Bedii zevke yani güzelden hoşlanma zevkine ve selim noksanlardan uzak bir yaradılışa sahip olan her insan, musikiden
ve etrafında duyduğu güzel, ahenkli seslerden haz duyar. Hatta musikiden sadece insanlar değil, hayvanlar dahi haz ve
lezzet duyar. Musikiden ve ahenkli güzel seslerden hoşlanmayan, manevi bir haz ve lezzet duymayan insan, bedii zevki körelmiş
ve selim yaratılışı bozulmuş bir kimse demektir. Bedevi, çöllerde nağmeli ve ahenkli sözlerle musiki söylerken,
deve, sahibinin bu ahenkli sözlerine ayak uydurarak tempolu şekilde yürümeye başlarmış. Hatta devenin bu ahenkli yürüyüşünden
"Aruz vezni"nin doğduğu söylenir. Güzel bir sesle kurallarına uyularak okunan Kur’an’dan veya sabahın şafağını
takip eden alaca karanlıkta okunan ezandan haz duymamak mümkün mü?
Eğlenme, insani yapıdan (fıtrat) kaynaklanan bir istek ve ihtiyaçtır. Beşeri yapının gereği olan hiçbir istek ve
ihtiyaç dinde cevapsız bırakılmamıştır. Fakat bu isteklerin tatmini başıboş ve sınırsız da değildir. Günlük
hayatın çeşitli problemleri karşısında yorulan, bunalan ve sıkılan insanın meşruiyet sınırını aşmamak şartıyla
eğlenmesi, dinlenmesi, ferahlaması caizdir.
İnsan, yapısı itibariyle sık sık huzursuzluk halini yaşar. Her insan bu huzursuzluktan kurtulmak, huzura erişmek için
çaba sarfeder. Bu nedenle "Her gönül durmaz arar ruhsar-ı hüsn-ü mutlakı" denilmiştir. İnsanlar
huzursuzluktan kurtulmak için zevk-u safaya, eğlence ve sefahatlere yönelmekte; ancak huzursuzlukları ve mutsuzlukları
bir türlü sona ermemekte, çabaladıkça batmaktadırlar.
Bu huzursuzluğun kaynağı dinlerde "Cennetten kovulma" ifadesiyle simgeleştirilmiştir. Zira insan Cennet’te
huzur içinde idi. Kovulmayla birlikte huzur yok olmuş, huzursuzluk başlamıştır. İnsandaki kadim huzursuzluğun dünyevi
sebebi ise onun fizyolojik yapısında aranmalıdır. Bilindiği gibi insan, diğer memeli canlılar gibi eşeyli üreme özelliğine
sahiptir. Bu anlamda insan bir bakıma yarım sayılır. Yani erkek dişiye, dişi de erkeğe muhtaçtır. Bununla birlikte
her insanda hem dişilik hem de erkeklik vasfı vardır. Ancak bu vasıflardan birisi baskın (dominant), diğeri çekiniktir
(resesif). Bu nedenle insanda dişilik ve erkeklik vasıfları arasında denge yoktur. İnsandaki dişilik ve erkeklik vasıflarının
belirleyici unsuru ise iç salgı bezlerinin salgıladığı erkeklik (androjen) ve dişilik (östrojen) hormonlarıdır. İnsanlardaki
bu hormon düzeyleri ile deneysel olarak oynandığında deneklerde çok şaşırtıcı fiziksel ve psikolojik sorunlar
ortaya çıkmaktadır.
Sıradan insanlarda bir hormon balansından söz edilemeyeceği açıktır. Ancak Uzak Doğu dinlerindeki adıyla "Aydınlanmış
İnsan" bizim geleneğimizdeki adıyla "İnsan-ı Kamil"de durum farklıdır: "İnsan-ı Kamil içsel
olarak her iki cinsiyetin mükemmeliyetine sahip olan iki cinsli (Androjenik) bir yaratıktır. Fakat her iki cinsiyetin
gerektirdiği şartlar ve unsurlara sadık kalmadıkça insanın o mükemmeliyete erişmesi imkansızdır… İnsanlar varlıklarının
temelinde taşıdıkları cennetimsi ahenk ve huzura, erkek ve kadında doğuştan bulunan yönler bütünüyle gerçekleştirilmediği
takdirde kavuşamazlar."
Bu dengeyi elde etmenin, bu uyumu sağlamanın bir çok "yolu" vardır. Bunlardan biri de müziktir. Müziğin en
eski dönemlerden beri insan üzerinde derin etkilerinin olduğu bilinen bir gerçektir. Gerek Doğulu gerekse Batılı bir
çok düşünür, filozof, arif, bilge kişiler bu hakikatin farkında olup bunu zaman zaman sohbetlerinde veya eserlerinde
dile getirmişlerdir. Bu nedenle hayatın her alanında etkin olmuş, iyi yönde de kötü yönde de kullanılmış ve halen
de kullanılagelmektedir.
Müzik denilince, yüzyıllardır insanlığa hiçbir ayrım gözetmeden merhamet, şefkat, hoşgörü ve sevgi ışıkları
saçan bir büyük insanı, ulu bir bilgeyi yani Mevlana’yı hatırlamamak mümkün mü? Mevlana büyük eseri Mesnevi’sine
"Dinle neyden" diye başlamakta, devam eden on sekiz beyitte de neyden bahsetmektedir.
İslam dünyasında şerif, yani çok şerefli adı ile anılan üç kitap vardır. Bunlar Mushaf-ı Şerif, Buhari-i Şerif
ve Mesnevi-i Şerif’tir. Böylesine değerli bir eser kabul edilen Mesnevi-i Şerif’te bizim inancımıza göre
"Ney"de sembolize edilen hakikat musikidir. Bu manada "Ney"e yüklenilmiş olan mana musikiye-müziğe yüklenilmiş
olmaktadır. O’nun yolundan gidenlerin musikiye neden bu kadar önem verdikleri ve bu sahada inanılmaz güzellikte musiki
eserleri vücuda getirdikleri gerçeğinin ardında onun bu irşadı aranmalıdır.
İnsanlık tarihi kadar uzun bir geçmişe sahip olan ve zamanla değişik boyutlar kazanan müziğin, insanlar üzerine çok
çeşitli tesirleri vardır. Bu tesirler hem menfî hem de müspet olabilmektedir. Müzik, halk arasında genellikle bir eğlence
vasıtası olarak görülse bile aslında duygu ve düşünceleri seslerle anlatma veya sesi düzenli ve estetik maksatlara
uygun şekilde kullanma sanatıdır. Davudî bir sesle okunan Kur’ân musikisi, bülbül sesi, yağmur ve suların sesleri,
deniz dalgalarının nağmeleri ve kâinatta Allah’ın varlığını, birliğini terennüm eden kozmik senfoni müziğin
sadece bir eğlence aracı olmadığını, insan ruhunun ve vicdanının derinliklerinden zihin ve düşünce dünyasına
kadar uzanan bir iletişim yolu olduğunu göstermektedir.
Yüce Yaratıcı’nın bir lütfu olarak her canlı, hayatını ve neslini sürdürmek için çevresinin farkında olacak ve
cevap üretecek şekilde programlanmıştır. Ses pek çok canlı tarafından kullanılan önemli bir iletişim vasıtasıdır.
Bunun için gelen sesleri algılayan işleyen ve değerlendiren bir işitme sistemi birçok canlıya verilmiş bir nimettir.
Seslerin belli bir ritm ve tempo hâlinde melodi olarak çıkarılmasına veya sözlerin diziminden oluşan ahenkli seslere müzik/musiki
adı verilir. Kâinatta canlı veya cansız sistemlerin çıkardığı sesler, bir ritm, tempo ve ahengi çağrıştırıyorsa
veya kişi tarafından bu sesler böyle algılanıyorsa, buna kâinatın veya tabiatın musikisi denir. Eğer kişi
tabiattaki bu seslerdeki motifi, ritmi ve ahengi algılayamıyorsa, bu onun için gürültü olarak değerlendirilebilir.
Duyulan seslerin birer melodi mi, yoksa gürültü mü olduğu, hem sesin ritmik özelliklerine, tınısına ve ahengine, hem
de kişinin niyetine ve algılama paradigmalarına bağlıdır. Bu niyet ve paradigmalara göre, kâinattaki faaliyetlerin
bir göstergesi olan (rüzgârın cisimlere vurarak çıkardığı sesler, su sesleri, kuş sesleri vb) sesler inanan bir
insan için Yaratıcı’yı akla getirirken, inanmayan biri için insanı dinlendiren ve onu tabiatla bütünleştiren tabiî
bir hâdise olarak değerlendirilebilir.
Kişilerin durumlarına ve inanç dünyalarında açacağı ilâhî pencerelere göre seçilerek dinlendiğinde, insanın hem
biyolojik yapısına, hem de öğrenmesine ve sosyal başarısına katkıda bulunabilecek bir musikiye ait nağmelerin faydası
inkâr edilmemelidir. Burada bize düşen görev, her şeyde olduğu gibi, müziği de sadece bir eğlence vasıtası olarak
değil, iyiyi, güzeli, doğruyu yakalamada ve inşa etmede kullanabilmek olmalıdır. Bu açıdan, sadece fen ve teknolojik
alanlarda değil, musiki sahasında da insanımızın yeni buluşlara, icatlara ve sentezlere ihtiyacı olduğu göz ardı
edilmemelidir.
İnsanla birlikte var olan ve insan kadar gerçek olan müziğe ilgisi olmayan bir insan düşünülemez. "Çocuk doğduğunda
kulaklarına okunan ezan ile kaamet bir müzik olduğu gibi kültürümüzde (dindeki yeri tartışılsa bile) insan öldükten
sonra salâ ve mevlidin okunması da bir müziktir. Müzik, melodi ve ritim’den oluşur. Ritim ile başlayan musikiye melodi
sonradan katılmıştır. "Özellikle Mevlevilikte aletli olarak icra edilen musikiye çok ehemmiyet verilmektedir.
Semazenler her çark atışta yani dönüşte bir defa Allah (c.c.) diyerek İsm-i Celal zikri yapar. Bu açıdan bakıldığında
aslında her sema dönüşünde hafi bir şekilde zikir yapılmaktadır.
Müzik tarih boyunca bütün medeniyetlerin ilgi duyduğu bir konudur. Her dönemde olduğu gibi İslâm tarihinde de
insanlar müziğin gizemli dünyasından kendilerini alamamışlar, ama bununla birlikte çeşitli sebeplerden dolayı
olumsuz sonuçlarından da kaçınamamışlar; müziğin gizemli dünyasından istifade etmeye çalıştıkları gibi, müzik
sebebiyle meydana gelen bir takım olumsuzluklardan da şikayetçi olmuş ve bunun önünü almaya çalışmışlardır. Bu
durum da müziğin meşruiyetini/cevazını tartışma konusu yapmıştır.
İslam açısından konuya baktığımızda bu konuda verilecek hüküm "müzik"ten ne anlaşıldığına bağlıdır.
Tarih boyunca İslam kaynaklarında müzik çeşitli isimler altında anılmış, her kavram kendi içinde başka şeyleri de
ifade etmiş ve müziği dini açıdan yorumlayanlar da bu kavramlar ve içeriklerine göre müziği yorumlamışlardır. Günümüzde
müziğin dini yönü ile ilgili tartışmalarda da bu husus geçerliliğini korumaktadır. Peygamber (s.a.s.) dönemi musiki
terimleri ve aletleri ile ilgili olarak Tarih, Edebiyat, Hadis, Tefsir vb. kaynaklarda farklı tespitler bulunmaktadır. Bu
tespitlerin ve rivâyetlerin mukayesesi, konunun netleşmesi bakımından önem arz etmektedir. Peygamber (s.a.s.)’in
hadisleri ve diğer İslâm kaynaklarında tespit edilebilen başlıca mûsikî terimleri "el-Gınâ", "el-İnşâd",
"el-Hudâ", "en-Nasb", "en-Niyâhe", "el-Gazel", "Zühdiyyât",
"Kaside", "Tağyîr", "Semâ", "Mûsikî", "el-Elhân", "el-Edvâr",
"Meâzif", "Mezâmîr" ve "Melâhî" olarak görülmektedir.
İslam öncesi Arap toplumunda kültürel hayat çok canlıydı. Şiir ve edebiyata çok önem veriyorlar, bazı musiki
aletlerini de biliyor ve kullanıyorlardı. İnsani yapıda var olan hiçbir isteği karşılıksız bırakmayan İslam,
insanların bu tür isteklerini karşılamalarını hoş görmüş ve beşer Peygamber olan Resulullah’da bu tür
faaliyetlere katılmış ve bu konuda onlara örnek olmuştur. Çölde yolculuk yapan kervancıların veya hayvanlarını
otlatan çobanların atmosferden etkilenerek duygularını şiir ve nağmelerle ifade etmeleri gayet tabiidir. Bu nedenle,
çölde bir adamın şarkı söylediğini duyan Hz. Ömer, "şarkı, yolcunun azıklarındandır"1 buyurmuştur.
Kur’an-ı Kerim’de de "unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir" buyurularak2 zımnen güzel ses
medhedilir. İslam’ın güzel olan şeylere yaklaşımı aslında Hz. Peygamberin "Allah güzeldir ve güzelliği
sever"3 ifadesinde yerini bulmaktadır. Hz. Davud’a verilen mucizelerden biri ona verilen güzel sestir. O, bu güzel
sesi ile Mezmur’u okurken dağlar ve kuşlar ona eşlik ederlerdi. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de "Andolsun, Davud’a tarafımızdan
bir üstünlük verdik: Ey dağlar çınlayın onunla beraber ve ey kuşlar…" buyurularak4 anlatılır. Hz. Peygamber
de Kur’an’ı güzel sesiyle okuyan birini dinlediği zaman "ona Davud ehlinin nağmelerinden verilmiş olduğunu" söylerdi.5
Hz. Peygamber, eşi ve bazı arkadaşları toplum içinde cereyan eden bu tür faaliyetlerin içinde dinleyici ve seyirci
olarak yer alırken Kur’an-ı Kerim, diğer bazı konularda olduğu gibi musiki ve bu sanatı icra eden sanatçılar için doğrudan
herhangi bir yasaklama getirmemiştir. Ancak bir kısım şartlarla sınırlamıştır. Hz. Peygamber güzel sesin Kur’an’ın
güzelliğini artıracağını belirterek6 onun güzel ses ve teğanni ile okunmasını istemiştir. Buna işareten o, bir
hadis-i şeriflerinde "Cenab-ı Hakk’ın güzel sesiyle teğanni yaparak cehren Kur’an okuyan bir peygambere kulak verdiği
kadar hiçbir şeye kulak vermediğini"7 bildirmiş, bir başka hadis-i şeriflerinde ise her şeyin bir süsü olduğunu,
Kur’an’ın süsünün ise güzel ses olduğunu8 haber vermiştir. Hz. Peygamber’in ezan okumak üzere Hz. Bilal el-Habeşi’yi
seçmesinin en önemli sebebi, sesinin güzel olmasıdır. Zira bir hadis-i şeriflerinde -Hz. Bilal’i kastederek- namaza çağırma
görevinin Habeşlilerde9 olduğunu, çünkü ezanı en güzel şekilde Habeşlilerin okuduğunu10 bildirmiştir.
Arap müziğinin temelinde "Hıda" yani deve çobanlarının develeri sevk etmek için kullandıkları müzik türü
vardır. Hz. Peygamberin peygamber olarak görevlendirilmesinden sonra da deve çobanlarının veya yolculuklarda develeri
sevk ve idare eden kişilerin hıda yaptıkları bilinmektedir. Bunlardan biri olan Sahabeden Amir b. Ekva, Hayber yolunda
gelen talep üzerine hıda yaparak şöyle demiştir:
"Allah’ım! Sen bize hidayet buyurmamış olsaydın (biz şaşırırdık)
Rabbim! Hayatım senin rızan uğruna feda olsun!
İşleyegeldiğimiz günahları yargıla!
Gönüllerimize sükunet ve metanet ver!
Düşmanla karşılaştığımızda ayaklarımızı sabit kıl!
Rabbimiz! Fenalığa davet edildiğimizde kaçınırız!
O düşmanlar, bağrışarak üzerimize gelmişlerdir."11
Sahabe arasında hıda yapmakla meşhur olmuş Sahabeler vardır. Bunlardan biri de Abdullah b. Revaha’dır. Rivayetlere göre
kendisi bir sefer sırasında Hz. Peygamberle beraberdir. Hz. Peygamber "inmesini ve binekleri coşturmasını"
isteyince, bu işi bıraktığını söylemiş, ancak Hz. Ömer’in "dinle ve itaat et!" şeklindeki ikazı ile
devesinden inerek hıda yapmıştır.12 Hz. Enes’den (r.a) gelen bir rivayette ise Enceşe kadınların, Bera b. Malik de
erkeklerin develerini coşturmak için hıda yapmakla tanınmışlardır. Çok güzel bir sese sahip olan Enceşe bazen
develeri çok fazla coşturunca develerin hevdecinde seyahat eden eşlerine zarar gelmemesi için Hz. Peygamber "Ey Enceşe!
Şişeler için yavaş, yavaş…"13 diyerek bir taraftan yavaşlatması için onu ikaz ederken, öbür taraftan hanımların
nazik oldukları ve çabuk kırılabilecekleri gerçeğini ifade eder.
Müziğin hüznün, neşe ve sevincin ifade edilmesinde çok müessir bir araç olduğu herkes tarafından bilinen bir gerçektir.
Bütün toplumlarda müziğin en yaygın tezahürlerinden biri bu noktada görülmektedir. Hz. Peygamberin içinde yaşadığı
Asr-ı Saadet toplumunu bunun dışında düşünemeyiz. Her şeylerini Mekke’de bırakıp Medine’ye hicret eden Sahabe
Efendilerimizde sıla hasretiyle yanıp tutuşurlarken sık sık bu duygularını dile getirirler. O kadar ki, Abdullah b. Zübeyr
"Muhacirden tanıdığım hiç kimse yoktu ki, (hasreti) terennüm etmesin"14 diyecektir. Buas harpleri olarak
tarihe geçen ve yıllarca süren savaşlarda birbirleri ile kıyasıya mücadele eden Evs ve Hazreçliler Hz. Peygamberin
Medine’yi hicretle şereflendirmesinden sonra kalabalık bir grup olarak genç kızlar:
"Neccar oğullarının genç kızlarıyız biz,
Ne güzel komşudur Muhammed"15
Ensar çocukları ise;
"Dolunay doğdu üstümüze
Seniyyetü’l-Veda’dan,
Vacip oldu şükür bize,
O davetçi Allah’a davet ettikçe"16 diyerek karşılamışlardır.
Burada şu hususu hemen belirtmemiz lazım: Cahiliyye döneminde "kayne" ve "muğanniye" denilen şarkıcılar
vardır. Bunlar genellikle fuhuş yapılan, alkol alınan ve kumar oynanan mekânlarda şarkı söyleyen kişilerdir. İslam,
bunların yapılmasını haram kılıp yasaklayınca bu tür mekânlar kapanmıştır. Bu kişiler bunu bir meslek haline
getirmeden çeşitli vesilelerle sevinç ve sürur günlerinde şarkı söylemeye devam etmişlerdir. Mesela Hz. Peygamber
bir Kurban Bayramı günü Hz. Aişe’nin yanına girmiş, bu sırada (bunu meslek haline getirmeyen) Ensardan iki kız çocuğu
(veya cariye) def çalarak Buas denilen eyyamu’l-Arap’tan Evs ve Hazrec’in ileri gelenlerinin öldüğü günde onlar için söylenen
mersiyeler okuyorlardı. Hz. Peygamber onlara sırtı dönük olarak, üstünü de yatağına örtmüş olarak uzanmıştı.
Biraz sonra içeri giren Hz. Ebu Bekir "Bu ne hal? Allah Resulünün yanında şeytan nameleri mi?" diye kızınca
yattığı yerden üstündeki örtüyü atarak doğrulan Hz. Peygamber: "Onları bırak! Her milletin bir bayramı vardır.
Bu gün de bizim bayramımızdır."17 buyurmuşlardır.
Sahabe’nin büyüklerinden Es’ad b. Zürare, hicretten kısa bir süre sonra vefat etmiş, vefatından önce de kızlarını
Hz. Peygambere emanet etmişti. O da onlara sahip çıkmıştı. Bunlardan Fariğa gelin olurken düğün mekânını şereflendiren
Hz. Peygamber "Ya Aişe! Eğlence yok mu? Ensarın lehvi yani eğlenceyi sever"18 buyurmuşlardır. Aynı olay başka
bir rivayette şöyle anlatılmaktadır: Oraya gelen Allah Resulü Hz. Aişe’ye şarkı söyleyecek birinin ayarlanıp
ayarlanmadığını sormuş, olumsuz cevap alınca da Erneb’in (veya Zeyneb’in) ona ulaştırılması talimatını vermiştir.19
Bilindiği gibi İslam’da ahkam tedrici bir surette gelmiştir. Bu nedenle bazı rivayetlerden hicretin ilk yıllarında henüz
içki kesin olarak haram kılınmadan önce kendilerine "kayne" veya "muğanniye" denilen şarkıcılar
insanların bir araya geldikleri ve genelde alkollü içkilerin tüketildiği eğlence meclislerinde şarkı söylemeye devam
etmişlerdir.20 Alkollü içkilerin yasak kılınmasından sonra ise bu kişiler daha çok düğün ve bayram gibi
etkinliklerde şarkı söylemişlerdir. Bunların yanında mesleği şarkıcılık olmayan ama buna kabiliyeti olan hanım
Sahabeler de vardı. Mesela, Erneb veya Zeyneb el-Ensariyye,21 Feray’a binti Muavviz b. Afra22 ile
Hammame23 bunlardan bazılarıdır.
Sahabeden şarkı söylemekle tanınanlar yanında şarkı söyletmekle tanınanlar da vardır. Mesela Abdullah b. Zübeyr’in
ud çalan cariyelerinin olduğu,24 Hassan b. Sabit’in ise şarkı söyleyip rakseden "Sirin" adında bir
cariyesinin bulunduğu kaynaklarda yer almaktadır.25 Hatta bazı rivayetlerde Hassan b. Sabit arkadaşları ile otururken
oraya uğrayan Hz. Peygambere bu cariye biraz eğlenmesinin mahzurunun olup olmadığını sormuş, Hz. Peygamber de
kendisine "İnşallah bir beis yoktur" diye cevap vermiştir.26 Bir başka rivayette aynı cariyenin bir bayram günü
saçları çözülmüş bir şekilde def çalarak şarkı söylediği, Efendimizin eşlerinden mü’minlerin anası Ümmü
Seleme’nin kendisini azarladığı fakat Hz. Peygamberin: "Onları bırak! Her toplumun bir bayramı vardır. Bu gün de
bizim bayramımızdır" dediği aktarılmaktadır.27
Hz. Aişe Resulullah’ın bu türden faaliyetleri men etmediğini, hatta bizzat içinde yer aldığını belirten bir olayı
şöyle nakleder: "Bir bayram günüydü. Siyahiler, mescidde kılınç-kalkan oyunu oynuyorlardı. Ben mi Resulullah
Aleyhissalâtuvesselâm’dan taleb etmiştim (bilemiyorum), yoksa o (kendiliğinden) mi "Seyretmek ister misin?"
buyurdular. Ben:
"Tabii!" dedim. Kalktı, beni geri tarafına aldı, yanağım yanağının üstünde olduğu halde durduk. "Ey
Erfideoğulları göreyim sizi (oynayın)!" diyordu. Ben usanınca (ya kadar böyle devam ettik. Usandığımı
farkedince):
"Yeter mi?" buyurdular. Ben:
"Evet!" dedim.
"Öyleyse git!" dediler."28
Resulullah’ın bu müsamahakar yaklaşımını Amir İbnu Sa’d’ın anlattığı şu hadise de teyid eder: "Bir düğün
sırasında Karaza İbnu Ka’b ve Ebu Mes’ûd el-Ensâri’nin yanına girdim, bir kısım cariyeler şarkı söylüyorlardı.
Dayanamayıp:
"Sizler, Resulullah Aleyhissalâtuvesselâm’ın Bedir Ashabından olun da yanınızda şu iş yapılsın olacak şey değil!"
dedim. Bunun üzerine onlar:
"Otur, dilersen bizimle dinle, dilersen git, bize düğünde eğlenme ruhsatı verildi!" dediler."29
Yalnız burada şu hususu da belirtmek gerekir: Buralarda söylenenler lehviyatı körükleyecek, sefahete sevk edecek, günah
ve harama teşvik eden, dolayısı ile dinin yasakladığı şeyler değildi. Mesela Hz. Peygamber Rubeyyi binti Muavviz’in düğününe
geldiği sırada evde def çalıp Bedir şehitleri ile ilgili mersiyeler söyleniyordu. İçlerinden biri "Aramızda yarın
ne olacağını bilen biri var" deyince Hz. Peygamber, "Bunu bırak, önceden söylemekte olduğuna devam et"
diyerek onu uyarmıştır.30 Aynı olayla ilgili bir başka rivayette Hz. Peygamber, "Yarın ne olacağını Allah’tan
başka kimse bilemez" diyerek müdahale etmiştir.31
Görüldüğü üzere Hz. Peygamber sadece söylenen sözdeki yanlışlıklara müdahale etmiş, aşırılık bulunmayan
mersiye ve benzeri şeylerin dinlenmesine müsaade etmiştir. Bundan da bu tür şeylerin şartlarına uygun bir şekilde
icrası halinde söylenilmesinin ve dinlenilmesinin caiz olduğu sonucuna gidilebilir. Hz. Peygamber döneminde toplumda bu
anlayışın yaygın oluşundan olsa gerek, bazı kabilelerin şarkıcısı olarak anılan ve bununla tanınan kayneleri vardır.32
Anlaşıldığına göre o dönemde sadece söylemek değil, dinlemek de yaygındır. Hatta Şevkani bu konuda Sahabe ve
Tabiinden şarkı dinlediği bilinen kişilerin bir listesini verir. Listede Hz. Ömer, Hz. Osman, Abdurrahman b. Avf, Ebu
Ubeyde b. Cerrah, Sa’d b. Ebi Vakkas, Ebu Mesud el-Ensari, Bilal Habeşi, Abdullah b. El-Erkam, Üsame b. Zeyd, Hz. Hamza,
Abdullah b. Ömer, Bera b. Malik, Abdullah b. Cafer, Abdullah b. Zübeyr, Hassan b. Sabit, Havvat b. Cübeyr, Amr b. El-As
gibi Sahabenin önde gelenlerinden bir çok isim yer almaktadır.33
Şu hususu iyice bilmek lazım gelir: Musiki demek, şarkı ve çalgı demek değildir. Her ne kadar ahenkli ve düzenli
sesler olması sebebiyle şarkı ve çalgılarda musikiye dahil iseler de, şarkı ve çalgı dışında olup, musiki içerisinde
mütalaa edilen ahenkli okunan bilumum Kur’an ve mevlid sesleri, ilahiler, kaside ve kahramanlık marşları gibi nice sesler
vardır. Ama maalesef bugün musiki denince, sadece şarkılar ve çalgılar anlaşılmaktadır.
Sonuç Olarak Söylemek Gerekirse:
1- İslam, fıtrat dinidir ve selim (bozulmamış) fıtrata muhalif olmayan hiçbir şeye karşı çıkmaz. Bu nedenle yaratılışın
derinliklerinde yatan hisleri harekete geçiren ve sahibini ruhen lahuti alemlere götüren ahenkli, ölçülü güzel
seslere yani musikiye haram demenin imkanı yoktur. Zaten bu anlamda böyle bir hüküm, İslami kaynaklarda mevcut değildir.
2- Musiki; bilumum ahenkli ve ölçülü sesleri ifade eden bir kelimedir. Bu itibarla; musiki-müzik dar bir anlayışla değerlendirilmemelidir.
3- Fıkıh kaynaklarında şartları belirlenen, doğrudan haram işlemeye ya da vesile olmaya sevk eden şeyler dışında
kalan beste, güfte ve icra, şahsın vicdanına yaptığı tesire göre hüküm alır. Yani, İlahi ve müsbet hisler uyandırıyorsa
helaldir. Menfi duyguları kamçılıyorsa haramdır.
4- Kur’ân-ı Kerim’de bir ses sanatı olarak "müzik" kavramını ifade eden özel bir kelime ve kavram
bulunmamaktadır. Ancak müziğin muhtevası, icrası ve sonuçlarını ilgilendiren ve bu hususlarda temel ölçü sayılabilecek
şekilde müziğin, insanları Allah yolundan alıkoymaması, din ve dince mukaddes kabul edilen şeyleri alay konusu
etmemesi, dini sorumluluk ve görevleri ihmal edecek seviyede olmaması, dini değerlere aykırı konularda propaganda özelliği
taşımaması, söz veya icrâsında yalana, iftiraya, zinaya teşvik gibi din tarafından yasaklanan hususların yer almaması,
ibadet olarak telakki edilmemesi, Kur’ân okuma ve dinleme kültürünün önüne geçmemesi, insanları nefsânî arzularına
esir edecek bir muhtevada olmaması, insanları faydasız şeylerle meşgul etmemesi, maddi ya da manevi herhangi bir zarar
unsuru taşımaması gibi kurallardan söz eden bir çok ayet-i kerimenin yer aldığı söylenebilir.
5- Hadis kaynaklarında ise Resulullah’dan (s.a.s) çeşitli yorum ve uygulamalar nakledilmektedir. Sahih rivâyetlerde
Resulullah’ın (s.a.s.) müziği Kur’ân-ı Kerim’de belirtilen ölçüler ışığında değerlendirdiği, dini açıdan sakıncalı
gördüğü müzik icralarını yasakladığı, dini açıdan herhangi bir sakınca görmediği müzik icralarına ise izin
verdiği hatta bizzat kendisinin de bu gibi müzikleri dinleyip, Ashabını teşvik ettiği ifade edilmektedir.
Eserlerinde müzik konusuna yer veren (özellikle) fıkıh ve hadis alimleri bu hususta farklı görüşler belirtmişlerdir.
Bu bağlamda kimi İslâm alimleri müziği bütünüyle haram sayma yoluna giderken, kimisi mekruh kabul etmiş, kimisi de bütünüyle
mübah olduğunu savunmuştur. Bütün bunların yanında müziği çeşitli yönleriyle tahlil ederek olumlu/mübah olanını,
olumsuz/haram olanından ayıklamaya çalışarak, gerek muhteva gerekse icrasında dinin temel kurallarına aykırılık
bulunmayan ve insanlarda olumlu sonuçlar doğuran müziğe cevaz verip, bu özellikleri taşımayan müziği haram sayanlar
da olmuştur.
Aslında kaynaklar dikkatli incelendiği zaman müziği haram, mekruh ya da mübah sayan alimlerin hemen bütününün konuyu
yaşadıkları toplumların sosyo-kültürel yapısına göre değerlendirdikleri anlaşılmaktadır. Kanaatimizce doğru
olan da budur.
Dipnotlar:
1. Beyhaki, (Ebu Bekr Ahmed b. Hüseyin) es-Sünenü’l-Kübra, 5/68, (I-X), Haydarabad, 1344.
2. Lokman, 31/19.
3. Müslim, İman, 147; İbn Mace, Dua; Ahmed İbn Hanbel, +/133, 134, 151.
4. Sebe’, 34/10.
5. Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 31; Müslim, Müsafirun, 235, 236; Tirmizi, Menakıb, 55; Nesai, İftitah, 83.
6. Darimi, Fedailu’l-Kur’an, 34.
7. Buhari, Tevhid, 52; Müslim, Müsafirun, 234.
8. el-Heysemi, (Nureddin Ali b. Ebu Bekr) Mecmau’l-Bahreyn fi zevaidi’l-Mu’cemeyn, 8/123, 3480 numaralı hadis, Riyad 1992.
9. Ahmed b. Hanbel, 4/185.
10. Tirmizi, Menakıb, 72; Ahmed b. Hanbel, 2/364.
11. Buhari, Meğazi, 38; Müslim, Cihad, 123.
12. Huzai, (Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Huzai), Tahricu’d-delaleti’s-Sem’iyye ala ma kane fi ahdi Rasulillah mine’l-Hıraf
ve’s-Sanai’ ve’l-AQ’mali’ş-Şer’iyye, 402, Kahire, 1401/1980; Muhammed Abdülhay el-Kettani, et-Teratibu’l-İdariyye,
(Hz.Peygamber’in Yönetiminde Sosyal Hayat ve Kurumlar), Tercüme: Ahmet Özel, İstanbul, 19912/102-103.
13. Buhari, Edep, 90, 95, 111, 116; Müslim, Fedail, 70-72; Darimi, İsti’zan, 65; Ahmed b. Hanbel, 3/107, 117, 176, 187,
202, 227, 254, 285, 6/376.
14. Abdurrezzak (Ebu Bekr Abdurrezzak b. Hemmam es-San’ani,) Musannef, (Tahkik:Habiburrahman el-A’zami,) 11/56, (I-XI),
Beyrut, 1960.
15. İbn Hacer el-Askalani, Fethu’l-Bari, 15/120, Kahire, 1978.
16. Huzai, (Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Huzai), Tahricu’d-delaleti’s-Sem’iyye, 778.
17. Buhari, Ideyn, 3; İbn Mace, Nikah, 21; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6/187; Nesai, Ideyn, 36; Ahmed Naim-Kamil Miras,
Sahih-i Buhari Muhtasarı- Tecrid-i Sarih Tercemesi, 3/151-160, Ankara, 1971.
18. Buhari, Nikah, 63.
19. İbn Mace, Nikah, 21; İbn Hacer, Şihabuddin Ebu’l-Fadl Ahmed b. Ali el-Askalani, el-İsabe fi Temyizi’s-sahabe, 8/4,
Kalküta, 1853.
20. Ebu Davud, İmare, 20.
21. İbn Hacer, Şihabuddin Ebu’l-Fadl Ahmed b. Ali el-Askalani, el-İsabe fi Temyizi’s-Sahabe, 8/99; Kalküta, 1853.
22. İbn Hacer, Şihabuddin Ebu’l-Fadl Ahmed b.Ali el-Askalani, el-İsabe fi Temyizi’s-Sahabe, 8/167; İbnü’l-Esir,
Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed, Üsdü’l-Ğabe fi Ma’rifeti’s-Sahabe, 7/226; (I-VII), Kahire, 1390-1393.
23. Nesai, Ideyn, 36.
24. Muhammed Abdülhay el-Kettani, Teratibu’l-İdariyye, (Hz.Peygamberin Yönetiminde Sosyal Hayat ve Kurumlar), 2/344, Ahmet
Özel, İstanbul, 1991.
25. İbn Hacer, Şihabuddin Ebu’l-Fadl Ahmed b. Ali el-Askalani, el-İsabe fi Temyizi’s-Sahabe, 8/118; Kalküta, 1853, İbn
Şebbe, (Ebu Zeyd Ömer b. Şebbe en-Nemiri el-Basri) Kitabu Tarihi’l-Medineti’l-Münevvera, 1/272; (Tahkik: Habib Mahmud
Ahmed) Beyrut, Tarihsiz.
26. Ahmed b. Muhammed b. Abdirabbih el- Endelusi, el-Ikdu’l-Ferid, 7/8-9, Beyrut, 1983.
27. Allame Alaeddin Ali el-Müttaki b. Hüsameddin el-Hindi el-Burhan Fevri, Kenzu’l-Ummal fi süneni’l-akval ve’l-Ef’al,
15/214, (I-XV) Beyrut, 1985.
28. Buhari, Ideyn 2, 3, 25, Cihad 81, Menakıb 15, Menakıbu’l-Ensar 46, Nikah 82, 114; Müslim, Ideyn 19, (892); Nesai,
Ideyn 35-36.
29. Nesai, Nikah 80.
30. Buhari, Nikah, 48.
31. Beyhaki, (Ebu Bekr Ahmed b. Hüseyin el-Beyhaki) es-Sünenü’l-Kübra, 7/289, (I-X), Haydarabad, 1344.
32. Taberani, (Ebu’l-Kasım Muhammed b. Süleyman b. Ahmed b. Eyyub) el-Mu’cemu’l-Kebir, 7/158 6686 numaralı hadis.
33. Neylü’l-Evtar, 8/115, Kahire, 1971.