I. Terim Sorunu

Son zamanlarda nazari ahlâka, Ahlâk Felsefesi’ne
“etik” demeye başladık. “Ethos”; Yunanca’da Latince’nin
“mores”ini karşılamakta idi. Latince kökenli “mores”de “ethos”un
Latince karşılığı “mos”un çoğulu idi. Başlangıçta,
Roma kurulduğunda, “mores”in, adabın,
törelerin kötü olması düşünülemezdi. Sadece “mores”
terimi vardı. Fransızca’daki
“Moeurs” terimi de bundan doğmuştur. Ne var ki, bir
zaman sonra Roma “civitas”ı “şehir-devlet”i büyüdü,
imparatorluk oldu. “İyi töre”,
“kötü töre” ayırımı doğdu. Türkler de, belki
Tevrat (tara) tebliğcilerinin Hazar yöresinde Orta Asya’ya
kadar uzanan tebliğleri etkisinde, belki de Yeryüzü’nde
“töreyen” insanlığın ana kolu anlamında Türk
ismi ile de ilgisi olarak, “mus”a
“töre” dediler. Araplar da “edep” veya doğruluğun
da “uzlaşma” (consensus) sağlanmış,
tanınmış, kabul edilmiş davranış kuralları anlamında “ma’ruf”
veya “örf” dediler. Eski Farsça’da da belki bu davranış
kurallarına “âyîn”, bunu
bilmeyen ve uygulamayan görgüsüzlere de “en- âyîn” deniyordu. Bugün Türkçe’de
“âyîn(n)” kelimesi “hödük” anlamından çok; “aşırı
saf, aptal” anlamında kullanılmaktadır

“Ahlâk” terimi niye terkedilmektedir de “éthique”e bir eğilim
ortaya çıkmıştır? “Morale”
kelimesi Fransızca’da
da daha çok “ahlâk” anlamında, “éthique”
ise “ahlâk kuramı”
anlamında kullanılır. Belki bizde de “etik”
deme eğilimi altında Fransızca kullanımının dolaylı
etkisi vardır. Bir de şu etken söz konusu olabilir: “Ahlâk”
terimi “halk” (yaradılış) kelimesiyle aynı kökenden
olan “hulk”, “huluk” teriminin
çoğuludur. Bu da Türkçe de kullanılan “huy”un
karşılığı olduğu düşüncesini çağrıştırır. Oysa “huy”,
herhalde “gen”lerle, “yaradılış”
ile ilgilidir. “Huy canın altındadır, can çıkmayınca
huy çıkmaz” denmiştir. Böyle
olunca da “ahlâk” terimi; “kuramsal ahlâk” için uygun görünmemiştir.

Oysa durum böyle değildir. “Allah’ın ahlâkı
ile ahlâklanınız” hadis-i Şerifinden
de “Ahlâk” bir “gen” sorunu olarak görülmemiştir. Allah da
“Haalik” olup -haşa- “mahluk” olmadığına göre “ahlâk” alanının
temelindeki “Allah’ın
ahlâkı”, “Allah’ın
belirlediği, Tabiat kanunları ile uyumlu temel değer ve davranış normları”
demektir. Tıpkı “Tabii
Hukuk” gibi bir de Tabii Hukuk ile “onsuz-olmazlık”
ilişkisi ile bağlı alan “Tabii Ahlâk” vardır. Bu
da evrenseldir. Demek oluyor ki, “Ahlâk”
teriminin “suyu çıkmamıştır”
ve “Ethique” yerine hiç değilse “Ahlâk
Kuramı”,
“Ahlâk Felsefesi” diyebiliriz.

II. İlahî-Tabîî Hukuk ile Zorunlu

Bağlantısı Olan Tabîî ve Evrensel Ahlâk

Yaratıcı tektir ve Allah’tır. “Allah” ve “madde” olarak iki
ayrı “kadim”
yoktur. Allah; mason öğretisinde yanlış olarak
nitelendiği gibi “Kainatın
ulu mimarı”, “Kendi yaratmadığı
maddeye şekil (form) veren mimar’ değil, “Vacib-ul-vücud” alan zorunlu tek
varlıktır. “Asâlet-i
vücut” ilkesine göre Kadim olan sadece Allah’tır.
tabiat bilimleri kanunlarının koyucusu da, toplum bilim kanunlarının
koyucusu da O’dur. Ne var ki, “müsbet
ilim kanunları”
genel başlığı altında topladığımız tabiat bilimleri kanunları da;
laboratuarı tarih olan toplumbilim kanunları da determinist anlamında
kanunlar, sebep-sonuç ilişiklerini beyan eden ilkeler, tespitlerdir. “Ahlâkullah”
ise Allah’ın belirlediği “norm”lardır
ki, yine Allah’ın
belirlediği ve “Ahlâkullah”
kapsamına giren temel değerlere dayanır. Determinist
anlamda kanunlar “sünnetullah”,
bunlarla yakın ilişkide olan ve gelişmeyen ahlâki değerler
ve normlar ise “ahlâkullah”dır. “Ahlâkullah”, “determinist”
anlamda kanunları ifade etmeyip; Allah’a
doğru tekamül etmek isteyen insanın serbest iradesine,
seçimine hitap eden “normlar”dır.
Determinist anlamda kanunlar (sünnetullah); arka görünümde “normlar”ın
müeyyidesini (yaptırım, sanction) oluşturur ve sağlarlar. Ne var ki, insanlık
bu “norm”ları
da ayrıca güvenceye bağlamakla yükümlü kılınmıştır. İnsanlığa “Hukuk
(Adalet) Devleti”ni kurma görevi verilmiştir. Hukuk Devleti düzeni;
“normlar”ın -sadece bireyin tekamül etme yönündeki
yararlarını değil- “Kamu düzeni”ne,
herkesin hayrına ilişkin olan temel normları “yaptırım”a
(sanction) bağlar. Bunlar İlahi-Tabii Hukuk ilkeleridir
(Şeriat). Bu yaptırımlı ilkelerin; dar anlamda ahlâk ilkeleri ile çelişmeleri
yine aklen imkansızdır. İlahi-Tabii Hukuk ile Evrensel Ahlâk arasında çelişki
veya karşıtlık olamaz. Bu kurallar, “Asgari
ahlâklılık”
demektir. Tabii Hukuk ile Tabii Ahlâk tedahül etmektedir. Tabii Hukuk ile asla
çelişmeyip sadece Hukuk Düzeni’nin zorlayıcı bir
yaptırımı söz konusu değildir. “İnnallâhe
ye’muru bil-adli vel-ihsân” ayet-i
kerimesinde; “adl” Tabii Hukuk’un; “ihsan” ise Ahlâk’ın
temel terimidir. Mesela bir kimse vermekle yükümlü olduğu mecburi Devlet
Vergisi (sadaka) üzerinde daha fazlasını Beyt-ül mal’e
vermekle yükümlü değildir. Fakat; başkasının daha
fazla ihtiyacı olan bir şeyi, parayı vs bencilliğini yenerek başkasına
vermek ve bunu Allah sevgisi uğrunda yapmak; “birr
ve îsar ahlâkı”na
ulaşmak, hatta yine Allah aşkı ile başkalarının kurtulması için nefsini
feda etmek, yüce ahlâk belirtisidir ki, herkesin kârı değildir. Tabii
Hukuk’un temel ilkelerine “Şeriat” denmiş; bu yüce Ahlâk seviyesine
Allah sevgisi ile ulaşmaya ise “Tarîkat” denmiştir.

Ne var ki, insanlar terimleri de anlamlarından saptırırlar. Aralarına
“ihtilaf-ı kelime”
düşer. Şimdi bizim hal-i pür-melalimiz işte böyledir.

III. Ahlâk’ın Başka Temeli Olabilir mi?

Nasıl “Türk Fizik Bilimi”,
“Türk Astronomi Bilimi” vs. olmaz ise, Evrensel Ahlâk’ın
temel ilkeleri ve temeli tektir (Kulhuvallahu ahad). “Prineler’in
berisinde doğru olan ötesinde yanlıştır”
sözü; “olması gereken”
ile ilgili olmayıp insanların sapmalarını gösteren
bir tespit yargısıdır. Bu gibi sözlerin doğru olduğu hiçbir alan yok
mudur? Vardır, fakat bu alan “ahlâk”
alanı değil, “zevkler”
alanıdır. Zevkler tartışılmaz ve zevkler alanında da
toplumlar içinde “uzlaşmalar” oluşabilir.
Giysi biçimleri, modalar vs. iklimden ve uzlaşmalardan etkilenebilir ve çağdan
çağa, yöreden yöreye, toplumdan topluma değişebilir. Buna karşılık;
“iyi” ve “kötü” yargısını belirleyen de Yaratıcıdır.
Bu temel, evrensel ve değişmez yargıları çağdan çağa, toplumdan topluma
değişebilen teknolojik seviye ve zevkler ile uyuşturabilmek, işte bugün “Etik”
demek istediğimiz “Ahlâk
Felsefesi” alanı “müçtehid”lerinin
vazifesidir.

IV. Ahlâk Felsefesi Kargaşası

“Evrensel Ahlâk” kabul edilmedikçe kargaşadan kurtulmak mümkün değildir.
Evrensel Ahlâk da icad edilecek bir öğreti değil, “define” olarak asırlık
molozlar altında gizli kalmış, Haggai Nebi’nin
“bütün milletlerin hazinesi” diye nitelediği
(Kitab-ı Mukaddes) ve “Ahmed” (sa)
ile simgelediği keşfedilecek hazinedir. Bu hedeften
uzaklaşmayanı; Allah, Ahlâk’ı
belirleyen Rabb; karanlıklardan Nur’a
götürür. Uzaklaşanı; Ayartıcı İblis; Nur’dan karanlıklara
indirir. (Bakara, 257)

Böylece; “tuz” olması
gereken ahlâk kuramcıları çeşnilerini yitirir, yemeğe lezzet verecek iken
yemeği bozar, dolayısıyla hiçbir işe yaramaz hale gelirler. Sartre gibi;
Ahlâk’ın
temelini inkar ederler. Marx gibi; ahlâkı temel olmaktan çıkartır, “üst
yapı kurumu”
sayarlar. Yahut oportünist olur, “ahlâkın çağdan çağa,
toplumdan topluma değiştiğini”
ileri sürer, örnek istenince de “senin gibiler matbaanın
yurdumuza girmesini iki yüz elli yıl geciktirdi! Değişmez temel değer ve
ilkeler yoktur, zaman sana uymazsa sen zamana uy!”
kabilinden hezeyan ederler. Bunlar “Hüsnâ”yı, “Güzel
ve Doğru ve iyi Tek İlahi Kuram”ı
reddedenler, “mükezzibler”dir.

Bugün her biri kendi çöplüğünden öten kuramcı
horozlar ve “örümcek evi” (beyt-i
ankebut) kuramcıları karşısında Tabii Hukuk’a
ve Tabii Hukuk’u çevreleyen Tabii Ahlâk’a dayanmak zorundayız.
Aksi takdirde özellikle “Klonlama”
(Kopyalama) gibi sorunlarda son derece tehlikeli yollara sapma eğilimi
bizi helake sürükleyebilir.

Maalesef “Müslüman aydın”
niteliğini benimsemek isteyen bir çok kimse de, “modernizm”
veya “postmodernizm” akıntısında sersemlemiş akıntı
çağanozuna dönmüş, ayartıcıların ağına veya oltasına hazır av
konumundadırlar.

Temelde anlaşılamadıkça “dostlar
bizi de aydınlar alışverişinde görsün!”
diye birbirimize “Huntington, Feierabend, Hayek vs.” gibi isimlerle dolu yazıları
karşılıklı pazarlamamızın ne yararı olur ki? Çocuk bahçesinde kova-kürek
ile oynaya duran çocuklar olma çağımız ne zaman geçecek? Yahut “biz
artık büyüdük”
diyerek kova küreği bırakıp birbirimizi ısırmalı,
saçını mı yolmalıyız? Bana bir yanıt, erenler, meded! Eğlence
istemiyorum.

V. “Doğru
Ahlâk Kuramı” Başlıbaşına
Yeterli midir?

Yolun doğru olduğunu, giderseniz “menzil-i maksud”a ulaşacağınızı
bilmek iyi bir şeydir, fakat yola girip ilerlemezseniz; bu bilginin sorumluluğunuzu
ağırlaştırmaktan başka ne etkisi olabilir? Yola girip ilerleyebilmek için
de ilahi sevgiye ihtiyaç vardır. Bu Rahmani Cezbeye nail olabilmek için, yola
çekilebilmek için de Resul-i Ekrem’e (sa) ve O’nun Sevgisi’nin fer’i,
ayrılmaz cüz’ü
olan Ehl-i Beyt’e ihtiyaç vardır. Sevgi; bir varoluş,
bir yaşantıdır, kuru bilgi “yevme
lâ yenfe’u”da fayda vermez. Sanma ey Hâce ki, senden zer-u sim isterler /
Yevme lâ yenfe’u da kalb-i selim isterler.

Cümle eksikliklerin gitmesi için sevginin gelmesi ve Mevlana’nın
deyişi ile Eflatun ve Câlînus’umuz
olan Sevgi’nin, kalbimizi kalb-i selim kılması
gerekir. Yine Mevlana’nın
dediği gibi Aşk âmedenî buved ne âmûhtenî! Aşk, gelen ve yaşanan bir
haldir, kuru bilgi konusu değildir.

Aşk, sevgiyi yaşayan; başkasına zarar vermeyi, zulmetmeyi yasaklayan
Tabii Hukuk’un temel ilkelerini ihlal
etmez, kimseye zulmetmez. Tarikat’e intisabı da aşkın
kalb-i selime hakim olmasını, daha doğrusu Resul-i Ekrem (sa) ve dolayısı
ile Allah sevgisinin kalbini kalb-i selim kılmasını ifade eder. “Gel
gönül ikrardan şaşma / Sözüm sana nasihattir / Gafilen bacadan düşme /
Evvel kapı Şeriat’dir.” (Pir Sultan Abdal)

Bilinçli ve dirençli zalimin aşk iddiası yalandır, münafıklıktır. Doğru
Ahlâk Öğretisi’nin uygulaması, “Aşk
Ahlâkı” olduğunu gösterir. Resul-i Ekrem’i
(sa) devreden çıkardığını sanan Aşk Ahlâkı iddiacıları; “örümcek evi” bile kurabilmiş değildirler.
“Alisiz Alevilik” kuramları da bundan beterdir.

Hulasa Ahlâk’ın
doğru kuramı; evrensel ve Tabii Ahlâk demek olan; “evrensel
beyanname” hükmünde olan (zikrun lil-âlemin) Kur’an Ahlâkıdır.
Bunun varoluşçu açıdan adı da Aşk (Sevgi) Ahlâkıdır. Kalb-i selim
sahibi olmayan; Şeriat veya Tarikat’de
“münafık”
olmuş demektir. Helva demekle ağız tatlanmaz. Çeşmelerden bardağın
doldurmadan kor isen / Kırk yıl orda durursa kendi dolası değil! Doğru ahlâk
kuramını sadece bakkal dükkanına helva malzemesi sıralamak için değil,
bizzat helva yapıp yemek için arayalım. Bu dünyada sevgi helvasını tadan;
ahiret hayatında da tadınca “bu bizim önceden de tattığımız
şey!” diyecektir. Tüketicilere
helva paketinde zehr-u zakkum süren madrabaz kuramcılar
ise: “Ah ne olurdu keşke Resul ile
birlikte, O’nu izleseydim, yazık bana, keşki madrabaz
kuramcı filanı üstad edinmese idim!”
diyeceklerdir. Herkesin filanı değişebilir. Buna da bir
nevi “çoğulculuk”
denir. “Bizim şeyhimize Muhammed (sa) derler” (Aşık Yunus)