Bir gün Avf bin
Malik’e Allah Resulü "Çok karanlıklı ve şiddetli bir kısım fitneler gelir.
Derken fitneler birbirlerini takip eder. O kadar ki bu Ehl-i Beytimden Mehdî
denilen bir zât çıkıncaya kadar devam eder. Sen ona ulaştığında tabi ol ki
hidayette olanlardan olasın." el-Havî, 2:67, 68; el-Burhan, v. 87a.
buyurmuşlardı.

Şüphesiz böyle
dönemler mânevî kurtarıcıların dört gözle beklediği dönemlerdir. Böyle bir anda
ahirzamanın beklenen şahsı Hz. Mehdî geleceğine göre ona bîat etmenin,
katılmanın önemi tartışılmaz. Resûl-ü Ekrem de (a.s.m.) ümmetini buna teşvik
ederek, "Sizden kim o güne yetişirse karlar üzerinde emekleyerek de olsa
ona katılsın." (İbni Mâce, Kitabü’l-Fiten: 36, Bub: 33, 34. H. 4082, 4084;
Müstedrek, 4:465.; Kitabü’n-Nihaye,1:28-29) buyurmuşlardır.

Başka bir
Hadislerinde de Allah Resûlü, Huzeyfetü’l-Yemanî’nin bir sorusu üzerine
hayırdan sonra şer, şerden sonra sulh olacağını bildirmiş, "Bu sulhtan
sonra ne olacak?" dediğinde de şöyle buyurmuşlardı:

"Dalalete
davet edilecek. İşte sen o gün bir halife gördüğünde ağacın kökünü ısırarak da
olsa ölünceye kadar ona koş." (Ebu Avane, Müsned, 4:476. buyurmuşlardı.

Hadis-i şeriflerde
kar üzerinde emekleyerek, ağaç kökünü ısırarak da olsa ona tabi olmamız
öğütlenen halife açıkça görüldüğü gibi Hz. Mehdî’dir.

Kimdir bu Hz.
Mehdî? Resûl-ü Ekrem niçin özellikle ona uymayı tavsiye etmektedir? Eğer onun
döneminde yaşayacak olursak onu nasıl tanıyacağız? O karışıklık, bozukluk, herc
ü merc, fısk fesad döneminin adamı olduğuna göre mücadelesini nasıl ve kimlere
karşı verecektir? Özellikleri nelerdir? Bunlar ve bunlara benzer soruların
cevabı bilinmedikçe Hz. Mehdî’nin fonksiyonu, icraatının ehemmiyeti elbette tam
anlaşılamaz.

İsterseniz hadis-i
şerif ve İslâm alimlerinin yorumu, keşf ve kerametleri ışığında bunların
cevabını bulmaya çalışalım.

Sözlükte hidayette,
doğru yolda olan, başkalarının hidayet ve doğru yolda gitmelerine vesile olan
mânâsına gelen Mehdî, İslâmî bir terim olarak âhirzamanda geleceği müjdelenen,
kendisine Allah tarafından özellikle doğru yol gösterilen, dinî noktalarda hata
ve yanlışlıklardan korunan, insanları bilhassa Müslümanları irşad eden, doğru
yola sevk eden Âl-i Beyt’ten büyük bir zâttır. Mehdî yazdığı eserlerle,
inançsızlık içerisinde bulunanları, îmanı şüphe ve tereddütte olanları
kurtaracak, mü’minlerin îmanlarını takviye edecek büyük bir âlimdir.

Bazıları Hz.
Mehdî’yle ilgili hadisleri zayıf görüp inkâra kalksa da, muteber olan onun
geleceğidir. Çünkü ilmî otoriteler bu konudaki rivayetlerin mânâ yönüyle
mütevatir olduğunu söylemektedirler. Meselâ bu otoritelerden biri olan Sadeddin
Taftazanî, Hz. Mehdî’nin çıkışı ve Hz. İsa’nın inişiyle ilgili birçok sahih
hadis bulunduğunu, her ne kadar bunlar âhâd bile olsa mütevatirü’l-mânâ
olduğunu kaydetmektedir. (Şerhu’l-Makasıd, Hatime: 8; 2:307.)

Bu konu Asr-ı
Saadette de o kadar önemli bir yer tutmuş olacak ki Ümmü Selenıe validemiz,
Resûllullaha "Mehdî gelecek mi?" diye sorma ihtiyacını hissetmiş,
Allah Resîılü de "Evet, gelmesi haktır" (Ikdü’d-Dürer, Varak: 7b.)
cevabını vermişlerdi. Hatta başka bir hadis-i şeriflerinde dünyanın yıkılmasına
bir gün kalsa bile, Cenab-ı Hak o günü uzatıp Hz. Mehdî’yi göndereceğini (Ebû
Davud; Mehdî: 4; Tirmizî, Fiten: 43.) belirtmektedir ki, bu onun geleceğinin
zorunluluğunu ortaya koyar.

Evet, onun gelmesi
haktır. Sadece naklî deliller değil, akıl da onun gelmesini gerektirmektedir.
Bunun üzerinde ayrıca duracağız. Bunu daha iyi anlayabilmek için Hz. Mehdî’nin
özelliklerini, gönderildiği şartları ve ortaya koyacağı hizmetleri iyi bilmemiz
gerekir. Onun ahirzamanda, özellikle gönderilmesinin hikmetleri nelerdir?
Bunları bilmemizde fayda vardır.

Hz. Mehdî Ehl-i Beyttendir

Hadis-i Şeriflerden
Hz. Mehdî’nin ÂI-i Beytten olacağını öğreniyoruz. Bu husus birçok hadis-i
şerifte açıkça belirtilmiştir.

Hz. Ali bir gün
Resûl-ü Ekreme (a.s.m.) sorar: "Ya Resûlallah! Mehdî bizden mi? Bizim
dışımızdan mı?" Efendimiz (a.s.m.) buyurur ki: "Bilakis bizdendir.
Allah bu dini bizimle sona erdirdiği gibi bizimle açacaktır. Şirkten bizimle
kurtulacaklar. Allah yine bizim sayemizde kalblerini apaçık bir düşmanlıktan
sonra telif edecek." (Nuru Í-Ebsar, s. 189.)

Az önce bir kısmını
zikrettiğimiz hadis-i şerifte de bu konu üzerinde durulmaktadır. "Dünyanın
yıkılmasına birgün kalsa bile, Cenab-ı Hak o günü uzatır; Ehl-i Beytimden ismi
ismime, babasının ismi babamın ismine uygun birini gönderir…" (Ebû
Davud, Mehdî: 4; Tirmizî, Fiten: 43.)

Hadîse ilk bakışta
Hz. Mehdî’nin kendisinin ve babasının isminin Peygamberimizin ismine
benzeyeceği anlaşılmaktadır. Ancak bu uygunluk ve benzerlik tıpa tıp aynı
olacağı anlamına gelmez. Yani Hz. Mehdî’nin isminin illâ Muhammed, babasının
isminin de illâ Abdullah olması şart değildir. Eğer böyle olsaydı hadiste "uygundur"
mânâsı verilen "yüvatiû" kelimesi yerine tetabuk kökünden gelen
"yütabikû" şeklinde bir kelime kullanılabilirdi. O zaman açık açık
belirtilmiş olurdu ki, bu imtihan sırrına da ters düşerdi. Çünkü imtihan,
istikballe ilgili hadiselerin bir ölçüde perdeli, üstü kapalı anlatılmasını
gerektirir. Tâ ki herkes zoraki inanma mecburiyetinde kalıp da imtihanın sırrı
bozulmasın.

Mâneviyat
büyüklerinden Bayazid-i Bistamî, Hz. Mehdî’nin babadan Hasenî, ana cihetinden
de Hüseynî olduğunu söyler. (Tılsımlar Mecmuası, s. 205, 206.)
Aliyyü’l-Karî’nin tespiti de budur. O, rivayetlerden anlaşılan en kuvvetli
ihtimalin, Hz. Mehdî’nin baba tarafından Hasenî, anne tarafından da Hüseynî
olduğunu söylemektedir. (Sünen-i İbni Mâce Tercümesi ve Şerhi,10:351.)

Hz. Mehdî Türkler
arasında hizmet verecek

Hz. Mehdî’nin
neseben Âl-i Beytten olduğuna öğrenmiş olduk. Ancak bu Hz. Mehdî’nin Araplar
arasında çıkacağını göstermez. Hatta hadislerden Arapların dışında zuhur
edeceğini çıkarmak dahi mümkündür. Meselâ Tirmizî’de yer alan bir hadiste,
"Hz. Mehdî’nin Araba hakim oluncaya kadar Kıyametin kopmayacağından"
(Tirmizî, Fiten: 43.) söz edilir ki buradan Arapların içinde çıkmayacağını
anlıyoruz.

Daha da öte
İş’afü’r-Rağıbîn’de şöyle bir rivayete yer verilmektedir. "Mehdî Rum’dan,
Türklerden (çünkü, eskiden Türkiye’ye diyar-ı Rum deniliyordu.)
ayrılmayacaktır." İş’afü’r-Rağıbîn’den naklen (Tılsımlar, s. 212.)

İbni Haldun ve
Kurtubî, yukarıdaki rivayeti teyid eder tarzda Hz. Mehdî’nin Meşrık, Horasan ve
Amuderya taraflarından geleceğini kaydetmektedirler. (Macdonald, İslâm’ın
Ansiklopedisi, 7:478.)

Başka bir bir
hadis-i şeriften ise şunu öğreniyoruz: Doğudan bir takım insanlar çıkacak ve
Mehdîye zemin hazırlayacaklar, yani Hz. Mehdî onlar arasında hükümran
olacaktır. (İbni Mâce, Kitabü’l-Fiten: 35: 4088.)

Bu hadis Doğuda
bulunan veya Doğudan gelen bir millet içerisinde çıkacağını göstermektedir
ki,-Allahu a’lem-bunlar o zamanlar Doğuda bulunan, sonradan Anadolu’ya yerleşen
Türklere işaret etmektedir.

Birçok hadis
kitabıyla birlikte Hakim’in Müstedrek’inde Buharî ve Müslim’in şartlarına uygun
gördüğü bir hadis-i şerifte ise siyah sancaklılar diye nitelendirilen bu
topluluğun kahramanlıklarına dikkat çekilir: "Hazinelerinizin yanında üç
kişi savaşacak. Üçü de halife oğludur. Fakat hiçbiri halife olamaz. Sonra Doğu
tarafından bir takım siyah sancaklılar belirir ve öyle bir savaşırlar ki, öyle
bir savaşı hiçbir kavim yapmamıştır." Peygamberimiz daha sonra bir kısım
şeyler söyledi ki hafızamda kalmadı. Devam edip şöyle buyurdular: "Siz bu
siyah sancaklılarla gelen zâtı gördüğünüzde kar üzerinde emekleyerek de olsa
gidip ona bîat ediniz. Çünkü o Allah’ın hat lifesi Mehdî’dir." (İbni Mâce,
Kitabü’1Fiten, 34 H. 4084.; Müstedrek, 4:464; Tezkiretü’l-Kurtubî, s.186.)

İbni Kesir’in
rivayetinde Hz. Mehdî’nin bu siyah sancaklılarla teyid edileceği, ona muvafakat
edecekleri ifade edilmektedir. (Kitabü’n-Nihaye, 1:29, 30; el-Havî, 1:61, 62.)

Bütün bunlar
gösteriyor ki, Hz. Mehdî faaliyetini Türkler içerisinde yürütecektir.

Şemâili:

Hz. Mehdî’nin
şemâiliyle ilgili değişik rivayetler vardır. Açık alınlı, ince burunla (Ebû
Davud, Sünen: H. 2485.) yüzü yıldız gibi parıldayan (Ís’âfü’r-Râğıbîn, s. 46;
et Havî, 2:66, 67.) iri gözlü, seyrek ve parlak dişli birisidir. Sağ yanağında
yıldız gibi yüzünü aydınlatan bir işaret bulunmaktadır, esmer renkli, orta
boylu ve kavis kaşlıdır. (Nuaym bin Hammad, Kitabü’I-Fiten, Varak: 52a.)
Gözleri sürmelidir. (İs’afü’rRâğıbîn, s.146; Nuru’l-Ebsâr, s.187. )

Hz. Ali onun
delikanlılık dönemine dikkat çekerek güzel bir delikanlı olduğunu anlatır.
Güzel yüzlüdür o. Saçları omzuna kadar dökülmüş, yüzünün nuru başına ve
saçlarının siyahına kadar yükselmiştir. (İkdü’d-Dürer, Varak: 11a.) Hadislerde
Hz. Mehdî’nin başına da dikkat çekilmiş, sünnet olan sarığı başından çıkarmayacağı
bildirilmiştir. (et-Burhan, Varak: 81a; elHavî, 2:61, 62; İs’âfü’r-Rağıbîn, s.
148, 149.)

Fazileti:

Hâkim’in
Müstedrek’inde Hz. Ali’den gelen bir rivayette, Hz. Mehdî ve askerlerinin
faziletleriyle ilgili olarak şöyle denilir: "Selef onları geçemediği gibi
halef de onlara ulaşamaz." (Mukaddime, 52. Fasıl, s. 319.)

Hz. Mehdî’nin
talebeleri fazilet yönünden o kadar ilerdedirler ki, Sahabeden sonra ilk sırayı
alırlar.

Hz. Hüseyin’e Hz.
Mehdî’nin ne ile tanınacağı sorulduğunda "Sekîne ve vakan, helal ve haramı
bilmesi, insanların kendisine muhtaç olup onun kimseye muhtaç olmamasıyla
tanınır" (İkdü’d-Dürer, Varak: 12b.) cevabını verir.

Mehdî’nin asıl
faziletini Hz. Eyyüb gibi sabırlılığı teşkil eder. Konuyla ilgili rivayet
şöyledir:

"Mehdî’nin
efdaliyeti, bütün kederlere ve şiddetli fitnelere gösterdiği azamî sabır
cihetiyledir… Deccalın muhasarası üzerinden kalkmayacaktır. Yoksa Mehdî’nin
efdaliyeti, sevap ve Allah katındaki mertebesinin yüksekliği sebebiyle
değildir." (İs’afü’r-Rağıbîn’den naklen Tılsımlar, s. 212.)

Hz. Mehdî mühim
hizmetleri sebebiyledir ki, daha dünyadayken Â1-i Beytten bazıları gibi
Cennetle müjdelenmiştir. Enes bin Mâlik der ki: "Ben Resûlullah’tan
işittim: Biz Abdülmuttalip çocukları Cennet halkının büyükleriyiz. Ben, Hamza,
Ali, Cafer, Hasan, Hüseyin ve Mehdî." (Ibni Mâce, Kitabü’I-Fiten: 34 (H.
4087).)

İlmi:

Hz. Mehdî ilminin
üstünlüğüyle temayüz edecektir. Mâneviyat büyüklerinden Bayezid-i Bistamî,
Cenab-ı Hakkın daha çocukluğundayken ona çokça ilim ve amel ihsan edeceğini
belirtir. (Tılsımlar Mecmuası, s. 205, 206.

İbni Kesir’de
belirtildiğine göre ilim ve vakar H2. Mehdî’nin ziyneti olacaktır.
(Kitabü’n-Nihaye,129-30.)

Onun uzun boylu
ilim öğrenmeye ihtiyacı yoktur. Çünkü o âhirzamanın en dehşetli döneminde alabildiğine
önemli bir hizmetle muvazzaf olarak gönderilecektir. Onun için de bu ilmine
olağanüstü bir tarzda kavuşacaktır. Bunu "Allah onu bir gecede ıslah
eder." (İbni Mâce, Kitabü’1Fiten: 34 (H. 4085.)) hadisinden öğreniyoruz.
Bu hadisi açıklayan âlimler Allah’ın onun tövbesini kabul edip onu feyiz,
fazilet ve hikmetlerle dolduracağını, muvaffakiyet nasip edeceğini
belirtmektedirler. Camiü’s-Sağîr Haşiyesinde el-Hafnî, bu hadisi açıklarken
Cenab-ı Hakkın ona bir gecede halk üzerinde hükümranlık vereceğini ve ilmî
faziletlere kavuşturacağını belirtmektedir. (Sünen-i tbni Mâce Tercümesi ve
Şerhi, 10:351.)

Hz. Mehdî’nin
esrar-ı huruf, yani cifr ve ebced ilmini, ilm-i mükevvenâtı [müsbet ilimleri]
bileceği de belirtilmektedir. (Tılsımlar, s. 206.)

Abdülkerim İbnü’l-Arabî,
Hz. Mehdî’ye kendi sun’u olmadan en yüksek kutbiyet, içtihad yapma özelliği verileceğini,
çalışıp kazanarak değil, emin makamında bunu elde edeceğini bildirmektedir.
(Tılsımlar, s. 207.)

Hz. Mehdî’nin
faaliyet süresi

Ebû Davud’da yer
alan bir hadiste, Hz. Mehdî’nin yedi sene hakim olacağı (Ebû Davud,
Kitabü’1-Mehdî, 4:170; Müsned, 3:117.) İbni Mâce’de yer alan diğer bir hadiste
Hz. Mehdî’nin kısa yaşasa yedi, yoksa dokuz sene kalacağı (İbni Mâce,
Kitabü’lFiten: 33, 34 (H. 4083.)) belirtiliyor.

Ebû
Saidi’l-Hudrî’nin rivayet ettiği Müsned de yer alan bir hadis de aynı minvalde:
"Mehdî ümmetimdendir. Ömrü uzun veya kısa olsa; yedi, sekiz yahut dokuz
sene yaşar." (Müsned, 3:36.)

Erzurumlu İbrahim
Hakkı Hazretleri ise Marifetnâme’sinde (1:27.) Hz. Mehdî’nin kırk yıl adaletle
hükmedeceğini söylemektedir.

Cemaatiyle hizmet
verecektir Hz. Mehdî. Ebû Davud’daki bir rivayette hak üzerine mücadele verecek
bu cemaatin en son grubu Mesih-i Deccalle savaşacaktır. (Ebû Davud, Cihad:1.)

Bediüzzaman,
"Ümmetimden bir grup Kıyamet kopuncaya kadar hak uğrunda cihad yapmaya
devam edecek" (Buharî, İ’tisam:10; Müslim, Îman: 247; İbni Mâce,
Mukaddime:1; Tirmizî, Fiten: 51.) hadis-i şerifini açıklarken, hadisin aslını
Ebced hesabına vurmuş, Hz. Mehdî’nin şahs-ı mânevîsinin icraat dönemini
çıkarmıştır. Buna göre hadisteki "Zâhirîne ale’l hakk” hak üzerine gâlibâne
olarak" ifadesinin Ebcedî değeri 1506’dır. Hicrî 1506 tarihine kadar
zâhir, âşikâre, daha öte gâlibâne hükmedecektir. Daha sonraki hizmetler ise
1542’ye kadar gizli ve mağlubiyetle yürütülecektir. "Hatta ye’tiyellâhu
biemrihî=Kıyamet kopuncaya kadar"1545 ise kâfirin başında kopacak Kıyamete
işaret etmektedir. (Kastamonu Lahikası, s. 23.9:

Ayrıca Bediüzzaman,
Şam Ümeyye Camünde 1911 yılında yüzü aşkın ilim adamının bulunduğu bir
topluluğa hitaben okuduğu hutbede, "istikbal yalnız ve yalnız İslâmiyet’in
olacak ve hakim, hakâik-ı Kur’âniye ve îmaniye olacak," (Hutbe-i Şamiye,
s. 28.) başka bir zamanda da, "istikbal, semavât-ı zemin-i Asya/Bâhem teslim
olur yed-i beyzâ-yı İslâm’a" müjdelerini verirken, İslâm’ın bu hâkimiyet
dönemlerine dikkatleri çekmektedir. İslâm’ın bu saadet dolu günlerine tarih
düşünmeyi de ihmal etmemiştir.1371’de fecr-i sadıkın başlayacağını, eğer bu
fecr-i kâzib de olsa otuz kırk sene sonra fecr-i sadık doğacağını
müjdelemektedir. (Hutbe-i ,Sâmiye, s. 34.)

Bu duruma göre 1371
(1951) fecr-i kâzib olarak düşünülürse, 30-40 sene sonra fecr-i sadık gelecek
demektir. Bu ise 1981,1991 tarihlerine rastlar ki, bize göre bu İslâm’ın zâhir,
âşikâre ve gâlibâne hükmetmeye başlayacağının başlangıç yıllandır. Hicrî
1506’ya kadar sürecek bu yüz yıllık hâkimiyet döneminin 40 yılı parlak, yedi
yılı da zirveye çıktığı yıllar olarak düşünülebilir.

Hz. Mehdî ne zaman
gelecek?

İnsanlık tarih
boyunca birçok fitnelere maruz kalmış; Firavunları, Nemrudları, Şeddadları
görmüştür. Fakat bunların hiçbiri dehşet yönünden "âhirzaman fitnesi"
ayarında olamamıştır.

Çünkü bu fitne,
hepsine taş çıkartacak derecede korkunç bir fitnedir.

Âhirzamanda çıkacağı
bildirilen bu fitnenin en korkunç yönünü Deccal ve Süfyan’ın fitnesi teşkil
eder. Her ikisi de insanları inançsızlığa sevk ederek ebedî hayatlarını
mahvederler.

Bu âfetin zarurî
sonucu olarak da bir sürü belâ ve felâketler boy gösterir. İnsanlar mânevî bir
kurtarıcıyı dört gözle bekler hale gelirler ve işte Hz. Mehdî böyle bir zamanda
çıkar.

Biz şimdi Hz.
Mehdî’nin çıkmasını gerektirecek o tehlikeli atmosferi hadislerin ışığında
görelim.

Âhirzamanda
çarpışmalar, vuruşmalar alabildiğine yaygınlaşır. Hakim’in Müstedrekinde yer
alan bir rivayete göre, Hz. Ali kendisine sorulan bir soru üzerine Hz. Mehdî’yi
anlatmış döneminde insanların öldürüleceğine dikkatleri çekmiştir.

Hadis-i Şeriflerden
öğrendiğimize göre âhirzaman, insanların bir yönüyle insanlıktan çıktıkları,
alabildiğine bozuldukları bir zamandır. Kıyamet alâmetlerinin baş gösterdiği
bir dönemdir.

O dönemde erkekler
kadınlara benzer. İleri gelenler şehvetlerine tabi olur. Kan dökme hafife
alınır. Din dünya karşılığında satılır. Hısım, akraba, ana, baba tanınmaz.
Fakir fukara doyurulmaktan kaçılır. Yumuşak huyluluk utanılacak, zulüm ise
böbürlenilecek şey haline gelir. Devlet başkanları günahkâr, bakanlar yalancı,
idareciler hâin, insanlara yardım edenler zâlim, kurrâ fasık olur ve zulümler açıktan
yapılır hale gelir. Boşanma hadiseleri çoğalır. Fısk u fücûr başlar. Yalancı
şahitlerin şehadetleri kabul edilir. Kadınlar kadınlarla yetinir. Ganimet
yağmalanır. İşte böyle bir zamanda Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) "Kıyameti
bekleyiniz" (Nuru’l-Ebsar, s.189.) buyurur ki bütün bunlar Kıyametin
alâmetlerindendir.

Bir rivayette de
fitne-i âhirzamanın nefislere bakan dehşetli yönüne dikkat çekilmiştir ki, o
fitne içine düşen insanlar nefislerine hâkim olamazlar. Bunun içindir ki
Resûl-ü Ekrem’in (a.s.m.) emriyle bütün ümmet bin dört yüz senedir bu fitneden
Allah’a sığınmaktadırlar. Bu husus Deccal ve Süfyan’la ilgili rivayetlerin
şerh, tefsir ve tevil edildiği Beşinci Şuâda şöyle anlatılır:

"Allahu a’lem
bissavab [Doğrusunu AIlah bilir], bunun bir tevili şudur ki, o fitneler
nefisleri kendilerine çeker, meftun eder. İnsanlar ihtiyarlarıyla, belki zevkle
irtikap ederler. Meselâ Rusya’da hamamlarda, kadın-erkek beraber çıplak
girerler ve kadın kendi güzelliklerini göstermeğe fıtraten çok meyyal
olmasından seve seve o fitneye atılır, baştan çıkar ve fıtraten cemalperest
erkekler dahi, nefsine mağlup olup o ateşe sarhoşane bir sürûr ile düşer,
yanar. İşte dans ve tiyatro gibi o zamanın lehviyatları ve kebâirleri
[oyunları, eğlenceleri, büyük günahları] ve bid’aları, birer câzibedarlık ile
pervane gibi nefisperestleri etrafına toplar, sersem eder. Yoksa cebr-i mutlak
ile olsa ihtiyar kalmaz, günah dahi olmaz." (Şualar, s. 491.)

İşte Deccal bütün
bunlara zemin hazırlar. Hz. Mehdî de böyle bir zamanda faaliyete başlar. Hz.
İsa da gökten iner ve Hz. Mehdî’yle buluşur. Kıyametin kopmasına bir gün bile
kalsa bunlar gerçekleşmeden Kıyamet kopmaz.

Başka bir
hadislerinde de Peygamberimiz, Mağrib tarafında herc ü merc olacağı, korku
belireceği, insanları açlık ve kıtlık istilâ edeceği, fitnenin çoğalacağı,
insanların birbirlerini yiyeceği bir anda Hz. Fatıma’nın evladından bir adam
çıkıp âhirzamanda hidayeti ikame edeceğini ve onun çıkışının Kıyametin
alâmetlerinden ilki olacağını bildirmektedir.

Hz. Ali’nin rivayet
ettiği bir hadiste fitnenin dört olduğunu, bunların bolluk, darlık, hazine
fitnesi olduğunu (altın madeni olduğunu söyler), dördüncüsünde de Resûlullah’ın
şöyle buyurduğunu bildirir: "Benim neslimden bir adam çıkar ve Allah onun
eliyle işleri düzene sokar." (Tezkire, s.188.)

Hz. Mehdî’ye olan
ihtiyaç

Yukarıda yer
verdiğimiz âhirzamanın dehşetli atmosferi insanlığı içerisinde bulunduğu bu
kaostan kurtaracak bir Mehdî’ye duyulan ihtiyacı zorunluluk derecesine
getirmiyor mu?

Dilerseniz konuyla
ilgili biraz daha tahşidat yapalım ki, onun gelmesi gerekliliği kendiliğinden
ortaya çıksın.

İhtilafların,
kargaşanın, zulmün yaygınlaştığı bir dönemdir onun dönemi. Âdetâ gün doğmadan
önceki zifiri karanlığı andırır.

Ebû
Saidi’l-Hudri’den rivayet edildiğine göre bir gün Allah Resûlü, "Size
Mehdî’yi müjdeleyeyim mi?" diye sormuş ve devam etmişlerdi: "O
ümmetim içinde insanlar arasında ihtilaflar ve sarsıntılar baş gösterdiği zaman
gönderilir. Zulüm ile dolan yeryüzünü adaletle doldurur. Ondan gökler ve yer
ehli razı olur." (İkdü’d-Dürer, Varak: 54sı; Kitabü’l-Fiten, Varak: 5lab.)

Fitnelerin kol
gezdiği bir devrenin insanıdır Hz. Mehdî, bu korkunç fitneden sakındırmayı
ihmal etmeyen Allah Resûlü, bunun İslâm Deccalı olan Süfyan’a-ki Hz. Ali ve bir
kısım ehl-i tahkiki Müslümanlar arısında çıkan Deccal’a Süfyan demişlerdir
(Şuâlar, s. 492.) ve Hz. Ali hep bu Deccalden bahsetmiştir (Şualar, s. 489.)
ait olduğunu dahi bildirmiştir. Öyle ki ümmetini yedi fitneden sakındırırken bu
fitneye dikkat çekmişti Resûl-ü Ekrem (a.s.m.). Bu yedi fitneden birinin Şam’da
çıkacağını ve buna Süfyanî fitne (İkdü’d-Dürer, Varak: 23a-b.) denileceğini
bildiriyordu. Geçmiş dönemlerde İslâm’a merkezlik yapan Şam ilelebet böyle
kalacak demek değildi. Sonraki dönemlerde başka bir şehir İslâm’a merkezlik yapabilirdi.
Öyleyse Süfyan başka bir İslâm merkezinde niçin çıkmasın?

Bu fitne ve fesada,
karışıklıklara, ahlak bozukluğuna başka hadis-i şeriflerde de dikkat
çekilmiştir: "Dünya herc ü merc olduğu, fitneler zuhur ettiği, yollar
kesilip insanlar birbirlerinin mallarını yağma ettikleri; büyük küçüğe
merhamet, küçük de büyüğe saygı duymadığı zaman, Allah [Hz. Mehdî’yle] dalâlet
kalelerini fethedecek, kapalı kalpleri açacak, dini ilk zamanlarda ikame ettiği
gibi âhirzamanda da yeniden ikàme edecektir. Dünya zulümle dolduğu zaman
adaletle dolduracak birisini gönderecektir." Taberânî, Mu’cemü’1Kebîr.

Hz. Mehdî muhakkak
gelecektir. Çünkü Mehdî’siz Deccal olmaz. Firavun’suz Hz. Musa, Nemrud’suz Hz.
İbrahim olmadığı gibi… Onun için Deccal’a da ayrı bir fasıl açmak gerekecek
ve o zaman Hz. Mehdî’nin gelme zorunluluğu ve hizmetlerinin ehemmiyeti daha iyi
anlaşılacaktır.

İnsanlık tarih
boyunca nice musibetlere, zulüm ve işkencelere maruz kalmıştır. Âhirzaman ise
az önceki rivayette de belirtildiği gibi insanları ümitsizlik ve karamsarlığa
itici, kuvve-i mâneviyelerini sarsıcı hadiselerle doludur. Hele Deccalın
fitnesi, mânevî tahribatı öylesine büyük ve icraatı öylesine dehşetlidir ki,
Hz. Nuh’tan itibaren bütün peygamberler ümmetlerini onun şerrinden sakındırma ihtiyacını
hissetmislerdir.

Cenab-ı Hakkın
İlâhî âdeti ise her devirde bunalan insanlığı gönderdiği mânevî görevlilerle
kurtarmak şeklinde kendini göstermiştir. Geçmiş devirlerde raydan çıkan,
bozulan insanlarını düzeltmek için peygamberler gönderdiği gibi âhirzaman
denilen Peygamberimizden Kıyamete kadarki süre içerisinde de maddî ve mânevî
felaketlere maruz kalan insanları da müceddit, mürşid, bir nevi mehdî
denebilecek büyük zatlarla desteklemiştir. Ümmetin bozulduğu dönemlerde gelen
bu zâtlar, mü’minler için büyük bir dayanak noktası olmuşlardır.

Asırları yeisten
kurtaran, moral veren ve kuvve-i mâneviyeyi takviye eden mehdîler ve
âhirzamanın büyük mehdîsiyle ilgili olarak Mektûbât’ında şu satırlara yer
veriyor Bediüzzaman:

"Resûl-ü Ekrem
(a.s.m.), vahye istinaden, her bir asırda kuvve-i mâneviye-i ehl-i îmanı
muhafaza etmek için, hem dehşetli hadiselerde ye’se düşmemek için, hem âlem-i
İslâmiyet’in bir silsile-i nûrâniyesi olan ÂI-i Beytine ehl-i îmanı rabtetmek
için, Mehdîyi haber vermiş. Âhirzamanda gelen Mehdî gibi, her bir asır, Â1-i
Beytten bir nevi mehdî, belki mehdîlér bulmuş." (Mektûbât, s. 96.)

Şu var ki,
âhirzamanın büyük mehdîsi daha geniş çapta hizmetleri omuzlayacaktır. Bu
hizmetler siyaset, diyanet, saltanat, cihad âlemi gibi birçok dairedeki
hizmetleri birden içerisine almaktadır. Diğer çağların mehdîleri bu hizmetlerin
bütününü birden değil, sadece bir veya birkaçını üstlenmişlerdir. Meselâ
siyaset âleminde Mehdî-i Abbasî, diyanet sahasında Gavs-ı Azam, Şah-ı
Nakşibend, Aktab-ı Erbaa ve On iki imam gibi büyük zatlar büyük Mehdî’nin bazı
vazifelerini icra etmişlerdir.

İşte büyük
Mehdi’nin bazı vazifelerini değişik dairelerde bazı büyük zatlar gördükleri
içindir ki bazı ehl-i tahkik Hz. Mehdî’nin çıktığına hükmetmişlerdir.

Oysa bütün bu dairelerdeki
hizmetlerin bütününü birden âhirzamanın Mehdî’si üstlenecektir.

Büyük mehdînin
diğer mehdîlerle karıştırılmasının önemli bir sebebi de bu şahıslar hakkındaki
rivayetlerin farklılığıdır. Bu husustaki hadisleri tefsir eden âlimler,
hadislerin metinlerine tefsirlerini ve çıkardıkları hükümleri tatbik edip
zamanlarında saltanat merkezi Medine veya Şam’da olduğu için Şam, Basra, Kûfe
gibi yerlerde çıkacaklarını tasavvur edip bütün dünya tanıyacakmışçasına bir
vaziyet vermişlerdir. Halbuki bu dünya imtihan dünyası olduğu için akla kapı
açılır, irade elden alınmaz. Bunun içindir ki o müthiş şahıslar çıktığı zaman
çoklan, hatta kendileri de başlangıçta Deccal olduklarını bilmezler. Ancak
nur-u îman dikkatiyle tanınabilir. (Şualar, s. 487; Sözler, s. 310.)

Cenab-ı Hakkın,
kemal-i ·rahmeti gereği, şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet
olarak, her bir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya müceddit veya bir
halife-i zîşan veya bir kutb-u âzam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nevi
mehdî hükmünde mübarek zatlar gönderdiğini, fesadı izale edip milleti ıslah
ettiğini, din-i Ahmedî’yi (a.s.m.) muhafaza ettiğini söyleyen Bediüzzaman,
sonra da şunları söylüyor:

"Mâdem âdeti
öyle cereyan ediyor; âhirzamanın en büyük fesadı zamanında, elbette en büyük
bir müçtehid, hem en büyük bir müceddit, hem hâkim, hem Mehdî, hem mürşid, hem
kutb-u âzam olarak bir zât-ı nûrânîyi gönderecek ve o zât da, Ehl-i Beyt-i
Nebevîden olacaktır." (Mektûbât, s. 425.)

Bediüzzaman,
Mektûbât’ında Hz. Mehdî’nin gelmesinin hiç de imkânsız olmadıgım örneklerle
anlatır. Buna göre bir dakika zarfında yerle gök arasını bulutlarla doldurup
boşaltan, bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eden, baharda bir saatte
yaz mevsiminin nümûnesini ve yazda bir saatte kış fırtınasını îcad eden Kadîr-i
Zül· celâl, Mehdî ile İslâm âleminin zulümâtını niçin dağıtamasın? Vaadettiğine
göre elbette yapacaktır. Kudret-i İlâhiye açısından bakılsa gâyet kolaydır.
Sebepler dairesi ve hikmet-i Rabbâniye noktasında düşünüldüğünde de gâyet makul
ve vukûa lâyık olarak görülür. Bu noktada Bediüzzaman şu cümleleri kullanır:

"Eğer muhbir-i
Sadıktan rivayet olmazsa dahi, herhalde öyle olmak lâzım gelir ve
olacaktır" diye ehl-i tefekkür hükmeder." (Mektûbât, s. 425.)

Çağımızın önemli âlimlerinden
biri olan Mevdûdî’nin bu konudaki görüşleri de hemen hemen Bediüzzaman’ın
görüşleriyle uygunluk arz etmektedir. O kaynaklara dayanarak ister çağımızda,
isterse asırlar sonra gelecek olsun hem akl-ı selîm, hem fıtrat, hem de dünya
gidişatının Hz. Mehdî’yi gerektirdiğini söyler. Böyle bir lider bekleme
anlayışının halkı uyuşukluğa ittiği, aktiviteden alıkoyduğu şeklindeki
şikayetlere karşı çıkar. Doğru olanın halkı bu duruma itenin Hz. Mehdî’nin
geleceği inancı değil, yanlış anlamalar olduğunu söyler. Ona göre Mehdî
inancının sadece diğer dinlere ait cemaatlerde bulunduğu şeklindeki anlayış da
bâtıl bir itikaddan başka bir şey değildir. Şöyle der Mevdûdî:

"Dünyádaki
hayatın son bulmadan, İslâm’ın dünya dini olarak zuhur edeceğini, keder ve
ümitsizliğe kapılmış insanın kendi îcadı ve inancı olan bir sürü ‘ izm’leri
denedikten sonra Allah’ın `izm’ine ilticaya mecbur kalacağını, bu işin
tahakkuku ise, Peygamber Efendimizin (a.s.m.) tarafından ortaya konulan
ölçülerle hareket edecek, çalışacak ve İslâm’ı asıl hüviyeti ile yayacak olan
bir lider tarafından mümkün olacağını, Peygamber Efendimiz gibi ondan evvel
gelmiş olan peygamberlerin de kendi cemaatlerine söylemiş olabileceklerini
zannetmekteyim. Hem de böyle bir tebşirâtın bâtıl tarafı nerede?"

Bu ifadeleri
serdeden Mevdûdî, Mehdî inancının gayr-ı müslim cemaatlerde de bulunuşunu
açıklarken, bunu, diğer peygamberlerden gelen rivayetlerden aldıklarını, fakat
hurafeler katarak yorumladıklarını söyler. Tespitlerine göre avam, yani halk,
bir bakışıyla kafirleri mahvedecek, bedduasıyla tankları ve uçakları imha
edecek eski zaman kıyafetli, modası geçmiş, mistik görünüşlü ve bir gün âniden
medreseden çıkıverecek bir Mehdî’yi beklemektedirler. Yine ona
göre,"yenilikçi mucitler" de bunu imkânsız görmektedirler.

Daha sonra Mevdûdî,
Hz. Mehdî’nin nasıl olması gerektiği hakkındaki görüşlerini de şöyle anlatır:

"Fikrime göre
gelecek olan kimse bütün cârî şubelerine ve hayatın ana problemlerine de çok
derin nüfuza sahip ve çağının en modern bir lideri olacaktır. Devlet idaresi,
siyasî basiret ve harpteki stratejik hüner bakımından bütün dünyayı hayran
bırakacak. Fakat çok korkarım ki, onun getireceği yeniliklere karşı ilk feryadı
basanlar; ulemâ ve sofiler olacaktır. Kezâ onun tanınabilmesi için alelâde bir
adamın durumundan farklı şekillere sahip bulunacağını ummaktayım. Kendisini de
Mehdî olarak îlan edeceğini kabul etmemekteyim."

Mevdûdî
peygamberler dışında kimsenin bir iddia hakkına sahip olmadığını, dolayısıyla
Hz. Mehdî’nin, "Ben Mehdî’yim" diye ortaya çıkmayacağını, Mehdîliğin
iddiayı değil, icraatı tazammun ettiğini belirtmekte ve peygamberlik ölçülerine
göre hilafeti tesis edecek olan Mehdî’yi ancak insanların eserleriyle
tanıyabileceklerini de söylemeyi ihmal etmemektedir. Sonra da görüşlerini şöyle
dile getirmektedir Mevdûdî:

"Kanaatime
göre Mehdî de, diğer inkılapçı liderler gibi sert mücadele ile yolu üzerindeki
mutat engellere karşı koyma zorunda kalacaktır. Saf İslâm esası üzerine yeni
bir fikir ekolü vücuda getirecek ve halkın zihniyetini değiştirecek, ilmî ve
siyasî mahiyette kuvvetli bir harekete girişecektir. ‘Cahiliye’ onu parçalamak
üzere tütün kuvvet ve kudretini bir araya toplayacak, fakat âkıbette
"Cahiliyye" mağlup edilecek ve kuvvetli bir İslam devleti
kurulacaktır." (Mevdûdî, İslâm’da İhya Hareketleri, s. 47, 48.)

Mevdudî aynı yerde
Hz. Mehdî’nin bir taraftan gerçek İslâm ruhunu yayarken, diğer taraftan da
amelî inkişaf ve tekâmüle sonsuz bir hız kazandıracağını söylemekte ve sonra da
şu noktaya dikkat çekmektedir:

"Şayet
İslâm’ın beklenen dünya hâkimiyeti fikri, fikir, kültür ve siyaset bakımından
tahakkuk edecekse, o vakit şümullü ve kudretli bir liderliği sayesinde böyle
bir inkılâbı tahakkuk ettirecek büyük bir liderin zuhuru da kezâ şarttır. Böyle
bir liderin zuhuru fikrine yan bakanların akl-ı selîm noksanlığına hayret
etmekteyim! Bu dünyada Lenin ve Hitler gibi günahkâr liderlerin sahnede
görülebilmesine rağmen; aynı hal, fazilet timsali bir lider için neden uzak ve
meşkûk (şüpheli] addedilsin." (Mevdûdî, İslâm’da İhya Hareketleri, s. 48,
49.)

Bu izahlardán sonra
Hz. Mehdî’nin gelmesinin zarureti hakkında şunu söyleyebiliriz:

Hz. Mehdî Deccal’ın
dehşetli fitnesini defedecek büyük bir mâneviyat kutbu olduğu içindir ki
bilhassa o devirde yaşayan ehl-i îman için büyük bir nokta-i istinad olacaktır.
İmanların tehlikeye düştüğü, tarihte emsaline az rastlanır tarzda zulüm ve
istibdadın hükmettiği bir zamanda o gelip gönüllere su serpecek, Allah’ın
varlığını, birliğini kalplere nakşedecek, îmanın hazzını yaşatacak, musibetlere
karşı dayanma gücü kazandıracaktır. Bu ihtiyaç münasebetiyle olsa gerektir ki,
bir hadis-i şerifte, Sahabe, Resûlullah’tan sonra bir hadise olacağından
korkmaları ve Resûlullaha sormaları üzerine Allah Resûlü onlara Hz. Mehdî’yi
müjdelemişlerdi. (Tirmizi, Fiten: 43.) Yine ihtiyaç sebebiyle olacak ki o
dönemin insanları bal arılarının arı beyine sığındıkları gibi Hz. Mehdî’ye
sığınacak, (el-Burhan, Varak: 82a.) onu baş tacı edineceklerdir. Kurtubî’nin
Tezkire’sinde belirtildiğine göre de, insanlar dört bir yandan gelip ona bîat
edeceklerdir. (Tezkiretü’l-Kurtubî, s.187.)

Bir hadiste Hz.
Mehdî’yi olan bu ihtiyacın önemi ve büyüklüğü sebebiyledir ki dünyanın
yıkılmasına bir gün kalsa bile, Cenab-ı Hak o günü uzatıp Hz. Mehdî’yi
göndereceğinden bahsedilmektedir. (Ebû Davud, Mehdî: 4; Tirmizî, Fiten: 43.)

Mehdîyi herkes
tanıyabilecek mi?

Deccal ve Süfyan’ı
olduğu gibi Hz. Mehdî’yi de herkesin gündüz gibi apaçık bir şekilde tanıması
beklenmez. Beklenmemelidir de. Çünkü bu imtihan sırrına ters düşer. Öyle olmalı
ki, her devir onları zamanlarında gelecekmişçesine beklemeli, eski devirlerde
de gelip geçtiği veya yaşadığı söylenebilmelidir.

Garâbü’l-Ehadis’te belirtildiğine
göre Hz. Mehdî’yi herkesin tanıyamayacağı, ancak ehl-i irfanın nûr-u îmanla
tanıyacağı belirtilmektedir. (Tılsımlar, s. 212.)

İnsan hangi konuyla
çok meşgul olursa, o konuda uzmanlaşır. İmanî noktada zayıf veya ciddî bir
şekilde arayış içerisine girmeyen insan, zamanında da yaşasa, yanı başında da
olsa Mehdî’yi göremez, asırlar geçse de gelecek zanneder.

Hz. Mehdî neler
yapacak?

Hz. Mehdî’nin
hizmetleri öylesine önemli ve büyüktür ki, rivayetlerden onun hilafetinden
sadece insanların değil, bütün yer ve gök ehlinin memnun olacağı belirtilir.
(İs’âfü’r-Râğıbîn, s. 146; el-Havî, 2:66, 67.) Çıkışı sadece ehl-i îman için
değil, yer ve gök ehli için dahi sevinç kaynağı olur. O kadar ki bundan kuşlar,
vahşî hayvanlar, denizdeki balıklar dahi sevinirler. (el-Havî li’l-Fetâvâ, s.
67, 68; Rahbavî, Kıyamet Alâmetleri, s.162,163.) Hatta Mehdî’nin bu güzel
hizmetleri sebebiyledir ki, ölüler bile dirilip döneminde yaşamayı temennî
ederler. (Tezkiretü’l-Kur tubî, s. 186; Şerhu’l-Makassıd, 2:307;
Is’âfü’rRağıbîn, s.145.)

Bu önemli hakikati
ifade ettikten sonra İslâm’ı sadece âhiret diniymiş gibi görmek veya
göstermenin İslâm’ı tanımamak mânâsına geldiğini, peygamberlerin sadece âhiret
işlerinde değil, dünya işlerinde de rehber oldukları gibi Hz. Mehdînin de maddî
ve mânevî her konuda yol göstereceğini, ıslahatını her sahada yapacağını hemen
belirtelim.

Evet, o vazifesini sadece
din sahasında değil, saltanat, hilafet, sosyal hayat, cihad gibi hayatı kuşatan
her sahada icra edecektir.

Biz burada
rivayetlere dayanarak bu hizmetlerinin en dikkat çekici olanları üzerinde
duralım:

Dini ikàme

Hz. Mehdî büyük bir
müceddittir aynı zamanda. Cenab-ı Hak onunla dini tekrar iâde edecektir.
(İkdü’d-Dürer, Varak: 9a.) O âhirzamanda, Asr-ı Saadette olduğu gibi İslâm’ı
yeni baştan hâkim kılacak, yüceliğini, üstünlüğünü bütün dünyaya îlan
edecektir. Nuru’l-Ebsar müellifi Said bin Cübeyr, "Müşrikler hoşlanmasalar
da Allah bu dini bütün dinlere üstün kılacaktır" (Tevbe Sûresi: 33.)
âyetinin tefsirinde dini üstün kılacak kişinin Hz. Fatıma’nın çocuklarından Hz.
Mehdî olduğunu söyler. Bunun, "O İsa’dır (a.s.)" diyenlerin sözleriyle
de çelişki teşkil etmediğini, zira Hz. İsa’nın Hz. Mehdî’ye zemin
hazırlayacağını söyler. (Nuru’l-Ebsâr, s. 186.)

Ümm-ü Seleme’nin
rivayetine göre Sünnet-i Seniyyeyi esas alan Hz. Mehdî, İslâmiyet’i küre-i
Arz’ın denizlerine kadar yayacak, (İbni Kesir, en-Nihaye, 1:27, 28; Suyûtî,
el-Havî, 2:58, 59.) başka bir rivayete göre ise Zülkarneyn ve Süleyman (a.s.)
gibi bütün dünyaya hakim olacaktır. (Rahbavî, Kıyamet Alâmetleri, s. 162, 163.)

Saadet-i Ebediye’de
Ashab-ı Kehfin mağaradan çıkıp Hz. Mehdî’ye asker olacakları tarzında bir
rivayete yer verilir. (Saadet-i Ebediye, s. 1029.) Ashab-ı Kehfin dirilip asker
olmasının nasıl gerçekleşeceğini bilemiyoruz. Yalnız şunu söyleyebiliriz ki,
Hz. Mehdî’nin îmanî mesajlarıyla Ashab-ı Kehfin dirilişi gibi ölü ruhlar
dirilecek, yeniden hayata dönecektir. Bu bize Hz. Mehdî’nin mesajının temelini
de insanı mânen diriltecek îmanî hakikatler teşkil ettiğini göstermektedir.

Sünnet-i Seniyyeyi
ihya

Hz. Mehdî müceddit
oluşu sebebiyle zamanına İslâm’ın damgasını da vuracaktır. İslâm’a yöneltilen
hücumları bertaraf edecek, Sünnet-i Seniyyeyi ihya edecektir. Aişe Validemizin
rivayet ettiği bir hadis-i şerifte bu husus açık açık anlatılır: "Benim
vahy üzere mücadele verdiğim gibi Mehdî de Sünnetim üzere mücadele verir."
(Ikdü’d-Dürer, Varak: 5b; el-Burhan, Varak: 85b.) buyurulur.

Rahbavî rivayetlere
istinaden Hz. Mehdî’nin ihya etmedik sünnet, kaldırmadık bid’at
bırakmayacağından, âhirzamanda tıpkı Resûlullah gibi dinin vecibelerini îfa
edeceğinden bahsedilir. (Rahbavî, Kıyamet Alâmetleri, s. 162, 163.)

İmam-ı Rabbanî de
Mektûbât’ında Hz. Mehdî’nin bu önemli hizmeti üzerinde durur. Onun aslî
vazifelerinden birisinin Sünnet-i Seniyyeyi ihya ve bid’atları kaldırmak
olduğunu söyler. (Mektûbât, s. 255.) Sünnet-i Seniyyenin önemini anlatırken de
şu satırlara yer verir: "Sünnet ve bid’attan her biri, diğerinin yokluğunu
gerektirir. Birini ihya etmek, diğerini öldürmek sayılır. Bu mânâya göre
Sünnet-i ihya etmek, bid’atı öldürmek sayılır. Aksi dahi böyledir." Hatta
onun dini yayma ve sünneti ihya etme görevini yürütürken halkı bid’alarla amel
etmeye alıştıran modern bir bilginden dahi söz eder. (Mektûbât
(Arapçası),1:234; Mektûbât-ı Rabbanî Tercümesi, çev. Abdulkadir Akçiçek,
İstanbul: Çile Yayınları,1:565, 566.)

Hz. Mehdî
geldiğinde alabora olmuş bir atmosferle karşılaşır. Tepeden tırnağa İslâm’a
yöneltilmiş bir tahribatla karşı karşıya kalır. İslâmiyet’i içine alan ve
dağlar büyüklüğünde taşları bulunan İslâm kalesinde bir sürü gediklerin
açılmıştır. Bin seneden beridir yığılan ve birike gelen şüpheler bir anda
kusulmuş; İslâmî esas, cereyan ve şeâirlerin kırılmaya, kalb-i umumî ve efkâr-ı
âmme dehşetli yaralanmaya, vicdan-ı umumînin bozulmaya yüz tutmuştur.

Bütün bunlar
Süfyan’ın öncülüğünde gerçekleşir. Hz. Mehdî ise bu müthiş tahribatın sebep
olduğu mânevî hastalığı Kur’ân eczanesinden aldığı ilaçlarla tedavîye çalışır,
bid’atlarla unutulmaya, unutturulmaya çalışılan ve savaş açılan, gerçekte ise
her biri birer iksir olan Sünnet-i Seniyye prensiplerini yerleştirmeye çalışır.
Bediüzzaman, Süfyan ve taraftarlarının yerleştirmeye çalıştığı bid’atkâr
sisteme karşı Hz. Mehdî’nin vereceği mücadeleyi Mektûbât’ında şöyle dile
getirir:

"Hz. Mehdî’nin
cemiyet-i nuraniyesi, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid’akârânesini
tamir edecek, Sünnet-i Seniyyeyi ihya edecek; yani âlem-i İslâmiyette risalet-i
Ahmediyeyi (a.s.m.) inkâr niyetiyle Şeriat-ı Ahmediyeyi (a.s.m.) tahribe
çalışan Süfyan komitesi, Hz. Mehdî cemiyetinin mu’cizekâr mânevî kılıncıyla
öldürülecek ve dağıtılacak." (Mektûbât, s. 42C.)

Süfyan’la mücadele

Hz. Mehdî, en büyük
mücadelesini Hz. Ali’nin ifadesiyle İslâm’a, Kur’ân’a savaş açan, dinsiz,
yalancı İslâm Deccal’ı Süfyan’a karşı verecek, mücadeleler sonucunda onu
öldürecek, tahribatını tamir edecektir.

Süfyan münkir
biridir. Allah’ı, Kur’ân’ı, peygamberi tanımaz, İslâm adına ne varsa hepsine
karşıdır. Sistemli ve münafıkâne bir tarzda iş görür. İslâm’ın ana direkleri
olan inanç esaslarını kaldırmaya, yok etmeye, zayıflatmaya çalışır. "Hz.
Mehdî’yi de devamlı tarassut altında tutar. Muhasarası üzerinden kalkmaz."
(İs’afür-Rağıbîn’den naklen Tılsımlar, s. 212.)

Hadislerde
Süfyan’ın tahribatına olduğu kadar Hz. Mehdî’nin onunla yapacağı mücadelelere
de yer verilmiştir.

O Süfyan ki, Hz.
Ali’nin belirttiğine göre büyük cüsseli biridir. Önce etrafını yakıp yıkacak,
sonra da Doğu ülkelerini dolaşıp meliklerini mağlup edecektir. (ellşâa, li
Eşrati’s-Sâe, s.167,168.)

Onun büyük bir
cüsseye sahip olması maddî ve siyasî gücünün fazlalığına işaret eder. Nitekim
rivayetlerden âhirzamanda çıkacak şahısların fevkalâde iktidarları olduğu
anlaşıldığını belirten Bediüzzaman bunu tevil ederken, o şahısların temsil
ettikleri mânevî şahsiyetin büyüklüğünden kinaye olduğunu söyler ve bir zaman
Rusya’ya mağlup eden Japon başkumandanının sûretinin, bir ayağının büyük
Okyanusta, diğer ayağının da Port Artur kalesinde gösterildiğini, bu suretle
şahs-ı mânevîsinin dehşetli büyüklüğü· nün, o şahsiyetin mümessillinde ve büyük
heykellerinde ifade edildiğini anlatır. Fevkalâde ve harika iktidarları
hakkında ise şu değerlendirmeyi yapar:

"Ekser
icraatları tahribat ve müştehiyyat [nefsin hoşuna giden şeyler] olduğundan
fevkalâde bir iktidar görünür, çünkü tahrip kolaydır. Bir kibrit bir köyü
yakar. Müştehiyyat ise, nefisler taraftar olduğundan çabuk sirayet eder."
(Şuâlar, s. 492.)

Öte yandan
"Deccalın birinci günü bir sene, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir
hafta, dördüncü günü bir gündür" rivayetini tevil ederken, büyük Deccalın
bir taraftan kuzey kutup tarafından çıkacağını belirtirken-çünkü oralarda bir
gün bir senedir, yani altı ay gündüz, altı ay da gecedir. Daha güneye geldikçe
bunun bir ay, bir hafta, nihayet bir güne düştüğünü, dolayısıyla büyük Deccalın
kuzeyden bu tarafa tecavüz edeceğini ihbar ettiğini bildirmektedir-bir taraftan
da Deccalın müthiş tahribatına dikkat çeker ve der ki:

"Hem büyük
Deccal’ın, hem İslâm Deccal’ının üç devre-i istibdatları mânâsında üç eyyam
var. `Bir günü, bir devre-i hükümetinde öyle büyük icraat yapar ki, üç yüz sene
yapılmaz. İkinci günü, yani ikinci devresi, bir senede otuz senede yapılmayan
işleri yaptırır. Üçüncü günü ve devresi, bir senede yaptığı tebdiller on senede
yapılmaz. Dördüncü günü ve devresi âdîleşir, bir şey yapmaz, yalnız vaziyeti
muhafazaya çalışır." (Şuâlar, s. 493)

Müslim’de yer alan
bir hadiste (Müslim, Kitabü’l-Fiten, 23. Bab, 113. H. (H. 2938)) Hz. Mehdî’nin
Deccalle olan enteresan bir mücadelesine yer verilmektedir. Her ne kadar Mamer
ve Ebû İshak gibi raviler bu zâtın Hz. Hızır olduğunu söylüyorlarsa da hadisin
gelişi ve gidişinden onun Hz. Mehdî olduğu anlaşılmaktadır. Bu hadis-i şeriften
anladığımıza göre Deccal’ın merkezde silahlı gözetleme yapan askerleri
bulunmaktadır ki bu onun büyük bir ordu ve hükümet gücüne sahip olduğunu
göstermektedir. Buna dayanarak Hz. Mehdî’yi kendine bende etmek istemekte kabul
etmeyince de eziyet ve sıkıntı vermekte, tesirsiz hale getirmek için elinden
gelen her şeyi yapmaktadır. Öyle ki "sırtı ve karnı döve döve
genişletilmekte," yani onun dâvâsı gün geçtikçe etrafa daha da yayılmaktadır.
Onca eziyet ve işkencelere boyun bükmez, Deccal’ı tanımaz, Deccallığı
hakkındaki kanaati daha da pekişir, mağlup edilmez bir edayla insanlara şöyle
seslenir: "Ey insanlar şüphe yok ki, artık Deccal bana yaptığı bu işi
artık insanlardan hiçbir kimseye yapamayacaktır." Deccal yine onu öldürmek
için alır. Ama onun boynu ile köprücük kemiği arası bir bakır levha haline
geliverir ve Deccal artık onu kesebilecek hiçbir yol bulamaz. Sonunda onu iki
eli ve iki ayağı ile yakalar ve fırlatıp atar. İnsanlar, Deccal’ın onu ateşe
attığını sanırlar. Oysa o mü’min Cennet içine atılmıştır.

Bu ifadeler
Deccal’ın Hz. Mehdî’yi her ne kadar öldürmek istese de bunu başaramayacağını
göstermektedir. Ona diş geçiremeyecek, kılıcı da işlemeyecektir. Onu ateşe
atması ise zamanında bir nevi Cehenneme dönen zindanlara atması demektir. Ama
onun îmanı o zindanı da bir nevi Cennete çevirir. Çünkü Cennet ve Cehennem her
şeyden önce gönülde yaşanır. İman zindanları saraya, ateşi âb-ı hayata
çevirebilecek güçte bir iksirdir. Aynı zamanda bu Deccalın Hz. Mehdî’yi en
ücra, ıssız yerlere süreceğini, oraların ise bağlık bahçelik yerler olacağını
da göstermektedir. ·

Müslim’deki hadisin
sonu şöyle bitiyor: "İşte o mü’min âlemlerin Rabbi katında insanların
şehadet bakımından en büyük olanıdır."

Başka bir rivayette
ise Hz. Mehdî’nin Süfyanla ilgili mücadelesine şöyle dikkat çekilir:
"Süfyanla Mehdî yarışa hazır iki at gibi ortaya çıkarlar. Kâh Süfyanî
gâlip gelir, kâh Mehdî." (Nuaym bin Hammad, Kitabü’l-Fiten: Varak: 76a;
et-Burhan, v. 92a.) Hz. Mehdî Şam’a geldiğinde Süfyanîler dallı budaklı ağaçlar
kesip Taberiye gölüne atarlar. (el-Havî li’l-Fetâvâ, s. 67, 68.) Horasan
tarafına giden bir taife de Süfyanîleri mağlup eder. (el-Havî li Í-Fetâvâ, s.
67, 68; Tezkire, s. 187.) Sonunda Süfyanîler hilafeti Hz. Mehdî’ye teslim
ederler. (Kitabü’l-Fiten, v. 50a.)

İşte bu teslim-i
silah ve Deccal’ı öldürdükten sonradır ki Hz. Mehdî ve onun nuranî cemiyeti,
Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid’akârânesini tamir edecek İslâm’ın her
çağa hitap eden ter ü taze hakikatlerini yerleştirecektir.

Burada rivayetlere
göre Süfyan’ın nereden çıkacağının belirtildiğini de zikredelim. Süfyan Şám’dan
çıkacaktır. (İs`âfü`rRağıbîn, s. 150, 151; el-Burhan, v. 89a.) Tabii ki bu-daha
önce de izah ettiğimiz gibi çıkacağı yerin illâ Şam olmasını gerektirmez. Bu
herhangi bir İslâm merkezi de olabilir.

Kalpleri
birleştirmesi:

Îmanları taklidden
tahkike ulaştıran, îmanda inkişaf ve terakkîye vesile olan Hz. Mehdî, her türlü
iyilik ve güzelliğin kaynağı olan îmanla önce bir huzur atmosferi sağlar. O
inanç birliği ile kalpler birleşir, kurtla kuzu bir arada yaşayacak hale gelir;
uhuvvet, hürmet, muhabbet ve ehl-i îman büyük bir kuvvet kazanır.

Hz. Ali’nin
Hakim’in Müstedrek’ inde belirttiğine göre `Allah Mehdî için birçok insanları
bulut parçalan gibi toplayacak ve Allah kalplerini telif edecektir."

Yine Hz. Ali’nin
rivayet ettiği bir hadis-i şerife göre dünyanın sonu geldiğinde fitne ve
kargaşa çoğalacak, altın madeninde türediği gibi türeyecek, halk fitne
içerisine dalacak, Şamlılar semadan yağan belâlarla darmadağın olacak ve o
kadar zayıflayacak ki tilkiler bile harp etse mağlûp edecek.

İşte böyle bir anda
Hz. Mehdî’ üç zafer sancağıyla çıkıp Müslümanların kalplerini telif edecek,
eski nimetlerini geriye almalarını sağlayacak, görüşlerini birleştirip
kalplerini yumuşatacaktır. (Hakim, Müstedrek’ten Mukaddime, Fasıl: 52; s. 318.)

Adaleti tesis

Herhangi bir
nesneye ait olan şeye hak, hakkın hak sahibine verilmesi, yerine konulmasına da’
adalet denir. Zulüm ise hakkın sahibinden ãlınması, yerinden oynatılması, başka
yerlere konulması demektir.

Her şeyin ters yüz
edildiği zulmün başına adalet külahını geçirdiği bir zamanda ruh dünyası
kararan insanlık hakkı, adaleti tesis edecek bir kurtarıcıyı her zamankinden
daha çok aramaya başlayacaktır. Resulullah’ın yolunda, onun tarzında bir
insanın âleme reis olup hükmetmesini, problemlerine çözüm bulmasını, zulme son
verip sulh ve sükûnu temin ve adaleti hakim kılmasını bekleyecektir.

İşte Hz. Mehdî
böyle bir zamanda çıkacak, zulümle dolan yeryüzünü adaletiyle dolduracak, (Ebû
Davud, Kitabü’lMehdî, 4:107 (H. 4284, 4290.); S. Taftazanî, Şerhu’1-Makasıd,
2:307.) işleri düzene sokacak ve (Buharî Kitabü’1-Fiten, 5.) insanları hakka
döndürünceye kadar mücadele verecektir. (İbni Hacer, el-Metalibü’l-Aliye, 4:342
(H. 4553.)

Hz. Mehdî zulüm ve
istibdadın hükmettiği dünyayı öylesine sulh ve sükûna kavuşturacaktır ki,
Müslümanlar İslâm’ın ilk dönemlerindeki gibi yaşamaya başlayacaklardır. Artık
kan dökülmeyecek, uyuyan kimse de rahatsız edilmeyecektir." (el-Burhan,
Varak: 82a; Kitabü l-Fiten, Varak: 51a.)

Bolluk ve bereket

Îmanın hükmettiği
bir dünyada neler olabileceğini gözünüzde bir canlandırın. Orada çalışkanlık,
gayret, faaliyet, fedakârlık, cömertlik, daha ne kadar güzel huylar varsa hepsi
birden yeşerecektir. İman güzel meyveler veren nuranî bir ağaç değil midir?

İşte Hz. Mehdî
zamanında Asr-ı Saadette olduğu gibi küllenmiş duygular birer birer
tomurcuklanacak, çiçek açacaklardır. Bu huzur ve sulh döneminin en göze çarpan
özelliklerinden biri de rivayetlerde belirtildiğine göre gözle görülecek
derecede bolluk ve berekettir. (el-Havî li’l-Fetâvâ, s. 67, 68; Rahbavî,
Kıyamet Alâmetleri, s.162,163.)

Müslim’de,
âhirzamanda geleceği bildirilen halife-ki İslâm âlimlerince bunun Mehdî olacağı
bildirilir malı sayılamayacak derecede taksim edecek (Müslim, Kitap: 52 (H.
67-69.) ibaresi yer alır. Ebû Davud’daki ifade ise şöyledir: "Âhirzamanda
bir halife gelir de malı avuç avuç verir, verdiği malı saymaz." (Ebû
Davud, Kitap: 34.)

Ebû
Saidi’l-Hudrî’den rivayete edilen bir hadis-i şerifte ise dönemindeki bolluk ve
refahtan söz edilirken şöyle buyurulur: "Benim ümmetim onun döneminde
öylesine bir refaha ulaşacak ki o güne kadar benzerine asla rastlanmamıştır. O
kadar ki yer ürünlerini verir, insanlardan hiçbir şey saklamaz, mal da o gün
çok birikir. Adam kalkıp, ‘Ey Mehdî, bana ver!" dediğinde, Mehdî de ‘Al!’
der." (İbni Mâce Kitabü’1Fiten: 34 (H. 4083.)

Batılılarca kaleme
alınan İslâm Ansiklopedisinde de, Macdonald’ın, Hz. Mehdî zamanındaki bu
bolluğu şöyle anlattığını görüyoruz: "Müslümanlar onun şeriatını takip
ederek, benzerini aslâ gönderdikleri bir refaha erişeceklerdir. Yer bütün
meyvelerini verecek ve gökler yağmurlarını boşaltacak bu zamanda gümüş para ayaklar
altına alınacak, hesap bile edilmeyecektir. Bir kimse her kalkışında ‘Ey Mehdî!
Bana ver!’ diyecek, o da, ‘Al!’ cevabını verecektir. Elbisesinin eteği
taşıyabileceği her şeyi adamın önüne dökecektir." Bunu Müslim-i Şerifin
rivayet ettiği şu hadis-i şerif desteklemektedir: ‘Ümmetim kaybolmaya
yaklaşınca saymaksızın servetler saçan bir halife gelecektir." (Macdonald,
İslâm Ansiklopedisi, 7:478.)

Mezhepleri tevhidi

Saadet-i Ebediye’de
Hz. Mehdî’nin mezhepleri kaldıracağı tarzında bir rivayete yer verilir.
(Saadet-i Ebediye, s.1029.)

Acaba bundan maksat
ne olabilir?

Herhalde bununla
anlatılmak istenen Resûlullah dönemine dönüş olsa gerektir. Çünkü onun
zamanında mezhepler yoktu. Bugün ise bu mezheplerin birleştirilmesi şeklinde düşünülebilir.

Bunun nasıl mümkün
olabileceği ise ayrıca üzerinde durulması gereken bir husustur. Sözler’ de yer
verilen şu husus bu konuda bize ışık tutmaktadır. Orada anlatıldığına göre,
önceden asırlara göre şeriatlar değiştiği, hatta aynı asırda kavimlere göre
bile ayrı ayrı şeriatlar geldiği halde Resûlullah’ın Şeriatı her asra kâfi
gelecek, bütün insanlık aynı dersi alabilecek, bir tek muallimi dinleyebilecek,
bir tek şeriatla amel edebilecek bir özellikte gönderildiği için muhtelif
şeriatlara ihtiyaç kalmamıştır. Ancak insanlık bütünüyle aynı seviyeye
gelmediği ve aynı sosyal hayatı koruyamadığı için teferruatta bir derece ayrı
ayrı mezheplere ihtiyaç duyulmuştur. Ne zaman ki çoğu insan yüksek bir okulun
talebesi gibi, bir sosyal hayat tarzı içerisine girer, bir seviyeye gelirse o
zaman mezhepler birleştirilebilir. (Sözler, s. 447.)

Şu halde Hz. Mehdî
zamanında insanlık bir yüksek okulun talebeleri gibi bir fikrî ve kültürel
yapıya kavuşacak, aynı sosyal hayat tarzını paylaşacak hale gelecek, dolayısıyla
da ayrı ayrı mezheplere ihtiyaç kalmayacak, tek bir hukuk sistemi Müslümanların
ihtiyacına cevap verecektir.

İstanbul’un fethi

Hz. Mehdî’nin
icraatlarından biri de İstanbul’u fethidir. Bir rivayette ümmet-i Muhammed’in
(a.s.m.) son emiri Ehl-i Beyt-i Nebevîden hüsn-ü sîret sahibi Mehdî’nin
çıkacağı, Kayser şehrini fethedeceği, zamanında Deccal’ın çıkacağı ve Hz.
İsa’nın gökten ineceğini bildirilir. (Nuaym bir Hammad, Kitabü’l-Fiten, Va-
rak: 59a.)

Kayser şehri
Kostantiniyye, yeni İstanbul ilk fethinin Fatih Sultan Mehmed tarafından
fethedildiğini, hadis-i şerifte de gerek kendisi ve gerekse askerlerinin
methedildiğini biliyoruz.

Yukarıdaki hadiste
ise bundan farklı bir yöne, yani İstanbul’un Deccal’ın çıktığı, Hz. Mehdî’nin
indiği bir zamanda fethine dikkat çekilmiştir. Bundan bir zaman gelip
İstanbul’un işgal edileceğini, fakat kurtarılacağını, ayrıca fısk u fesada
gömüldüğü bir zamanda Hz. Mehdî’nin gelip mânen onu fethedeceğini
çıkarabiliriz.