Ruhlar alemindeki akdin zaman ve mekan sınırı altındaki bedenler
aleminde unutulması belirli zamanlarda kamil ruhların beden alemine
gönderilmesini ve insani boyuttaki mesaj ve kelâmlarla bu akdin hatırlatılmasını
gerekli kılmıştır. Bir elektrik akımının elektrondan elektrona iletilmesi misali
bu uyarı da bedenden bedene iletilmiş ve mümkün olduğu ölçüde bütün ruhlara
ulaştırılma zemini hazırlanmıştır. Bu manevi atmosferin yayılmasında kimi ruhlar
iletken kimi ruhlar yalıtkan tavır gösterirler. Ruhlar arası iletimin vasıtası
bedenlerin birbirine mesajının iletişim dediğimiz olgu çerçevesinde ulaştığı
dikkate alındığında tebliğ ve iletişim bağlantısı net olarak ortaya çıkar. Ruhun
aslında var olan ve yeşerme zemini bulamamış tohum gibi toprak altında kalmış
potansiyel özelliklerini açığa çıkarma gayreti olan tebliğ işlevinde ruhunuzda
taşıdığınıza ve güzel olduklarına inandığınız özellikleri karşınızdaki ruha
iletme arzunuz bir iletişim işlevi şeklinde ortaya konmazsa çoğu zaman
gerçekleşmeyecektir. “Canlı bir varlık olan insan, kendi iş ve dış çevresiyle
devamlı etkileşim halindedir. İtkiler, güdüler (itki: drive, güdü: motive),
duyular, heyecanlar, düşünceler gibi birçok uyarıcılar, onun psikolojik ve
biyolojik yapısını oluşturan iç çevresinden gelen uyarıcılardır. Sosyal ve
fiziksel ortamını oluşturan dış çevre ise, maddeler, olaylar, şahıslar, sosyal
ve fiziksel görüntüler olmak üzere birçok uyarıcılarla doludur. İnsan denen
organizma, canlılığını sürdürmek için, kendisini etkileyen, yani algı alanına
giren bu uyarıcıları bilinçli veya bilinçsiz olarak değerlendirmekte ve onlara
uygun düşen bir davranımda bulunmaktadır. Organizma, kendisini etkileyen bir
uyarıcıya münasip bulduğu bir davranımda bulunurken aynı zamanda kendisi de
karşılaştığı durumu etkilemektedir. Yani insan denen organizma, sadece
uyarıcılara tepkilerde (response) bulunan pasif ve otomatik bir yansıltıcı
(mukabeleci) değildir; ortamda etkin bir öğe olarak kendisi de ortamı
etkilemektedir. Meselâ bir sosyal ortamda mevcut kişiler, birey için birer
uyarıcıdırlar. Onların davranımlarından kendi algı alanına girenlere karşı
yanıtımda (response) bulunan birey de, onların davranımlarını şu veya bu şekilde
etkilemektedir. Görülüyor ki insan, çevresi ile sürekli etkileşim halinde olan
canlı ve aktif bir varlıktır.”1 İnsan insana etkileşim, diğer ifadesi
ile iletişim, bir ruhta başlar o ruhun bulunduğu bedenle ifade edilir karşı
beden tarafından algılanarak o bedendeki ruhta ifadesini bulur.

Bu arada mesajın doru iletimi, gönderen ve alanın ruhlarında
aynı pencerelerin açılması her zaman mümkün olmamaktadır. Mesajı verenin ruh
hali, psikolojisi gibi faktörler ruhtan bedene olan iletimi mesajın beden
tarafından ruhla uyumlu ifadesini etkiler. Karşı tarafın ruhundaki benzer
özellikler de bedenin ifade ettiği manayı kendi ruhuna aktarırken etkili olur.
Kısacası iletişim pek de kolay bir faaliyet değildir. Ancak özellikle insanlar
arasında sorunların çözümünde çok önemlidir. Bu ruhlar arası iletimde ortaya
çıkan kazalar yanlış anlamaları, tartışmaları, kavgaları, cinayetleri hatta
bazan savaşları netice olarak ortaya çıkarabilir.

“İletişim kazaları, trafik kazalarında olduğu gibi, kazalara yol
açan nedenler bilindiği derecede azaltılabilir. İletişim konusunda bilgi edinen
birey hem kendini, hem de çevresindekileri daha iyi değerlendirir ve anlar.
Kendi davranışlarını değerlendirebilen kimse, kurmuş olduğu ilişkilerin
temelinde yatan psikolojik süreçleri anlar ve farkına varmadan ortaya çıkan
‘iletişim kazaları’nı önleyebilme olanağına kavuşur.”2

Bu Kainat Sultanı’na elçilik ve onun muradını insanlara
ulaştırmak gibi büyük bir görev üstlenmiş Zat’ın (a.s.m.) temsilci-liğini
yaparken elbette çok daha büyük bir önem kazanacaktır. Bu anlamda mesajın
içeriği yanında ulaştıranın hal ve tavırlarının O’na (a.s.m.) benzemesi büyük
önem taşır. Bu ise ruhun asr-ı saadetten gelen mesaja ne ölçüde ayine olabildiği
ile bağlantılı bir sonuçtur. Bu ayinelikte mesajı yansıtmak ve almak durumunda
bulunanların psikolojileri çok önemlidir.

Biyopsikososyal bir varlık olarak tanımlanan insan atomiçi
parçacıklarla canlılar evreni (biyosfer) arasındaki hiyerarşik pozisyonunda
davranış ve özelliklerinde bütün arada kalan faktörlerden etkilenmektedir. Her
bir düşüncenin, davranışın atomiçi alemde ne ifade ettiği oradan atomlara
geçişin ne gibi değişikliklere yol açtığı buradan organeller, hücreler, dokular,
organlar, organ sistemleri ve sinir sistemine geçişin özellikleri ve bu arada
geçen süreç bir anlamda ferdin ruhundan bedenine geçişin ifadesidir. Bu
geçişlerden sonra ve daha önceki tecrübelerle de şekillenen davranışa karşı
fertçe algılanışında ise aile, topluluk, kültür-alt kültür, toplum-ulus,
canlılar evreni (biyosfer) hiyerarşisi içindeki her bir alt grup belirleyici
olur.3

Bu hiyerarşik düzenin içinde pek çok faktörün etkisi altındaki
insan davranışı nasıl ortaya çıkmakta ve nelerin etkisi altında kalmaktadır?

Prof. Dr. Orhan Öztürk, davranışın belirleyicilerini iki grup
içinde toplamaktadır:

1. Davranışın evrimsel (filogenetik) belirleyicisi, 2.
Davranışın bireyoluşumsal (ontogenetik) belirleyicileri.4

Davranışın evrimsel (filogenetik) belirleyicisi ortaya konurken
insan gelişiminin ve davranışının en temel belirleyicisi onun çağlar boyunca
oluşmuş kalıtımsal yapısıdır denmektedir. Bu kalıtımsal yapının bütün insanlığa
özgü ortak yanları olduğu gibi, bireyden bireye ve kuşaktan kuşağa ırktan ırka
değişen yanlarının da bulunduğu ifade edilmektedir. Üst düzey fonksiyonların
merkezi olarak kabul edilen ön beyin (neokorteks) insanda çok gelişmiştir. Bu
nedenle insan çok farklı davranış şekilleri sergileyebilme özelliğine sahiptir.
Yine Prof. Dr. Orhan Öztürk’ün ifadesiyle: “Beynin gelişmesi belirli bir
kalıtımsal gelişim çizelgesine bağlı olsa bile, çevre uyaranları ile de
olgunlaşmakta, olumlu uyaranlarla beslenmediği taktirde gelişmesi de ağır
derecede etkilenebilmektedir.”5

“Bütün değişebilen plastik yapısına ve üstün gücüne karşın insan
uzun süren çocukluk çağında bu gücü kendi başına kullanabilecek durumda
değildi.”6 Talimle tekâmül özelliği verilmiş olan insan bu tekâmül
sürecini öğrenme, sosyalleşme ve toplumsallaşma safhaları içerisinde
gerçekleştirmektedir.

“İnsan ise, dünyaya gelişinde, her şeyi öğrenmeye muhtaç ve
hayat kanunlarına cahil. Hatta yirmi senede tamamen şerait-i hayatı öğrenemiyor.
Belki, âhir-i ömrüne kadar öğrenmeye muhtaç. Hem gayet âciz ve zayıf bir surette
dünyaya gönderilip, bir iki senede ancak ayağa kalkabiliyor. On beş senede ancak
zarar ve menfaati fark eder; hayatı beşeriyenin muâvenetiyle ancak menfaatlerini
celb ve zararlardan sakı-nabilir.”7

Bu özellikleri insanı sosyal bir varlık olmaya zorlamaktadır.
İnsanın davranış-larını belirlemede sosyal faktörlerin bu anlamda önemi çok
büyüktür.

Diğer yandan davranışın “bireyoluşumsal (ontogenetik)
belirleyicileri”8 şeklinde ifade edilen dünya şartları ve ortam
değişiklikleri gece gündüz değişmeleri, mevsim değişmeleri, hayatın sürdürüldüğü
dünya mekanı, doğal afetler gibi fiziki şartların davranış üzerinde etkileri
vardır. Mesela kışı uzun bölgelerde depresyon türü bozukluklar daha fazla
gözlenmektedir.

Diğer taraftan “psikososyal yaşam koşulları”9
davranışın ontogenetik belirleyicileri arasında sıralanmaktadır. Mesela annesiz
olarak büyümenin davranış üzerinde pek çok olumsuz etkilerinin olduğu
düşünülmektedir. Yine bu anlamda aile ve toplumsal çevrenin öğrenme için gerekli
uyaranları oluşturma ve beyni uyarma fonksiyonu önemlidir.

“Uzun gelişme ve büyüme sürecinde dışarıdan verilecek bakıma,
korumaya bağımlı insan yavrusu kendine bakım ve korumayı sağlayan kişilere
bağlanır. Böylece bağlanma (attachment) ve bağlanılan nesneden ayrılma
(separation) ontogenetik gelişme sürecinde davranışsal açıdan en önemli ve
kaçınılmaz iki temel yaşantı olur.”10

Genetik özelliklerden, mevsimlere, hatta dünyanın uzay
boşluğundaki konumuna kadar pek çok faktörden etkilenen insan davranışının ve
psikolojisi temellerinin ne kadar karmaşık olduğunu ifade etmeye yeterlidir.
Kandaki tuz ve şeker miktarından havanın sıcaklığına, bulunulan ortamın manevi
atmosferinden dünyanın üzerinde bulunduğu burca kadar geniş bir yelpazedeki
etkili faktörler yumağı ferdin iç dinamikleri ile biraraya gelerek davranış
profili, psikoloji ve karakter dediğimiz özelliklerin ortaya çıkmasında rol
alırlar.

İnsanda bulunan bazı iç dinamikler bu geniş spektruma yayılmış
etken faktörler üzerine oturtulduğunda ve herbir özelliğin miktarındaki
farklılık göz önüne alındığında ne kadar çok sayıda farklı kişilik
özelliklerinin olabileceği kolayca anlaşılır.

“Tagayyür, inkılâb ve felaketlere maruz ve muhtaç şu insan
bedeninde iskân edilen ruhun yaşayabilmesi için üç kuvve ihdas edilmiştir. Bu
kuvvelerin birincisi, menfaatleri celb ve cezb için kuvve-i şeheviyye-i
behimiyye.. ikincisi, zararlı şeyleri def için kuvve-i sebuiyye-i gadabiyye..
üçüncüsü, nef ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden temyiz için kuvve-i akliyye-i
melekiyyedir. Lâkin, insandaki bu kuvvelere şeriatça bir had ve nihayet tayin
edilmiş ise de, fıtraten tayin edilmemiş olduğundan, bu kuvvelerin herbirisi
‘tefrit, vasat, ifrat’ namiyle üç mertebeye ayrılırlar.”11

Bu mertebelerinde arasında sayılamayacak miktarda alt mertebeler
davranış belirleyicileri üzerine oturtulduğunda insanlar adedince kesişim
noktaları ortaya çıkar. Bu kesişimin meyveleri olan Florence Littaver’in
sınıflamasına göre “popüler optimist, güçlü klorik, melankolik, barışık
soğukkanlı”12 kişilikler ve bunlar arasındaki sayısız mertebeler her
bir ferdin tek olduğunu ortaya koyar.

İşte “emr-i bil mâruf ve nehyi an’il münker” hizmetini ifa için
insanlık alemine giren kişinin işi bu açıdan çok zor.

Bu kadar farklı kişilik yapısında ve her birinin ayrı
özellikleri olan insanlara doğru bildiğinizi aktarabilmek karşınızdaki fertle
iyi bir iletişimi ve başlangıçta onu anlamayı gerekli kılar. Karşımızdaki
insanların bizim okuduklarımızı kaydeden birer teyp olmadığını ve bizlerden
onlara ulaşan mesajların onların ruh aynasına göre şekillendiğini bilerek
sürekli bilgiler aktaran bir alim, hoca, emreden, peder ile evlat ve şeyh ile
mürid ilişkisi içerisinde değil dostluk içerisinde yaklaşım önemlidir.
“Haliliye” mesleğinin gereği olan “hıllet” yani dostluk en yakın dost, ve en
fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardaş13
olmayı gerekli kıldığından bir şeyler aktarmak üzere kurulan ilişkilerde bu
unsurların belirleyici olması önemlidir. Yani insanlar sizi vaiz, hoca,
kendisine birşeyler dikte eden amir konumunda değil, darüsselama doğru yol alan
gemide en yakın arkadaşı, dert yoldaşı ve yanınızda rol yapmadan kendisi gibi
davranabileceği kardeşi şeklinde hissetmelidir. Her zaman için anlaşılmak
anlatmaktan çok daha önemlidir. Bazan ihtiyaç içindeki arkadaşınıza kaleminizin
yarısını kırıp vermek, dertli anında içten bir sarılma veya yolda
karşılaştığınızda içten bir tebessüm ciltlerle kitabın anlatamadığı ve
hissettiremediği hakikatleri karşı ruhun aynasında yansıtır.

Doğan Cüceloğlu’nun tasnifi ile bir yaklaşımda bulunursak
“savunucu iletişim” içerisinde değil “açık iletişim” içerisinde olmak tebliğ
açısından da yani samimi arzu ile Rabb’inizin size açtığına inandığınız güzellik
ve gerçekleri karşı ruhun aynasında da açabilme gayretinde de önemlidir.
Savunucu ve açık iletişimin temelinde yatan tutumlar için aşağıdaki tabloya
bakınız.14

Savunucu İletişim

Açık iletişim

Yargılayıcı tutum

Tanıtıcı tutum

Denetlemeye yönelik tutum

Soruna yönelik tutum

Belli bir strateji izleyen planlı tutum

Plansız, kendiliğinden oluşan tutum

Aldırmaz, umursamaz tutum

Anlayış, duygusal yakınlık gösteren tutum

Üstünlük belirten tutum

Eşitlik belirten tutum

Kesin tutum

Denemeci tutum

Tebliğ ve hizmet metodu olarak tavırlar açısından bu yaklaşımla
baktığımızda şu prensipleri ortaya koyabiliriz.

Her zaman için iletişim selamla başlamalı. Bu selam sadece
sözcüklerde kalmamalı tutumunuzla da karşınızdakinin sizden emin olabileceğinin,
selamette olduğunun ve sizden bir zarar gelmeyeceğinin ifadesi olmalı.

Tavırlarınız ve yaklaşımınız karşınızdaki ferdin derdiyle
dertlendiğinizi ifade etmeli. Onun sorunlarını çözmeye memur bilirkişi
tavırlarından çok kendi dertlerinin çözümüne bulduğu çareyi samimiyetle
karşısındaki insana da ulaştırmaya çalışan hasta tavrı olmalı. Yani anlayış ve
samimiyet esas olmalı.

Bir şeyleri kaydetmiş ve aynen kaydedildiği şekilde karşı tarafa
bir plan ve program dahilinde aktaran teyp, ya da kağıttan hutbe okuyan hatip
tavrından uzak kalınmalı. Hayatın önümüze çıkardığı durumlar içerisinde bir
formellik veya kalıpsallık olmadan Kur’an ve sünnet yaklaşımını, haliyle,
tavırlarıyla sergileyen bir tutum ön planda olmalı.

Karşımızdaki insanı da anlamaya çalışıyor olduğumuz, onun duygu,
düşünce ve inançlarına da en az kendimizinki kadar önem veriyor olduğumuz hem
kendi ruhumuzda hissedilmeli hem de karşı ruhta.

Biz şeyh karşıdaki mürit, biz hoca karşıdaki talebe ya da biz
baba karşımızdaki evlat şeklinde bir iletişim olmamalı. Eşitlik belirten ve en
fazla, önce başlamanın getirdiği bir pozisyon olan üstadlığın arada olduğu
kardeşlik, dostluk, kollayıp gözeten yakın gibi kavramların ifade ettiği bir
iletişim esas olmalı.

Her zaman için bizim de yanılabileceğimiz, nefsü’l emri
bilmediğimizden kesin doğrulardan bahsetmemizin mümkün olmayacağı, mesleğimizin
ve yolumuzun en güzel değil daha güzel olduğuna inancımız iletişim tavrımız ve
ifadelerimiz içinde hissedilebilmeli.

Dipnotlar

1. Prof. Dr. Hasan TAN, Psikolojik Yardım İlişkileri,
M.E.B., İst. 1989, s. 1

2. Doğan Cüceloğlu, Yeniden İnsan İnsana, Remzi Kitabevi,
İst. 1996, s.17

3. Ergel, G.L. The clinical application of the
biopsychosocial model, Am.j. Psychiatry, 137:535-545

4. Prof. Dr. Orhan ÖZTÜRK, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları,
Hekimler Yayın Birliği, Ankara 1997, s.17

5. A.g.e., s. 17.

6. A.g.e., s. 17.

7. Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat,
İstanbul 1996, s. 286

8. Prof. Dr. Orhan ÖZTÜRK, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları,
Hekimler Yayın Birliği, Ankara 1997, s. 18

9. A.g.e., s. 18.

10. Bowlby J. (1983) Attachment and Loss., New York: Basic
Books.

11. Bediüzzaman Said Nursi, İşarat-ül İ’caz, Sözler
Yayınevi, İstanbul 1986, s. 24

12. Florence Littaver, Kişiliğinizi Tanıyın, Sistem
Yayıncılık, İstanbul 1995.

13. Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat,
İst. 1990, s.156

14. Doğan Cüceloğlu, Yeniden İnsan İnsana, Remzi Kitabevi,
İst. 1996, s. 155