götüren bu sevgi kaybetme,
tutamama, terk edilme endişelerini taşımaz. Öncelikle bütün sevgilerin kaynağını
sevebilen sevdiği şeylerin geleceğinden emin olabilir. Sevgilisinin aynadaki,
videodaki görüntüsüne aşık olan durumuna düşen insan kendini kandırmış olur.

Sevgi Yasaları Var mı?

Öncelikle psikolojideki gizli yaşam kanunlarından bahsedelim.
İnsan ne yaparsa aynısı kendisine döner. İyilik yapan iyilik bulur, karşısındaki
insanı dinleyen anlayış görür. Psikolojide böyle bir geri dönüş ilkesi vardır.
İyilik yapmak, bilindiği gibi sadece maddi yardımda bulunmak değildir. İnsanlara
güler yüz göstermek, bir çiçek vermek, tebessüm etmek, hoş bir söz söylemek,
bunların hepsi birer iyiliktir. İyi olan her şey, kendisini sevenlerle işbirliği
yapar ve kendisini sevenlere bir gün olur geri döner.

Sevgi İyilik Yaptırır

İyi şeylerin kendisi ile işbirliği yapmasını isteyen insanın
önce kendisinin iyi olması gerekir. Birisi insanların kendisini sevmesini
istiyorsa önce kendisi insanları sevmeli, insanlardan ilgi ve takdir bekliyorsa,
önce kendisi başkalarına ilgi ve takdir göstermelidir. İyiliği seven kişinin
önüne farkında olmadan iyi fırsatlar çıkar.

İyilik ve Mutluluk Hormonu

Gündelik hayatın içinde kimi zaman insanların artık vermek
istemediklerinden, hep verdiklerinden ama hiç alamadıklarından bahsettiklerine
tanık oluruz. Burada yapılan hata iyiliğin karşılık görmek için yapılmış
olmasıdır. Zaten iyilik yapmanın kendisi iyilik yapanın kazanımıdır. Yapılan bir
araştırmada iyilik yapmanın beyinde mutluluk hormonunun salgılanmasına neden
olduğu tespit edilmiştir. İyilik yapan kişi kendini mutlu ve güvende hisseder,
insanlar arasında güven duygusu, kendisinde ise yardımlaşma duygusu artar.

İyilik ne İçin Yapılmalı?

İnsan iyiliği doğru olduğu için, kendisi için, başkalarına
faydalı olmaktan zevk aldığı için yapmalıdır. İyilik yapmada prensip, yapıp
unutmaktır. “Bir elin verdiğini öbür elin duymaması” anlayışını esas almak
gerekir. Aslında bu içgüdülerin pek kabul edebileceği bir şey değildir, insan
bir iyilik yaptığı zaman herkes duysun ister ama ideal olan gizli yapılmış
iyiliktir. Başkalarının takdirini kazanmak için verici olmak burada
kastettiğimiz anlamda iyilik yapmak değildir. İyiliği karşılık bekleyerek yapan
insan kısa vadede bunun karşılığını görmeyip üzülür. Ama aslında iyilik yapmak
insanın kendi kendine verdiği bir hediyedir. Karşılığı ise anında, iyilik
yapmanın lezzeti olarak alınır.

“Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” diye bir söz vardır. Bu
anlayışla yapılan iyiliğin ardında bir çıkar beklentisi yatar. Böyle bir iyilik
çıkara dayalı olduğu için şartlar ortadan kalktığı zaman kesilen, yapay bir
iyiliktir bu. Çocuğa iyilik yapma duygusu verilirken karşılık beklemeden yapılan
gizli iyiliğin ideal olduğunu öğretmek gerekir.

İyilik Öğrenilir mi?

İnsanın içinde hem iyicil güçler hem de kötücül güçler vardır.
İnsanın doğuştan melek gibi olduğunu düşünmek doğru değildir. Çünkü insan iyilik
yapmaya da kötülük yapmaya da meyillidir. İçimizde hem yardım etme, güler yüzlü
olma, iyilik yapma, şefkatli olma, insanları sevme gibi iyilik potansiyeli hem
de başkasının hakkına saygı duymama, bencil olma, çıkarcı olma, sadece kendisini
düşünme, saldırganlık gibi kötülük potansiyeli vardır. Çocuğu boş bir kağıt gibi
kabul edip iyilik potansiyelinin filizlenip büyümesine yardım etmeli, ama
kötülüğü beslememeliyiz. Çocuk yetiştirirken iyiliğin de kötülüğün de büyük
ölçüde kültürel olarak kazanıldığını unutmamak gerekir.

İyicil ve Kötücül Güçler

Çocuğun içindeki iyicil güçleri harekete geçirmek başta çocuğun
kendisi olmak üzere herkes için faydalı sonuçlar doğurur. “Çocuğum kötülüklere
karşı hazırlıklı olsun. Hep vermesin, biraz da o alsın” demek doğru değildir.
Çünkü yukarıda ifade ettiğimiz gibi iyilik yapmanın kendisi başlı başına bir
mutluluk sebebidir. Çocuğu karşılık beklemeye şartlandırmak yerine ona iyilik
yaparak mutlu olmayı öğretmek gerekir.

Kalıcı Davranış

İyilik yapmayı kalıcı bir davranış haline getiren çocuklar
yetiştirmek istiyorsak her konuda olduğu gibi bu konuda da doğru bir model olmak
önem taşır. Çocuk, çevresinde olup biten her şeyi bir kamera gibi kaydeder.
İyilik yapmanın öneminden, bunun insanı mutlu ettiğinden bahsedilen bir ortamda
yetişen ve duyduklarını anne babasından gördüğü karşılıksız iyilik örnekleriyle
pekiştiren çocuk bunu benimseyecektir.

Sevginin İtici Gücü

Mutlu olmak için sevginin itici gücünü kullanmak gerekir.
Sevginin gücünü anlatmak için önce sizinle şu hikayeyi paylaşalım: Küçük bir kız
çocuğu bir gün kederli ve üzüntülü bir insana sevgi ile bakar. Küçük kızın sevgi
dolu bakışı kederli olan kişinin içinde güzel duygular uyandırır. Adam bu
duyguların etkisiyle daha önceden kendisine hediye almış bir arkadaşını arayıp
teşekkür eder. Arkadaşı böyle bir sevgiyle hatırlanmaktan mutlu olur ve o sırada
yemek yediği lokantada kendisine servis yapan garsona bolca bahşiş verir.
Ardından garson fakir bir insana rastlar ve aldığı bahşiş ile ona yiyecek bir
şeyler alır. Fakir kişi de kendisine verilen yemeğin bir kısmıyla yolda gördüğü
aç, susuz ve soğuktan titreyen bir köpeğin karnını doyurur. Karnı doyan köpek
gece vakti dolaşırken bir apartmanda yangın çıktığını görür ve havlamaya başlar.
Köpeğin sesi apartman sakinlerini uyandırır. Koca apartman yangından kurtulur.

Sevgi mutluluğu sağlayan insanlar arasında pozitif iletişimi
sağlar. “Sevgi bir enerjidir” tabiri sadece süslü bir sözden ibaret değildir.

İnsanların yakalandığı hastalıkların, mesela şizofreninin
tedavisinde sevginin hızlandırıcı bir etkisi vardır. Bakıcıların kendilerine
sevgiyle ve güler yüzle yaklaştığını, kendilerine değer verildiğini,
kendilerinin önemsendiğini hissetmek hastaların mutluluk ve güven duygusunu
geliştiriyor. Beynin duyguları yöneten alanındaki bozuk çalışma sevildiğini
hissetme duygusu ile düzeliyor. Çünkü sevgi o bölgedeki kimyasal dengeyi
değiştiriyor.

Kanserde de aynı şekilde sevginin farklı renklerinden biri olan
ümit duygusunu taşıyan hastaların taşıdıkları pozitif duygular beynin mutluluk
kimyasalları salgılamasına yol açıyor. Bu kimyasallar kemik iliğini güçlendirip
ilikteki kanserli hücreleri yok ediyorlar.

Mutlu Evlilikte Sevgi

Sevgi insanın doğal bir ihtiyacıdır. İnsanda mutluluğun aracı
olan sevgi ihtiyacı olmasaydı evlilik kurumu ortaya çıkmazdı. Cinsel ihtiyaçlar,
bir şekilde, diğer canlılarda olduğu gibi giderilebilirdi. Evlilik kurumunu
oluşturan sevgi ihtiyacıdır. Evlilikte sevgi tek başına her şeye yetmese de her
türlü ilişkiyi başlatan bir unsur olarak evliliğin temel taşlarından birisidir.
Esas olarak evlilik sevgi, saygı ve güven bağına dayanır. Sevgiyi saygı ve
güvenle besleyip doğru yönetmek evliliğin sağlıklı yürümesi için gerekli
koşulları hazırlar.

Çünkü’süz Sevgi Mutluluğa Götürür

Sevgiyi şartlı sevgi ve şartsız sevgi olarak ikiye ayırmak
gerekir. Sevgilerin en güçlüsü karşılıksız ve şartsız olduğu için anne
sevgisidir. “Çünkü”ye, “eğer”e dayanan sevgi ise bir şarta bağlıdır. “Eğer iyi
insan olursan seni severim, eğer güzelsen seni severim” gibi, bazı şartlara
dayanan sevgilerde karşımızdaki kişi o özelliğini kaybettiğinde sevgimizi
kaybedecektir. İnsan bu hissini söz diliyle ifade etmiyor olabilir; fakat bu
düşüncenin davranışlarına yansıması karşısındaki kişi tarafından fark edilip
karşı tarafta sevgiyi kaybetme korkusu uyandırır. Bu korkunun karşıdaki kişide
güvensizliğe yol açacağını görmek zor değildir.

“Çünkü”lü sevgi de aynı şekilde “Güzelsin onun için seviyorum,
yeteneklisin onun için seviyorum; bu özelliklerini kaybedersen seni sevmem” gibi
bir duygu ortaya çıkarır. Kaybedilme korkusuyla seyreden bu sevme biçimleri
doğru değildir.

Sevgi fedakarlık ve vefa gerektiren bir duygudur. Karşımızdaki
kişinin güzelliğinde, sağlığında, sosyal konumunda olabilecek değişikliklere
bağlı olarak azalacak bir duygu olmamalıdır.

Sevgi Tek Başına Yeter mi?

İlişkilerde tek başına sevginin yeterli olamayacağını ifade
etmiştik. Gerçekten de güven, saygı, karşılıklı anlayış gibi temel
gerekliliklerin yanı sıra eşlerin birbirlerini tanımaları, birbirlerine uygun
olmaları ve emek vermeleri de sevgiyi diri tutan ve mutluluğu oluşturan
unsurlardır.

Karşımızdaki kişiye “Seni seviyorum” diyebilmekten daha zor ve
çoğu zaman bu sözden daha önemli olan “Sen haklısın” diyebilmektir. Bu söz
karşımızdaki kişiye değer verdiğimizi, onu anladığımızı gösterir. Sevgiyi saygı
gibi, güven gibi doğru kaplar içinde sunarsak mutlu bir yaşam geçiririz.

Sevgi ve Merhamet İlişkisi

Koruyucu ruh sağlığında önemli iki ilke olan sevgi ve disiplinin
Kur’an öğretisindeki karşılığının merhamet ve adalet olduğunu görüyoruz.
Merhametli olan yaratıcı yarattıklarını çok seviyor. Onlara özgür irade vermiş,
yanlış yapma özgürlükleri var. Kendilerini geliştirmelerini ve kendisine layık
bir muhatap olmalarını istiyor. Bunun içinde âdil yasalarına uymaları konusunda
sık sık onları uyarıyor. Eğer adil yasalarına uymazlarsa acı çekecekler. Tıpkı
bir annenin çocuklarını çok severken onları tehlikeden korumak için tekrarla
uyarılarda bulunması gibi.

İlahi acımayı ifade eden iki sıfatın Kur’an’ın ilk temel vurgusu
olduğunu görüyoruz. Rahman ve Rahim ismindeki acımaların farklı olduğunu bilmek
gerekir. Rahman ismindeki acıma itaat ve isyana bakmaksızın bütün yaratıklarını
kapsar. Yaratıcı zatındaki bir isimdir. Kâinatı yaratmadan önce başlangıçtaki
acıma sıfatıdır. Rahman zati isim iken Rahim eylem sıfatıdır.

Varlıkların hepsi zorunlu olarak Rahman isminden faydalanırken,
Rahim isminden adaleti sonucu hak edenler faydalanmaktadırlar. Bu nedenle Rahim
isminin daha çok ahirete baktığı konusunda din bilginleri ittifak içindedirler.

Her hayır ve güzel şeyin başlangıcının besmele olduğu bilinirse,
besmelenin Rahman ve Rahim gibi iki temel merhamet kavramını ihtiva etmesi
anlamlıdır.

“Onlar istiğfar ederlerken Allah onlara azap edecek değildi
(Enfal 93/33).” ayetinden anladığımız Allah’ın merhametini harekete geçiren
şeyin insanın hata yapmaması değil, hata yaptıktan sonra pişman olmasıdır.
Pişmanlık duygusunun arkasından arınma isteğinin gelmesi ilahi merhameti
celbeder ve o kişinin güçlenmesine, gelişmesine katkı sağlar.

Cildimize bir mikrop bulaştığı zaman onu bol su ile yıkarsak
korunmuş oluruz. Eğer bunu yapmazsak mikrop abse haline gelir, acı vermeye
başlar. Bunda merhametli davranış kişinin hijyene dikkat etmesini sık sık
vurgulamaktır. Tıpkı bunun gibi günah mikrobunun ilacı istiğfardır. İstiğfar ne
kadar erken yapılırsa hastalık oluşmaz. İstiğfar ile ruh mikroptan arınmış,
yıkanmış olur.

Koruyucu ruh sağlığının temel ilkelerinden birisi kişinin “öz
eleştiri yapabilme” becerisini geliştirmektir. Özeleştiri yapabilen insan
kendisini tanır. Kendisini tanıyan insan yanlışlarını ve zayıf taraflarını iyi
yönetir ve güçlü olur. Tarihte güçlü, başarılı ve mutlu olmayı başarmış
insanları gördüğümüzde, onların güç ve bilgeliği birleştirebilen insanlar
olduklarını fark ederiz. Bilge olmayan liderler eleştiriye kapalıdırlar ve
kendilerini sorgulamazlar. Geliştirdikleri iç disiplin onları mesleki olarak
başarılı yapmış olabilir, ancak mutlu olabilmeleri eksik ve zayıf yönleri ile
yüzleşebilmelerinde yatar. Bir insanı özeleştiri yapabilme, kendisi ile
yüzleşebilmeye davet o insana karşı merhametli bir davranıştır. O kişinin
kendisi ile barışık olmasını sağlamak için orta ve uzun vadeli mutluluğu
yakalayabilmesi için ona yardım etmektir.

Özeleştiri yapabilen insan hatalı davranışı sebebiyle pişmanlık
duyan ve aynı hatayı tekrar etmeme çabası içerisinde olan kişidir. Bu kişi
ileride çekebileceği birçok acıyı ve sıkıntıyı böylece önlemiş olur.

İşte Kur’an-ı Kerim’de merhamet vurgusuna baktığımızda
Peygamberlere bile istiğfar tavsiye edilmesi ilahi merhametin sonucu olduğunu
görürüz. İlerde karşılaşabilecek manevi acılardan korunmak için istiğfar ilacı
ile ruhu yıkamak kulluk da yüceltilmiştir.

Merhamet ve Cehennem Kavramları

Cehennem acı çekme ve cezanın karşılığını görme düşüncelerini
çağrıştırır. Kur’an’da Rahman kelimesinin Allah kelimesinden sonra en çok
kullanılan isim olduğu düşünüldüğünde, böyle merhamet vurgusu yapan bir yaratıcı
yarattıklarına neden Cehennemde ateş acısını onlara çektiriyor? sorusu akla
gelebilir. Bu sorunun birçok insana ve hümanistik felsefecilere Kur’an’dan
uzaklaştırıcı bir etki yaptığını görüyoruz. Bu sorunun cevabı Cehennemden ne
anladığımıza bağlıdır. Maide Suresi’ndeki (69). “İman edenler ile Yahudiler,
Sabiîler ve Hıristiyanlardan Allah’a ve ahiret gününe (gerçekten) inanıp iyi
amel işleyenler üzerine asla korku yoktur, onlar üzülecek de değillerdir.”
buyruluyor.

Diğer taraftan ceza kelimesi lingustik olarak karşılık verme
anlamına gelir. Bu karşılık ceza çekenin iyiliği için yaptığı yanlışın farkına
varmasını sağlama amacı güder. Farkındalık inancı ruh sağlığında önemli bir
beceridir. Ceza veya karşılık verme o insana önem verildiğinin ifadesidir. Onun
uyarılması ilerde çekeceği acıları önlemek içindir.

Düşününüz, kıymetli bir maden ocaktan çıkarıldı. Üzeri kirli ve
kıymetsiz madenlerle kaplı. O madeni seven ve kalitesini ortaya çıkarmak isteyen
ustanın madeni ateşe atmaktan başka çaresi yoktur. Aksi takdirde maden gerçek
özelliklerini ortaya çıkarmayacaktır. İşte Kur’an da inananlara Cehennemi ceza
olarak sunarken inananların arınması ve saflaşması gibi bir amacı gütmektedir.

Anlaşılacağı üzere içinde sevgi olan bir disiplin, içinde
merhamet olan bir Cehennem aşaması olgunlaşmayan ruhları olgunlaştırmak için
yapılan işlemlerdir.

Merhametin Nörobiyolojisi

İnsan beyninin sağ ön bölgesi hazza, zevke, lezzete yönelmeyle
ilgiliyken sol ön bölgesinde acı, elem ve kederden kaçma ile alakalı alanlar
vardır. İnsandaki önemli duygulardan biri olan merhametin biyolojik boyutu
meditasyon esnasında yapılan araştırmalarda karşımıza çıkmıştır. Meditasyon
sırasında hangi düşüncenin beyinde nasıl bir etki yaptığını incelemek maksadıyla
FMRI (Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntüleme) tekniğiyle gerçekleştirilen 256
elektrotlu EEG çalışmalarında, beynin sol ön ve orta bölgesinde neşe, mutluluk
gibi pozitif duyguların olduğu görülmüştür. Bu duygular beynimizde 30 beta
dalgasından daha hızlı olan gama dalgaları üretir. Böylece beyinde mutlulukla
ilgili kısımlar harekete geçer. Hatta meditasyon esnasında merhamet hisseden
kimsede irkilme refleksinin kaybolduğu, negatif duyguların pasif hale geldiği
görülmüştür. Acıma duygusu, bu yönüyle kaygıyı azaltan bir özelliğe sahiptir.

Budist rahipler üzerinde yapılan bir araştırma, farklı ruh
hallerinde insanın ne gibi değişimler yaşadığını göstermesi bakımından kayda
değerdir. Araştırmaya katılan bir grup Budist rahibe, vücudu yanan bir kişinin
filmi izletildiğinde rahiplerde acıma hissi ve iyilik yapma arzusu uyandığı
görülmüştür. Fakat aynı görüntüler, rahip olmayan sıradan kişilere
seyrettirildiğinde onların beyinlerinde iğrenme duygusu harekete geçmiştir.
Normalde insanın istenmeyen sahnelerle karşılaştığında en çok ve ilk verdiği
tepki, o sahneden kaçmaktır. Meditasyondaki Budist rahibin felsefesine sahip
kişi ise, pozitif duygularla dolu olduğu için, görüntülere iyilik yapmak
isteğiyle tepki vermiştir. Beyinde meydana gelen bu değişim, Budist rahibin
yaşam felsefesinin insanların çıkarına daha uygun olduğunu göstermektedir.

Merhamet duygusu, beynin mutluluk hormonu salgılamasını
sağlaması yönüyle insanın lehine olan bir duygudur. İnsan sinirli, gergin
birisiyle iletişim kurarken onun ruh halini alır. Kızgın olan kişiye
sevecenlikle yaklaştığımızda, kendimizin değil ama karşı tarafın duygu
parametrelerinde iyileşme gözlemleyebiliriz.

Merhamet, mutluluğu düzenleyen beyin alanlarının aktif hale
geçmesini kolaylaştırır. Beyinde mutluluk duygusuna ev sahipliği yapan sol, ön
ve orta kısım, depresyonun geliştiği alana komşudur. Yani depresyon tedavisinde
aktif hale getirmeye çalıştığımız bölümdür. Merhamet duygusu ile ilgili bu
bilgiler, Amerika’daki üniversitelerde kurulan “Singulat Greus” kürsüsünün
araştırmaları neticesinde bize ulaşmıştır. “Singulat Greus”, beyinde yedi sekiz
cm uzunluğu, bir cm kalınlığı olan bir bölümdür.

Başkalarının iyiliğini isteme arzusu da diyebileceğimiz
merhamet, empati gerektirir. Çünkü empatik davranış bir yönüyle, karşımızdaki
kişiyi mutlu etme ve kendini iyi hissetmesini sağlama çabasıdır. Duygudaşlık,
başkalarını anlamayı sağladığı gibi, yaptığı iyilikten ötürü kişinin kendisinin
de mutlu olmasına yardım eder.

Sonuç Olarak

Merhamet kavramının Kur’an-ı Kerim’de, tekrarla ve ısrarla, hem
ilahi sıfat olarak hem de insanların öğrenmesi maksadıyla sıkça vurgulandığını
görüyoruz. Merhametin doğuştan olmaması ve sosyal öğrenme ile geliştirilebilmesi
insana bu beceriyi geliştirme sorumluluğu yüklemektedir. Bir çocuğun en mutlu
anlarında birisinin bir şeyden korkup annesinin şefkatli, merhametli kucağına
sığınması annenin de en hoşlandığı durumlardan birisidir. Yavrusunun annesine
sığınması ve ondan yardım istemesi annenin şefkat ve merhametini celbettiği gibi
anneyi memnun da eder. İşte ilahi rıza ve memnuniyeti kazandıracak davranış,
insanın kendi kulluğunu fark etmesi ve ilahi merhamete teslim olmasıdır. Böylece
ilahi yardımı celbeder.

Özgür irade verilmiş insanın iradeyi verenle yakınlaşması ve bu
yakınlaşma yönünde iradesini kullanabilmesi merhameti hayatının bir parçası
biçimine getirmesi ile yakından ilgilidir.

Öz

Bu çalışmada, insan beyni üzerindeki araştırmalar da dikkate
alınarak ‘sevgi odaklı bir yaşamın insana kazandırdıkları’ gözler önüne
serilmektedir. Bunun için “sevme kapasitesi, sevginin ölçüsü, sevginin ifadesi,
duyguların birleşimi, sevgi türleri, sevgi ve evlilik, sevgi piramidi, sevgi ve
merhamet” gibi başlıklar altında sevgi duygusu irdelenmekte ve sevgiyi doğru
kullanabilme yolları gösterilmekte; bu duyguyu istismar eden modernizmin sevgi
anlayışı eleştirilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Sevgi, aşk, bağlılık, farkındalık, sevgi
piramidi, merhamet, modernizm

Abstract

In this article, the author tries unfold "the gains of a
love-focused life to human beings" considering the studies upon the human brain.
For this sake, the study displays the love-feeling and the ways to use love
correctly under the following sub-titles: "the capacity of love, the measure of
love, the expression of love, the synthesis of feelings, the types of love, love
and marriage, the love pyramid, love and mercy". This text also criticizes the
love conception of modernism.

Keywords: Affection, love, dependency, awareness, the pyramid
of love, mercy, modernism