The Happiness Crisis of Global Capitalisme
Avrupa’da birkaç asır önce başlayan kapitalist ekonomik sistem, 20. yüzyılın sonlarında rakip olma iddiasını kaybeden sosyalizmin yenilgisiyle küresel
dünyanın hakim sistemi haline geldi. Feodal toplumların sınırlı üretim imkanlarını, sanayi, iletişim ve bilişim devrimleriyle olağanüstü derecede genişleten
kapitalist sistem, insanlığa tarihte eşine rastlanmamış bir üretim ve tüketim imkanı sunuyor. Bu imkanların dağılımındaki büyük adaletsizliğe rağmen, kapitalist
sistemin günümüz dünya insanını, önceki asırlarda yaşayanlara kıyasla, daha iyi ekonomik koşullara kavuşturduğu inkar edilemez. Gelişmiş kapitalist ülkelerdeki
ekonomik göstergeler, kapitalist sistemin ekonomik başarısının delilidir. Ancak bu ülkelerde ekonomik refahla birlikte, streslerin, intiharların ve bunalımların
artması, kapitalist sistemin insanlığa gerçek mutluluğu getirme noktasında bir kriz eşiğinde olduğunu gösteriyor.
Bu makalede, kapitalizmin bu mutluluk krizi, Jeremy Bentham’ın (1748-1832) hedonistik fayda teorisi bağlamında tartışılacak. Kapitalist sistemin büyük
ideologlarından ve faydacılık akımının kurucularından Jeremy Bentham’la büyük İslam alimi Said Nursi’nin (1878-1960) düşünceleri karşılaştırılacak. Bu iki
düşünürü karşılaştırmamız ikisinin arasındaki bazı benzerliklerden kaynaklanıyor.
Bu benzerliklerin birincisi, hem Nursi’nin hem de Bentham’ın öğretilerinde lezzet ve acı kavramlarına verilen önemdir. İngiliz filozof ve sosyal reformcusu
Jeremy Bentham fayda teorisini (utility theory) acı ve lezzet kavramlarına dayandırır. Etik ve Yasal Prensiplere Giriş (Introduction to the Principles of Morals
and Legislation) adlı eserinde bireyin davranışlarını şekillendiren temel unsur olarak nitelendirdiği fayda prensibini tartışır. Faydacılık akımının kurucusu
kabul edilen Bentham, fayda prensibinin bireyin davranışları, etik değerler ve yasal düzenlemeler için esas teşkil etmesi gerektiğini düşünür. Bireyler, fayda
prensibine göre, herbir davranışının getireceği acı ve lezzeti hesaplayarak faydalarını en yüksek kılmaya çalışır. Buna karşılık, Nursi, eserlerinde lezzet ve
acı kavramlarını sıklıkla kullanır. Mü’min, fasık ve münkirle ilgili karşılaştırmalarını bu kavramlarla açıklar. Eserlerinin geniş kitlelere ulaşıp büyük etki
oluşturmasını bu metodu kullanmaya bağlar.
İkinci benzerlikse, her iki düşünürün düşünceleriyle günümüze değin insanların hayatlarını etkilemeleridir. Modern mikroiktisat ders kitaplarında yerini koruyan
Bentham’ın görüşleri, günümüz kapitalist tüketim toplumunun yaşam felsefesinin bel kemiğini oluşturuyor. Bentham’a göre, fayda prensibi yalnızca tüketici
davranışlarını değil, etik ve yasal değerleri de şekillendirdiği zaman insanlık topyekun gerçek huzur ve mutluluğu bulacaktır. Milyonları etkileyen Nursi ise,
eserlerinde kapitalist hayat felsefesinin değil, Kur’an’dan alınan hayat prensiplerinin insanlığa gerçek mutluluk vereceğini savunur.
Nursi ile Bentham arasındaki bir başka benzerlik de ikisinin de arzuladıkları toplumsal mutluluğa ulaşmada eğitime verdikleri önemdir. Nursi üniversite projesi
(Medresetü’z-zehra) için hayatı boyunca mücadele etmiş; Bentham da hayatta iken University College üniversitesini kurmayı başarmıştır. Bentham öldüğünde kurduğu
üniversiteye bütün mal varlığını ve kadavrasını miras olarak bırakır. Vasiyeti üzerine, Bentham öldüğünde ilaçlanan cesedine makyaj yapılır, elbise giydirilir
ve cesedi üniversitenin ana binasının girişindeki camekanlı bir kabindeki sandalye üstüne yerleştirilir.1
Fayda Prensibi
Bentham insan fıtratından hareketle fayda prensibini açıklar: "Doğa, insanın fıtratına, ona hükmetmek üzere, acı ve lezzetten oluşan iki efendiyi
yerleştirmiştir. … Yaptığımız, söylediğimiz ve düşündüğümüz herbir şey bu duygular tarafından şekillenir. Bu mahkumiyetten kurtulmak için yaptığımız hiçbir
girişim sonuç vermez, aksine mahkumiyetimizi perçinleştirir" (Bentham, 1. Bölüm). Başka bir deyişle, insan yaptığı her işten ya bir lezzet veya bir acı alır.
Bentham’a göre, insanın doğasındaki bu gerçeği değiştireceğini iddia etmesi, dünyayı eliyle çevireceğini iddia etmekten farksızdır. Fayda prensibi; insanın
lezzetlerini artıran fiilleri tasvip ve teşvik etmek, acılarını artıran fiillere ise karşı koymak demektir. Bentham, fayda kavramını objelerde bulunan ve insana
menfaat, avantaj, lezzet veya mutluluk veren veya insanı acı, keder, mutsuzluktan kurtaran bir özellik olarak tanımlar. "Fayda", "lezzet", "mutluluk" ve "refah"
kavramlarını eş anlamlı kullanır. Faydayı en yükseğe çıkarmak (fayda maksimizasyonu) ise, lezzetleri en yüksek kılıp, acıları en aza indirmektir. Evrensel
boyutta, her birey, doğası gereği hayatından daha çok lezzet almak ve daha az acı tatmak için mutluluk hesaplaması yaparak yaşamını şekillendirir. Bu fayda veya
mutluluk formülü birey için geçerli olduğu gibi, bireylerin bir araya gelerek oluşturduğu topluluk için de geçerlidir. Birey doğasındaki duyguların etkisiyle
fayda prensibine göre hareket ettiği gibi, yasakoyucu da toplumun faydasını en yüksek kılacak kurallar koyarak aynı prensibe uygun hareket etmelidir.
Bentham, yasa koyucuya tavsiyede bulunurken, bireylerin ve toplumun lezzetlerini en yüksek kılıp, acılarını minimum yapmanın bir araç olmadığını, aksine "nihai
ve biricik" amaç olduğunu hatırlatır (Bentham, 3).2 Doğası gereği, yaptığı herşeyde ya acı veya lezzet alan insanın hayattaki nihai amacı, acıları azaltmak ve
lezzetleri artırmaktır.3 Bu anlamda, Bentham’ın fayda teorisi hedonistiktir.4
Nursi, insanın birçok acı ve lezzeti tadacak bir fıtratta olduğunu söyler. "Allah hadsiz nukuş-u esmasını göstermek için, insanı öyle bir surette halketmiş ki,
hadsiz cihetlerle elemler aldığı gibi, hadsiz cihetlerle de lezzetler alabilir bir makine hükmünde yaratmış. Ve o makine-i insaniyede yüzer alet var. Her
birinin elemi ayrı, lezzeti ayrı, vazifesi ayrı, mükafatı ayrıdır." (Nursi, Lem’alar, s. 21) Buradan, hayatın asıl gayesinin lezzetleri en yüksek yapmak
olmadığını anlayabiliriz. İnsanın yaratılış gayesi Allah’ı tanımak ve O’na kulluk yapmak olduğundan, insan bu maksada uygun bir donatımla yaratılmıştır. Bu
anlamda, hayvana oranla, insanın daha çok acı ve lezzet tadabilecek potansiyelde olması, Rabb’ini bütün isim ve sıfatlarıyla tanıması içindir. Nimetlerdeki
lezzetler ise, kulluk görevi olan şükrün davetçileri hükmündedir. Nursi hedonistik hayat felsefesine karşı olduğunu şöyle ifade eder: "İnsan bu dünyaya yalnız
güzel yaşamak için ve rahatla ve safayla ömür geçirmek için gelmemiştir. Belki azim bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaretle ebedi, daimi bir hayatın
saadetine çalışmak için gelmiştir." (Nursi, Lem’alar, s. 248) Nursi, 11. Söz’de bir temsille, inanan bir insanla inanmayan veya nefsinin arzularına hizmet eden
günahkar bir insan arasında karşılaştırma yapar. Birincisi, meşru lezzetlerle yetinip, asıl gayesi olan kulluk görevini yerine getirirken; ikincisi, nefsinin
hoşuna giden lezzetler dışında birşeyi gaye edinmez.
Bentham’ı dinleyen bir tüketici nefsinin hoşuna giden şeyleri yaparak daha çok keyif almayı nihai bir gaye görürken, Nursi’yi dinleyen bir tüketici, aldığı
lezzetleri yaratılışın nihai gayesi olan Allah’ı tanımak için bir araç görür. Kapitalist ABD toplumunda egemen olan "hayat eğlencedir (life is fun)" deyimi
Bentham’cı hayat felsefesini yansıtır. Bu felsefeden etkilenen insanlar haftanın beş günü çalışarak kazandıklarını haftasonları eğlencelerde harcarlar.
Hayatlarından bekledikleri lezzetleri alamadıklarında ise, çoğu zaman hayatlarına son vererek, hayatı lezzet endeksli algıladıklarını ve hayattan lezzet almak
dışında bir gayeleri olmadıklarını teyit ederler. Oysa, Nursi’yi dinleyen bir Müslüman, lezzeti hayatın önceliği olarak görmemekle birlikte, lezzeti meşru daire
dışında aramaz ve meşru dairede aldığı lezzetle yetinir. Bütün hayatı sıkıntı içinde bile geçse intiharı aklından bile geçirmez, sabır içinde Nursi’nin
‘Lezzetin zevali elem, elemin zevali lezzettir’ prensibini hatırlayarak sıkıntının akabinindeki lezzetleri düşünür ve hayatından memnun kalır.
Bentham ve Nursi’ye Göre Lezzet Türleri
Bentham, Etik ve Yasal Prensiplere Giriş kitabının bir bölümünü lezzet ve acı türlerine ayırır. Bentham’a göre lezzet türleri ve bu lezzetler hakkında Nursi’nin
düşüncelerini aşağıda karşılaştırmalı tartışacağız:
1) Duyularla alınan lezzetler: İnsanın beş duyusu aracılığıyla aldığı bütün lezzetler duyusal lezzetlerdir. Bentham lezzetleri sınıflandırırken birinci sıraya
duyusal lezzetleri yerleştirip ayrıntılı olarak bu lezzetleri açıklar. Açlık ve susuzluk gibi biyolojik ihtiyaçların giderilmesinden alınan lezzetler; içkiden
alınan lezzetler; sağlıklı olma lezzeti; koku alma, görme, işitme ve şehvani lezzetler duyusal lezzetlerin örnekleridir.5
Nursi, sadece beş duyu değil, akıl, kalb, sır, ruh gibi insanda binlerce latife olduğunu düşünür. "Herbir insanda herbir latifenin ayrı ayrı vazife-i
ubudiyetleri; ayrı ayrı lezzetleri, elemleri var." (Nursi, Sözler, s. 202) Nursi’ye göre insanın yaratılış gayesi Allah’ı tanımak, O’na karşı kulluk görevi olan
ibadet ve şükrü yapmak olduğundan, insana varilen latifelerin bu görevi yerine getirmede ayrı ayrı fonksiyonları vardır. Nursi, Altıncı Söz’de bu latifelerin
nasıl kullanılması gerektiğini örneklerle açıklar. Mesela, göz nefsin hoşuna giden şeyleri seyredip nefis hesabına kullanıldığı zaman nefsani lezzet verir. Oysa
aynı göz kainat kitabını okumak ve Allah’ın güzel sanatlarını görmek için kullanıldığı zaman ibadet görevini yerine getirmiş olur. Bu görevi yerine getirirken,
hem meşru nefsani, hem de yüce ruhani lezzetler alır. Tad alma duyusuna sahip dil, nefis hesabına kullanıldığı zaman, nimetlerdeki geçici nefsani lezzetleri
tadan ve mideye giriş çıkışları kontrol eden bir bekçi hükmüne geçer. Oysa aynı dil, Rahman’ın tatlı nimetlerini tadıp şükretmek için kullanıldığında, asıl
görevini yerine getirmiş olur. Bu anlamda, Bentham’ı dinleyen kapitalist bir tüketici, herbir latifesiyle, meşru ve gayrımeşru ayrımı yapmadan en yüksek lezzet
almayı gaye edinir. Oysa Nursi’ye kulak veren şakir bir tüketici, herbir latifesiyle kulluk görevini yerine getirmeye çalışır. Bu görevi yerine getirirken,
meşru nefsani ve ruhani lezzetler alır.
2) Servet edinmeden alınan lezzetler: Bentham’a göre, servet edinme, gelecekte biyolojik ihtiyaçlarını karşılamama ve lezzetlerden mahrum olma endişesini
azalttığından insana bir lezzet verir. İnsan hem serveti edindiği anda, hem de servetini muhafaza ettiği sürece lezzet alır.
Nursi, meşru olmak ve kulluk görevine uygun kullanmak şartıyla servet edinmeyi bir anlamda teşvik ederken, öte yandan maddi serveti lezzet almak için zorunlu
bir nesne olarak görmez. Nursi’ye göre, "bir insan Allah’a halis bir abd olursa, Allah’ın mülkü olan kainat, onun mülkü gibi olur." (Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s.
111) İnsan, geçici mülkiyete sahip olmazsa bile, imanın verdiği bu malikiyet duygusuyla malikiyet lezzetini imanının derecesine göre tadabilir. Bentham’ı
dinleyen kapitalist bir insan, hayatının asıl gayesi bildiği lezzetlerini artırmak maksadına vesile olacak servetini artırmaya büyük bir hırsla çalışır. Bu
gayesine ulaşmak için kumar dahil, her türlü yolu, yasalara yakalanmamak kaydıyla, kullanmakta bir sakınca görmez. Oysa, Nursi’ye kulak veren mümin bir insan,
helal dairede servet elde ederken, hırs yerine kanaat gösterir. Dünyaya karşı tamayı (aç gözlülüğü) şeytanın bir desisesi bilir. Serveti dünyada huzurlu olmak
için zorunlu bir nesne yerine, kulluk imtihanı için kendisine verilen bir nimet bilir.
3) Yeteneklerden alınan lezzetler: Bentham, insanın sahip olduğu yetenekleri kullanmaktan lezzet aldığını söyler. Örneğin, şairlik yeteneğine sahip olan şiir
yazmaktan, ressamlık yeteneğine sahip olan resim yapmaktan lezzet alır. Nursi bu konuda Bentham’la hemfikirdir. Ancak Nursi’ye göre bu lezzetler sadece insanla
sınırlı değildir. "Arıdan, sinekten, tavuktan tut, ta şems ve kamere kadar herşey kemal-i lezzetle vazifesine çalışıyorlar. Demek hizmetlerinde bir lezzet var
ki, akılları olmadığından akibeti ve neticeleri düşünmeden, mükemmel vazifelerini ifa ediyorlar." (Nursi, Lem’alar, s. 157) Başka bir deyişle, kainatta canlı ve
cansız herbir yaratık belirli bir görevle yükümlüdür ve bu görevi yerine getirmek için belirli yeteneklerle donatılmıştır. Herbiri kendi yeteneklerini kullanıp,
görevlerini yerine getirirken, ödül olarak bir tür lezzet alır. Örneğin, aç bir horozun bulduğu yiyeceğe tavukları davet etmesi, hizmetteki zevkin yemek
zevkinden daha yüksek olduğunu gösterir. Küçük yavrularına bir tür çobanlık eden tavuğun, yavrularını korumaya çalışırken köpeğe yem olması, annelik görevini
yerine getirmenin verdiği lezzetin, ölüm acısının ötesinde olduğuna işaret eder. Tohumların bile, sünbüllenmek için bir tür arzuyu yansıtmaları, yeteneklerini
geliştirmenin verdiği bir tür lezzete örnektir. Hem insanlar içinde yeteneklerini heba eden işsiz ve tenbel insanların hayatlarından şikayetçi olması ve
yeteneklerini kullanan çalışkan insanların genelikle hayatlarından memnun olması aynı sırdandır.
4) İyi arkadaş ve dost edinme lezzetleri: Bentham insanların iyi arkadaş ve dost edinmeden bir lezzet aldıklarını söyler. Faydasını (lezzetini) en yüksek
yapmaya çalışan rasyonel bir birey, edindiği arkadaş ve dostlardan bir fayda göreceği beklentisinden bir tür lezzet alır. Oysa, Nursi menfaat üzerine kurulu
dostluk ve arkadaşlıkları doğru bulmaz. Nursi’ye göre kendi nefsini seven biri, başkasını samimi sevmez. "Belki ondaki menfaatini ve lezzetini sever" (Nursi,
Lem’alar, s. 263). Nursi, dostluk ve arkadaşlıkların, ihlasla, sırf Allah rızası için olması gerektiğini savunur. Böylesi dostlukların dünya menfaati üzerine
kurulu dostluklardan çok yüce olduğunu düşünür. Talebelerine hayat prensibi haline getirmelerini istediği İhlas Risalesi’nde şöyle tavsiyede bulunur:
"Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize şerefte, makamda, teveccühte, hatta menfaat-ı maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz." (Nursi, Lem’alar,
s. 201) Başka bir deyişle, Nursi, arkadaşlıktan maddi menfaat elde etmenin nefsani bir lezzet verdiğini, ancak nefsinin lezzetini kardeşinin nefsine tercih
etmekle daha yüksek ruhani bir lezzet alınabileceğini söyler. Nursi, 20. Lem’a’da bunun bir Sahabe hasleti olduğunu, Haşr suresinin dokuzuncu ayetine atıfta
bulunarak açıklar: "Kendi ihtiyaçları olsa bile onları (Hicret edip Medine’ye gelen Müslüman kardeşlerini) kendi nefislerine tercih ederler." (Nursi, Lem’alar,
s. 188)
5) Şan ve şöhret sahibi olma lezzetleri: Bentham buna onurlanma lezzetleri de diyor. Her insan, diğer insanlar nazarında bir mevki edinmek ve daha çok kişi
tarafından sevilmek ve saygı duymak ister. Bu arzunun tatminine vesile olan şeyler insana lezzet verir. Nursi, nefsin şan ve şöhreti arzuladığını ve ondan bir
lezzet aldığını kabul eder. Ancak, Nursi’ye göre, "şöhret ayn-ı riyadır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır ve insanı insanlara abd ve köle yapar." (Nursi,
Mesnevi-i Nuriye, s. 71) Başka bir deyişle, şan ve şöhret arzusu, bal gibi insana tatlı gelirken, zehirli olması nedeniyle, kalbi öldürdüğü için istenilmemeli.
İhlas Risalesi’nde, Nursi bu arzuyu en tehlikeli bir ruhi hastalık olarak tabir eder ve ihlası zedeleyeceğini söyler. (Nursi, Lem’alar, s. 205)
6) Kuvvet sahibi olma lezzetleri: Bentham insanların kuvvet elde etmekten bir lezzet aldıklarını iki gerekçeyle açıklar: Birincisi, kuvvet elde eden insan,
başkasını kuvvetiyle korkutarak veya ona birşeyler vaad ederek, kendi menfaati için kullanabilir. İkincisi, kuvvet elde eden insan başkasından kendisine
gelebilecek zararlara karşı kendini korumuş olur. Kısacası, Bentham insanların sahip olduğu kuvveti menfaat amacıyla kullanarak lezzetlerini artırabileceğini
söyler. Nursi, Bentham’cı felsefeden esinlenen kapitalist Batı medeniyetini "hayat-ı içtamaiyede nokta-i istinadı ‘kuvvet’ kabul eder. Hedefi ‘menfaat’ bilir"
diyerek tenkit eder. (Nursi, Sözler, s. 122) Nursi, insanın imanla Sonsuz Kudret sahibine dayanarak büyük bir manevi kuvvet kazanacağını söyler. "Hakiki imanı
elde eden, kainata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hadisatın tazyikatından kurtulabilir." (Nursi, Sözler, s. 284) Başka bir deyişle, Nursi’ye göre,
insan dünyevi menfaat elde ederek nefsani arzularını tatmin için kuvvet kazanmak yerine, imanla manevi bir kuvvet kazanıp kendine zarar veren şeylerden
korunabilir ve hayatta karşılaştığı sıkıntıların üstesinden gelebilir. Dünyevi kuvveti elde eden imanlı bir insan, bu kuvveti nefsin arzularını tatmin için
değil, hakka hizmet için kullanır.
7) Yaratıcının sevdiği biri olmanın verdiği lezzetler: Bentham buna dini lezzetler adını verir. Yaratıcının sevgili bir kulu olduğunu düşünenler, bu dünyada
veya ötede menfaat elde edeceklerini umduklarından bir lezzet alırlar. Başka bir deyişle, dindar insanların aldıkları lezzet menfaat beklentisinden kaynaklanır.
Nursi, Allah sevgisinin hem bu dünyada, hem de öbür dünyada büyük menfaat ve lezzet kaynağı olduğunu söylemekle beraber, menfaat beklentisiyle iman ve ibadet
etmenin ihlasa zarar verdiğini düşünür. Nursi, Allah’ın rızasını kazanmayı, O’nun sevdiği bir kul olmayı birincil hayat prensibi yapmak gerektiğini tavsiye eder
talebelerine: "Amelinizde rıza-yı İlahi olmalı. Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok." (Nursi, Lem’alar, s. 199) Nursi’ye göre, sevginin sebepleri
olan güzellik, kemal ve ihsan gibi sıfatlar en yüksek seviyede Allah’ta bulunduğu için, Allah sevgisi insan ruhu için en halis sürur, insan kalbi için en safi
sevinç kaynağıdır. (Nursi, Mektubat, s. 218)
8) Başkalarına gelen iyilikten lezzet almak: Bentham, insanın sevdiği insanlara veya hayvanlara gelen iyiliklerden lezzet aldığını söyler. Buna, iyiniyet sahibi
olma ve yardımsever olma lezzeti de denir. Bentham, insanın neden yardımsever olmaktan lezzet aldığını açıklamaz. Nursi, bir menfaat beklemeden başkalarına
yapılan iyiliğin canlıların fıtratına yerleştirilen şefkat duygusundan kaynaklandığını söyler. "Şefkat pek geniştir. Bir zat, şefkat ettiği evladı münasebetiyle
bütün yavrulara, hatta ziruhlara şefkatini ihata eder." (Nursi, Mektubat, s. 35) Başka bir deyişle, imanlı bir insan hem kendine, hem de bütün sevdiklerine
Rahman olan Allah’ın yaptığı iyiliklerden lezzet alır. Nursi’yi dinleyen bir mümin, Allah’ın kendisine yaptığı ihsanla beraber, sevdiği ve şefkat ettiği ecdat,
dost ve ahbabına hem dünyada, hem de Cennette daimi iyilik ve ikramda bulunduğunu düşündükçe bir tür saadet bulur. (Nursi, Sözler, s. 585)
9) Başkalarına gelen kötülükten alınan lezzetler: Bentham’a göre bir insan sevmediği bir insana veya hayvana gelen zarardan veya kötülükten lezzet alır. Buna,
başkasına karşı kötü duygu beslemenin verdiği lezzet de denir. Nursi, bu tarz lezzetin nefsani olduğu ve terk edilmesi gerektiğini söyler. Bir insana hased
etmekle onun başına "gelen musibetlerden memnun ve nimetlerden mahzun olup, kader ve rahmet-i İlahiye’nin onun hakkında ettiği iyiliklerden" küsmektir. (Nursi,
Mektubat, s. 257) Nursi, kin ve düşmanlıkla başkasına hased eden birinin aldığı acıların, lezzetleri geçeceğini ve hased edeni elim bir azapta bırakacağını
söyler.
10) Hatıralardan alınan lezzetler: Bentham’a göre, insanlar yaşadığı iyi şeyleri hatırladığında ve bazen de geçmiş acılı zamanlarının geride kaldığını
düşündüğünde bundan bir lezzet alır. Nursi ise insanın, akıl ve hafıza sahibi olmasından, hayvandan farklı olarak, hem geçmiş ve hem de gelecekle alakadar
olduğunu söyler. Hayvan sadece içinde yaşadığı andan lezzet ve elem alırken, insan geçmiş ve gelecek zamanlardan "hem elem, hem lezzet alabilir". (Nursi,
Sözler, s. 133) Nursi’ye göre, insan imanla geçmiş karanlığını nurlandırarak, sevdiklerinin ölmediğini ve onlarla tekrar görüşeceğini düşünmekten büyük bir
lezzet alır.
11) Hayal etmeden alınan lezzetler: Bentham insanın geçmişte veya gelecekte yaşanması olası hadiseleri hayal ederek lezzet alabildiğini söyler. Nursi, herbir
duygu gibi, hayal duygusunun lezzetleri ve elemleri olduğunu söyler. İmanlı bir insan, imanın verdiği bilinçle, herşeyin güzel yönünü hayal ederek bir tür
lezzet alır. Nursi, hayal etme duygusunun ancak sonsuz mutlulukla tam tatmin olabileceğini şöyle ifade eder: "Mesela aklın bir hizmetkarı ve tasvircisi olan
kuvve-i hayaliyeye denilse ki, sana bir milyon sene ömür ile saltanat-ı dünya verilecek, fakat ahirde mutlaka hiç olacaksın. Tevehhüm aldatmamak, nefis
karışmamak şartıyla "oh" yerine "ah" diyecek ve teessüf edecek." (Nursi, Sözler, s. 84)
12) Gelecekle ilgili beklentilerden alınan lezzetler: Bentham insanın gelecekte yaşayacağına inandığı bir lezzeti düşünmekten lezzet alacağını söyler. Buna
beklentilerden alınan lezzet adını verir. Nursi, 10. Söz’de ahiret varlığına işaret eden delilleri genişçe tartışarak, imanlı bir insanın geceden sonra sabahın
geleceği kesinliğinde ahiret alemlerini beklemesi gerektiğini söyler. Böyle bir insan, hadisin verdiği müjdeye göre, bu dünyadaki "bin sene mesudane hayatı bir
saat hayatına mukabil gelmeye Cennet hayatının ve o Cennet hayatının dahi bin senesi bir saat rü’yet-i cemaline mukabil gelmeyen" (Nursi, Mektubat, s. 223)
sonsuz mutluluk diyarına gideceğini bekleyerek bir tür lezzet alabilir.
13) Başka birşeyi hatıra getirerek lezzet veren şeylerden alınan lezzetler: Bentham, insanın lezzet veren birşeyi çağrıştıran belirli nesneler veya hadiselerden
de lezzet aldığını söyler. Örneğin, insan sevdiği birinden aldığı hediyeyi gördükçe, hediye vereni hatırladığı için bir tür lezzet alır. Nursi’ye göre, inanan
biri bu dünyadaki herbir şeyi bir tür hediye olarak düşünür. Böyle biri nimeti gördüğünde nimet vereni (Mün’imi) hatırlar. "Mün’im’i düşünmek lezzeti, nimeti
düşünmekten daha lezizdir." (Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s. 61) Buna hediye veya iltifat görme lezzeti de denilebilir. Örneğin, inanan bir insan, yediği bir
elmadan elma tadının verdiği lezzet dışında, o elmayı kendisini seven Kainat Sultanının bir hediyesi olarak gördüğünden daha fazla lezzet alır. Nursi’ye göre
elmadaki hediye lezzeti "bin elma lezzetinin fevkindedir". (Nursi, Sözler, s. 585) Bu anlamda, eşit miktarda tüketimde bulunan inanan bir insan, inanmayana
oranla, tükettiği nimetlerde Mün’imi düşünmekle, binlerce kat daha fazla lezzet alabilir.
14) Acılardan kurtulmanın verdiği lezzetler: Bentham, hastalık gibi yaşanan acı şeylerin bitmesinin insana lezzet verdiğini söyler. Bentham’la hemfikir olan
Nursi, "zeval-i elem lezzettir" diyerek, insanın eskiden yaşadığı acıların bitmesinden manevi ve ruhani bir lezzet aldığını düşünür. (Nursi, Lem’alar, s. 18)
Bentham ve Nursi arasında, yukarıda belirtildiği gibi, lezzetlerin sınıflandırmasında bazı benzerlikler bulunmasına rağmen birkaç önemli farklılık dikkati
çeker: Birincisi, Bentham lezzetleri on dört kategoriyle sınırlarken, Nursi insanda binlerce duygu ve latifenin var olduğunu ve herbirinin de kendisine özgün
bir lezzeti bulunduğunu savunur.6
İkincisi, Bentham ile Nursi arasında insanın doğasına ilişkin temel bir yaklaşım farkı olduğundan, lezzetlerin sınıflandırmasında da bu açıdan bir farklılık
vardır. Nursi, lezzetleri nefsani ve ruhani şeklinde iki temel kategoriye ayırırken, Bentham böyle bir ayırıma gitmez. Nefsani lezzetler çoğunlukla fiziki bir
nesnenin tüketimiyle gerçekleşirken, ruhani lezzetler metafizikidir. İnsanın karpuz yerken, diliyle aldığı lezzet nefsanidir. Aynı karpuzdan, aklını kullanarak
yaptığı tefekkür sonucu kalben hissetiği lezzet ise ruhanidir. Nursi, nefsani lezzetler içinde meşru olanla yetinilmesini önerirken, ruhani lezzetlerin daha
büyük bir lezzet kaynağı olduğunu düşünür. Nursi’ye göre ruhani lezzetleri algılayabilmek için, bu lezzetlerin alıcıları olan latifeleri yaralayıcı günahlardan
korumak gerekir. Dişleri çürümüş, dudakları yarılmış, dili ve boğazı şişmiş birisinin yediklerinden ve içtiklerinden aldığı lezzetin azlığı gibi gözleri harama
nazarla bozulmuş, kulakları haramı duymakla sağırlaşmış, aklı haramı tasavvurla körleşmiş, dili gıybet, yalan, dedikoduyla hemhal olmuş birisinin ruhani lezzeti
hissetmesi de bu ölçüde az olur.
Nursi’ye göre, cismani bedenin herbir azası için bir tür lezzet ve elem bulunduğu gibi, ruhani bedenin de herbir latifesi için bir lezzet ve elem vardır.
Örneğin, kalp ve vicdan birer ruhani latifedir. Herbirinin bir görevi, bir ihtiyacı ve bir gıdası vardır. Nursi’nin deyişiyle insan kalbi "hadsiz hakaik-ı
kainatın mazharı, medarı, çekirdeği" hükmündedir. (Nursi, Mektubat, s. 429) Kalbin bu potansiyelini ortaya çıkarıp, kulluk görevinde kullanmak ise, zikir, dua,
marifetullah (Allah’ı tanıtan ve tarif eden ilim) ve muhabbetullahla (Allah sevgisi) mümkündür. Sonsuz sevgiyi içinde barındıran insan kalbi, sınırlı ve geçici
güzellik, mükemmellik ve ihsan sahibi olan eşyayı ve insanları sevmekle tatmin olmaz. Kalpteki sonsuz sevgiyi karşılamak, yalnızca, sonsuz cemal, kemal ve ihsan
sahibi olan Allah’ı sevmekle gerçekleşebilir. Allah’ın dışındaki herşey, O’nun adına ve O’nun isimlerine ayna olduğu cihetle sevilebilir. "Yoksa muhabbet, en
leziz bir nimet iken, en elim bir nikmet olur." (Nursi, Sözler, s. 322-323)
Üçüncüsü, Nursi, insanlar için bu dünyada cismaniyet, hayat, insaniyet ve iman sofraları kurulduğunu söyler. Başka bir deyişle, herbir insan cismani bedeniyle,
duyularıyla, akıl gibi farklı latifeleriyle ve inanan biri olarak geliştirdiği ruhani latifeleriyle farklı lezzetlerden istifade edebilir. Nursi, bu sofralar
içinde en lezzetli olanın "daire-i mümkinat ile beraber Esma-i Hüsna ve sıfat-ı mukaddesenin dairesine şamil bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet" olduğunu
düşünür. (Nursi, Sözler, s. 324) Bu açıdan bakıldığında, Benthamcı kapitalist ideolojiden esinlenen kapitalist bir tüketici daha fazla lezzet almak için daha
fazla tüketimi zorunlu görecektir. Oysa Nursi’yi dinleyen mütefekkir bir mü’min ise, en büyük lezzetin Esma-i Hüsna sofrasında olduğuna inandığı için, böyle bir
zorunluluğu kabul etmez.
Dördüncüsü, Bentham etik değerlerin fayda maksimizasyonuna göre belirlenmesini savunurken, Nursi, ilahi vahiyle şekillenen etik değerlere göre lezzetleri meşru
ve gayrımeşru şeklinde sınıflandırır. Nursi, nefsin hoşuna giden gayrımeşru lezzetlerin ruh ve diğer latifeler için zehir hükmüne geçtiğini söyler. Gayrımeşru
lezzetler, tesiri sonra hissedilen zehirli bala benzer. Böyle lezzetler, kısa vadede keyif verse bile, uzun vadede çok acı çektirir.
Beşincisi, Nursi, dindarlığın nefsani lezzetler noktasından bile çok daha yüksek yoğunlukta lezzet hissine yol açacağını düşünür. Bentham, dini lezzetleri
ayrıca sınıflamakla beraber, dinin bizzat kendisinin lezzetleri niteliksel olarak artırdığını kabul etmez. Bentham’a göre, bir insan devamında elem geleceğini
düşündüğü birşeyden daha az lezzet aldığı gibi, lezzetle devam edecek elemli birşeyden daha az acı duyar. Nursi, inanan bir insanın ahirette devam edeceğini
düşündüğü bu dünyadaki lezzetlerden daha çok lezzet alacağını ve elemlerden ise, öbür dünyada lezzetlere dönüşeceğine inanarak, daha az acı duyacağını söyler.
Bentham ve Nursi’ye Göre Acı Türleri
Bentham acıyı lezzetin zıddı olarak tanımlar. Yukarıda tartıştığımız herbir lezzet türü için aynı zamanda birer acı olduğunu söyler. Örneğin, insan, duyularıyla
lezzet aldığı gibi, acılar da tadabilir. İnsandaki görme, işitme gibi duyuların lezzetleri gibi, acıları da vardır. Bentham, on iki ayrı acı türünden sözeder:
1) Lezzetlerden mahrum olmanın verdiği acılar. 2) Duyusal acılar. 3) İnsanın arzuladığı birşeyi elde etmek için yeteneklerini kullanırken karşılaştığı
zorluklardan aldığı acılar. 4) Düşmanlarının olmasından aldığı acılar. 5) Kötü nam salmaktan alınan acılar 6) Yaratıcının sevdiği bir kul olamama düşüncesinin
verdiği acılar. 7) Bir insanın sevdiği diğer varlıkların çektiği acılardan etkilenmesiyle yaşadığı acılar 8) Bir insanın sevmediği diğer varlıkların yaşadığı
lezzetlerden aldığı acılar. 9) Hatıralardan alınan acılar 10) Hayal etmekten alınan acılar 11) Beklentilerden alınan acılar 12) Başka birşeyi hatıra getirerek
acı veren şeylerden alınan acılar.
Lezzetlerde olduğu gibi, acılarla ilgili tesbitlerinde de, Nursi Bentham’dan birkaç noktada farklı düşünür:
Birincisi; Nursi, elemlerin on iki kategoriyle sınırlı olmadığını ve hem cismani hem de ruhani herbir duyu, organ ve latife için birer elem olduğunu söyler.
Bentham, nefsani ve cismani elemleri kabul etmekle beraber, ruhani elemleri kabul etmez. Bentham’da ruhani gibi görünen bazı lezzetler ve elemler, Nursi’ye
göre, nefsin menfaatine hizmet ettiği için nefsanidir.
İkincisi; ölüm korkusundan gelen elemler Nursi’nin eserlerinde sık sık vurgulandığı bir ruhani acı iken, Bentham acılar listesine böyle birşeyi dahil etmez.
Nursi’ye göre, idama mahkum olup her an infazını bekleyen birinin hayattan lezzet alması zor olduğu gibi, imandan mahrum bir insanın da hayattan keyif alması
çok zordur. Böyle biri geçici olarak lezzet alsa bile, idamını düşündükçe lezzeti eleme dönüşür. (Nursi, Sözler, s. 134) Bu anlamda, inanmayan biri, ölümü
yokluk olarak gördüğünden idama mahkum birinden farksızdır. Her an ölümün gelme ihtimali olduğundan, akibetini düşünen inançsız bir insanın hayattan lezzet
alması beklenemez. Böyle insanlar, sürekli kendilerine bir tür meşguliyet bularak ve çeşitli eğlencelere katılarak ölüm gerçeğini gözardı eder. Ölümü gözardı
edenler, tıpkı avcıyı gördüğünde başını kuma gömerek saklandığını sanan, ancak dışarda bıraktığı kocaman gövdesiyle avcının kurşununa hedef olan devekuşu gibi
kendini aldatmış olur. (Nursi, Sözler, s. 156)
Üçüncüsü; Nursi’nin en çok üzerinde durduğu acılardan bir tanesi ayrılık acısıdır. Nursi’ye göre, insan sevdiği herbir şeyin birgün kendisinden ayrılacağını
veya kendisinin onlardan ayrılacağını aklen kabul etmekle beraber, hisleriyle sevdiği şeylerin sürekli devam edeceğini varsayarak sever. Oysa, insanın sevdiği
eşyadan, dostlarından, evlatlarından ayrılması kaçınılmazdır. Bu ayrılıkları yaşayan insanın elemini ancak başka bir diyarda sürekli birlikte olma ümidiyle
teselli edebilir. (Nursi, Sözler, s. 322)
Dördüncüsü; Nursi, gayrımeşru lezzetleri zehirli bala benzeterek, onlardaki nefsani lezzetlerle beraber, ruhani elemler olduğunu söyler. Bu tarz lezzetler ruhun
çeşitli latifeleri için bir tür zehir hükmünde olduğu için, insanın nefsine hoş gelmekle beraber ruhunu yaralar. (Nursi, Sözler, s. 134)
Beşincisi; Nursi, cismani bedenin oksijene, suya ve gıdaya ihtiyacı olduğu gibi, ruhani bedenin manevi gıdalara ihtiyacı olduğunu söyler. Allah cismani bedeni
beslemek için çeşitli gıdalar yarattığı gibi, ruhani beden için de dua, namaz ve tefekkür gibi manevi gıdalar yaratmıştır. Cismani bedenin açlıkla maddi
gıdalardan mahrumiyeti insana rahatsızlık verdiği gibi, ruhun manevi gıdalardan mahrum olması da insana ruhani rahatsızlık verir. (Nursi, Sözler, s. 244)
Altıncısı; Nursi, akıl ve hafızasıyla hayvandan ayrılan insanın, iman sahibi olmadığında, lezzet noktasından hayvandan daha aşağıda kalacağını düşünür. Hayvan
geçmişte başına gelenleri düşünerek ve gelecekte yaşaması muhtemel sıkıntılardan endişe ederek hazır zamandaki lezzetlerini bozmaz. Bir dakika sonra kurban
edilecek bir hayvan büyük bir lezzetle kendisine verilen yiyeceği lezzetle yiyebilir. Oysa insan "eğer gaflet ve dalalete düşmüş ise, hazır lezzetine geçmişten
gelen hüzünler ve gelecekten gelen endişeler o cüz’i lezzeti cidden acılaştırıyor, bozuyor". (Nursi, Sözler, s. 133)
Acıların ve Lezzetlerin Ölçülmesi
Bentham faydanın ölçülebilirliği düşüncesini kapitalist iktisat teorisine kazandırdı. Günümüz iktisat ders kitaplarında tüketicinin mal ve hizmetlere olan
talebi fayda teorisiyle açıklanıyor. Modern iktisatçılar faydanın göreselleğini kabul ederek fayda eğrilerini kullanıyorlar. Bentham’cı tüketici teorisine göre,
tüketici kendisine daha yüksek fayda sağlayan fayda eğrisine sahip bir ürün tercih ederek faydasını en yüksek kılar. Fayda analizi kamusal malların optimum
dağılımı ve sosyal refahla ilgili çalışmalar için de kullanılıyor.
Bentham’a göre, bir bireyin tüketmiş olduğu mal veya hizmetten aldığı acı veya lezzetin miktarı, "yoğunluk, süre, kesinlik veya belirsizlik, yakınlık veya
uzaklık" derecesine bağlıdır. Acı veya lezzetin ne derece yoğun olacağı, ne kadar devam edeceği, kesinlik derecesi ve ne kadar sonra gerçekleşeceği toplam acı
veya lezzet miktarını belirleyen önemli değişkenlerdir. Bentham, bu koşullara bağlı olarak, ne kadar acı veya lezzet alınacağının tahmin edilebileceğini söyler.
Kapitalist tüketici fayda hesaplamasıyla lezzetlerini en yüksek yapabildiği gibi, yasakoyucu da aynı aritmetiği kullanarak, çıkaracağı yasaların toplumun
mutluluğuna etkisini tahmin edebilir. Bentham, yukarıdaki dört koşula iki tane daha ekler: "Birincisi, acının acıyla ve lezzetin lezzetle devam etmesi
olasılığı; ikincisi, acının lezzetle veya lezzetin acıyla devam etme olasılığı." Başka bir deyişle, acıdan sonra lezzetin geleceğini bilmek, acıyı hafiflettiği
gibi, lezzetten sonra ise acının geleceğini bilmek lezzeti azaltır.
Bentham’a göre, bireyin ne derece acı veya lezzet aldığı yukarıdaki koşullara göre belirlendiği gibi, toplum için de benzer hesaplama yapılabilir. Birey,
rasyonel bir varlık olarak, mutluluk hesaplaması yaparak davranışlarını şekillendirir. Toplumun refahını en yüksek kılmakla yükümlü olan yasakoyucunun da
toplumsal mutluluğunu en yüksek kılacak kurallar koyması gerekir.
Bentham lezzetler arasında niteliksel bir ayırımı kabul etmez. Faydacılık akımının bir başka yazarı John Stuart Mill lezzetleri sadece niceliksel değil,
niteliksel olarak da değerlendirmek gerektiğini söyler. Mill’e göre, entelektüel lezzetler cismani lezzetlerden daha üstündür: "Tatmin olmuş bir domuz
olmaktansa, tatmin olmamış bir insan olmak daha iyidir. Tatmin olmuş bir aptal olmaktan, tatmin olmamış Sokrat olmak daha iyidir."
Nursi, lezzetlerin veya acıların sayısal ölçümünden bahsetmez, ancak birçok yerde meşru ve gayrımeşru lezzetleri niteliksel olarak karşılaştırır. Mü’min, fasık
ve münkirle ilgili karşılaştırmalarını da lezzet ve elem argümanına dayandırır. Daha da önemlisi, Nursi’ye göre, Risale-i Nur’un birçok insan tarafından okunup
insanlar üzerinde geniş etki uyandırmasının sırrı, bu dünyada bile sefahet içinde büyük elemler olduğunu ve iman dairesinde büyük mutluluk bulunduğunu
göstermesinden kaynaklanır. Nursi, iman dairesinde daha fazla lezzet bulunmasına rağmen inanan insanların gayrımeşru dairedeki lezzetlere yönelmesini nefsin
hazır bir dirhem lezzeti ilerideki çok lezzetlere tercih etmesi ve hazır küçük bir cezadan gelecekteki büyük bir cezaya oranla daha çok çekinmesine bağlar.
Risale-i Nur, imanın esaslarına vurgu yapmak suretiyle, uzak ve belirsiz gibi görünen ölüm ötesi hayatta insanı bekleyen elem ve lezzetlerin çok yakın olduğunu
anlatıp okuyucularının tercihlerini etkilemeye çalışır. Bu eserleri okuyarak en yüksek lezzet ve şiddetli acıların yaşanacağı ahirete imanı artan insanların
gayrımeşru nefsani lezzetleri terketmesi kolay olur. Nursi, eserlerinde, lezzetlere düşkün olan insana geçici ve elemli nefsani dünya lezzetleri yerine, daima
ve elemsiz ruhani ve uhrevi lezzetleri tercih etmesini tavsiye eder: "Eğer nefsini seversen -çünkü senin nefsin lezzet ve menfaatin menşeidir; sen de lezzet ve
menfaatin zevkine meftunsun- o zerre hükmünde olan lezzet ve menfaati nefsiyeyi nihayetsiz lezzet ve menfaatlere tercih etme." (Nursi, Sözler, s. 323)
İnsan Fıtratı
Nursi, insan fıtratının nelerden oluştuğu konusunda, Bentham gibi Batılı düşünürlerden hayli farklı fikirlere sahiptir. Nursi, insanın cismani bedeni yanında,
birçok azaları olan ruhani bedene sahip olduğunu düşünür. Cismani beden gibi ruhani bedenin de ihtiyaçları olduğunu söyler. Nursi’ye göre, insanın arzularının
önemli bir kısmı insan ruhuna takılan ve şeytanı dinleyen nefisten gelir. Nefsin gayrımeşru arzularını yerine getirmek, istediğini yapmak veya hür hareket etmek
değildir. Aksine, nefse esir olup, onun istediklerini yerine getirmektir.
Nefis kavramı Batılı düşünürlerin lugatında yer almamakla beraber, bu kavrama yakın bir kavram literatürde kullanılıyor. Bazı düşünürler, insan fıtratının
"yüksek benlik" (higher self) ve "alçak benlik" (lower self) denilen iki kısımdan oluştuğunu söyler. Birincisi, insanın hakikatı arayan, ahlaki ve yardımsever
yönünü temsil ederken; ikincisi, insani ihtiyaçlarını tatmine çalışan, bencil, subjektif ve egoistik yönünü temsil ediyor.7 Alçak benlik tanımı nefis kavramına
oldukça yakın bir anlama geliyor. Bentham, fayda teorisinde insan davranışlarını açıklarken bu ayırımı dikkate almaz.
Bentham’ın faydacılık görüşüne dayanan kapitalist tüketici teorisi argümanlarını insan fıtratıyla ilgili bir kısım varsayımlara dayandırır. Genel kabul görmüş
bu varsayımların birkaçı şunlardır:
İnsanın ihtiyaçları sınırsızdır.
İnsan rasyonel bir varlıktır.
İnsan kendi menfaatini takip eden bencil bir varlıktır.
İnsan rasyonel kararlar vererek faydasını en yüksek kılar.
Kapitalist iktisatçılara göre, bireyin rasyonel karar alarak faydasını en yüksek kılması fizik yasaları gibi evrenseldir. Bu varsayımlar ciddi anlamda
sorgulanmadan herkes için geçerli kabul edilir. Tüketiciyle ilgili modeller bu varsayımlar üzerine kurulur. Oysa bu varsayımlarda bir yanlışlık olması sözkonusu
ekonomik modelleri geçersiz kılar. Kapitalist teorinin bu varsayımlarını şu sorularla sorgulayabiliriz: İnsanın ihtiyaçları gerçekten sınırsız mıdır, yoksa
kapitalist sistem mi bu ihtiyaçları sınırsız yapmaya çalışıyor? İnsan her zaman rasyonel midir? Rasyonel olmanın ölçütü nedir? Rasyonelliğin evrensel bir tanımı
var mıdır? İnsanın şahsi menfaati için hareket ettiğini nereden biliyoruz?
İnsan Bencil midir?
Bentham’ın fayda teorisi insanın kendi şahsi menfaatlerini en yüksek kılmaya çalışan bencil bir varlık olduğu varsayımına dayanır. Kendi menfaatini en yüksek
kılan bencil insan modeli Aydınlanma’dan beri kapitalist ekonomik sistemin ve sosyal bilimlerin temel bir parçası olagelmiştir.8 İnsanın fıtraten bencil mi,
yoksa yardımserver mi olduğunu ilişkin sorular başta Rousseau ve Thomas Hobbes olmak üzere birçok filozof tarafından tartışılmıştır. Bu temel soruya verilecek
cevap politik ve ekonomik sistemin nasıl olması gerektiğini önemli oranda belirler. Eğer insan vahşi bir fıtrata sahipse, Hobbes’un önerdiği gibi, ancak çelik
eldivenli devlet eliyle onları barış içinde bir araya getirmek mümkün olur.
Kapitalist iktisadi sistemin babası kabul edilen Adam Smith, Hobbes’un insan fıtratıyla ilgili tanımını benimser. Adam Smith’in "görünmez el"i tarafından idare
edilen piyasa ekonomisi, insanı kendi şahsi menfaatlerini en yüksek kılmaya çalışan bencil varlıklar olarak tanımlar. Bencil insanların, uzmanlaşmayla
ürettiklerini piyasada değiş dokuş yapmaları yardımsever olmalarından değil, aksine kendi menfaatleri böyle hareket etmeyi gerekli kıldığındandır. Smith’in
bencil insanı, uzmanlaşmayla kıt kaynakların en etkin bir şekilde kullanılmasını sağlayarak, toplam üretim ve tüketim miktarını diğer ekonomik sistemlere
nazaran daha yüksek seviyeye çıkarmayı temin eder. Böylelikle bireyin kendi menfaatlerini tatmin güdüsü toplumun menfaatine hizmet etmiş olur.
Durkheim verimlilik artışını beraberinde getiren işbölümü ve uzmanlaşmanın, Adam Smith’in iddia ettiği gibi bencil fıtratlı insanların şahsi menfaatlerini en
yüksek kılmanın bir sonucu olduğu fikrini kabul etmez. Aksine bu, bir vücudun azaları gibi organik bir bağla birbirine bağlı toplumun parçası olan sosyal varlık
olarak, insanların birbirine muhtaç olduğunu anlamasının sonucudur.9 Durkheim insanın yaratılıştan sosyal olmadığını kabul etmekle beraber, dinlerin öğretisiyle
sosyal varlık haline geldiğini savunur. Durkheim insanın grup halinde yaşayan sosyal bir varlık olduğunu, bu nedenle sadece bireyi inceleyerek insan
davranışlarını anlamanın mümkün olmadığını söyler. İnsanın davranışları ve şuuru diğer insanlarla olan etkileşimden etkilenir. İnsanlar bir grup olarak hareket
ettiklerinde şahsi menfaatlerini bir kenara bırakıp grubun ortak menfaatleri için çalışır. Durkheim’in ifadesiyle: "Bir grup insan ortak bir maksat etrafında
bir araya geldiğinde ve gruba dahil olan bireyler birlik ruhunu yakaladığında, herkes kendi şahsi menfaatlerini bir tarafa bırakıp, grubun ortak menfaatine
öncelik verir."10 Durkheim daha da ileri giderek, bencil gayeler peşinde koşan bireysel insanlardan oluşan toplumlarda intihar olaylarının olacağını iddia eder.
Sosyal bir varlık olan insanın bireyselleştirilmesi, aile, din ve toplum desteğinden yoksun kalan bireyleri intihara kadar götürür.
Nursi "insan evvela nefsini sever" diyerek, insanın öncelikle kendi menfaatlerini düşündüğünü kabul eder. (Nursi, Sözler, s. 322) Ancak inanan bir insan, imanın
verdiği faziletle, başkasının menfaatine kendi menfaatini tercih edebilir. Nursi, ihlası kazanmak için talebelerine şu tavsiyede bulunur: "Kardeşlerinizin
nefislerini nefsinize şerefte, makamda, teveccühte, hatta menfaat-i maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz." (Nursi, Lem’alar, s. 201)
Kısacası, Durkheim’in argümanına paralel olarak, nefsin istekleri bakımından bencil fıtratlı insan, dinin öğretisiyle kendi arzularını bir kenara bırakıp,
mensup olduğu topluluğun arzularına öncelik verebilir.
İnsan Rasyonel midir?
Bentham’cı düşüncenin önemli oranda şekillendirdiği kapitalist tüketici teorisi bireyin kendi menfaatini takip eden ve faydasını en yüksek kılan rasyonel bir
varlık olduğu varsayımını kabul eder. Bu varsayımın, kültür farkı gözetmeksizin evrensel boyutta geçerli olduğu düşünülür. Mikro iktisadi çalışmalar, Bentham’ın
öncülüğünü yaptığı fayda analizini kullanarak, bireyin tercihlerini tahmin etmeye çalışır. Bentham insanın aklını kullanarak farklı seçeneklerden alabileceği
acı ve lezzetleri hesapladığını ve sonuçta kendisine en yüksek lezzet ve en düşük acı veren seçeneği tercih ettiğini savunur. Dolayısıyla, insanın rasyonel
olduğu varsayımı fayda teorisinin en önemli çıkış noktalarından biridir. Fakat kapitalist tüketici teorisinin evrensel düzeyde her insanın aynı fayda
fonksiyonuna sahip olduğu ve insanın bu fonksiyonu rasyonel kararlarla en yüksek kılmaya çalıştığı varsayımı hayli tartışmalıdır.
Weber, kapitalist ideolojinin neden Avrupa’da ortaya çıktığını anlattığı kitabı, Protestan Etik ve Kapitalizmin Ruhu’nda, Batı toplumunda Aydınlanmayla birlikte
rasyonelliğin hayatın her alanına hakim olduğunu söyler.11 Avrupa’da ortaya çıkan rasyonalizm, irrasyonel geleneksel topluma, bir kanser tümörünün yayılması
hızında yayılarak hakim olmuştur. Böylelikle, efsane ve büyücülük gibi irrasyonel değerlere dayanan geleneksel toplumdan rasyonel düşünceye dayalı modern toplum
ortaya çıkmıştır. Weber’e göre, kapitalist Batı toplumu, materyalizmi dinin öğretisi içinde teşvik eden Protestan ruhuyla dirilmiştir. Bu toplumda, fayda
teorisini savunan iktisatçıların iddia ettiği gibi, bireyler rasyonel kararlarla faydalarını en yüksek kılmak için uğraşır.
Kapitalist iktisadi düşüncenin kurucusu kabul edilen Adam Smith de piyasa ekonomisinin başarı sırrını rasyonel tüketici ve üreticilerin aldığı kararlarla
açıklar. Başka bir deyişle, rasyonel olan tüketici faydasını en yüksek yapmaya çalışırken, rasyonel işadamı da kârını en yüksek yapmak için çalışır. Bundandır
ki, Smith’e göre devletin müdahalesine gerek olmaksızın, rasyonel bireyler en etkin tüketim ve üretimi sağlayacak kararlar alabilir.
İnsanın her zaman rasyonel olduğu argümanına birçok düşünür karşı çıkmıştır. İmmanuel Kant (1724-1808) Critique of Pure Reason adlı eserinde insanların her
zaman rasyonel olmadığını, aksine mantığını ve rasyonelliğini sınırlayan ve şekillendiren zihinsel bir yapıyla dünyaya geldiğini iddia eder. Evlilik ve
doğumların mevsimsel dalgalanma göstermesi, insanın rasyonel olarak karar vermek yerine, başka şeylerin tesirinde hareket ettiğini gösterir.
İnsanın her zaman rasyonel olduğu varsayımına ters düşen birçok ampirik bulgu var. Örneğin, psikolog Amos Tversky insan beyninin sürekli mükemmel bir
rasyonelliğe sahip olmadığını gösterdi. Trversky bir dizi denek üzerinde yaptığı deney sonucunda, rasyonel olarak yüzde elli yazı yüzde elli tura gelme
olasılığına rağmen, insanların turadan sonra yazı gelme olasılığının yüzde elliden fazla olduğuna inandığını bulur.12
İktisat literatüründe, Herbert Simon’un çalışmasıyla başlayan, "sınırlı rasyonellik" argümanı insanların her zaman tam rasyonel hareket edip optimum seçenekleri
tercih ettiği görüşünü kabul etmez. Aksine, her insan, sahip olduğu bakış açısı, sınırlı bilgi ve subjektif duygularının etkisinde kalarak "sınırlı rasyonel"
kararlar alabilir.13 Başka deyişle insanlar rasyonel olarak en iyi seçenek bildikleri şeyi tercih etmeyebilir, bunun yerine, daha az fayda sağlayan bir seçeneği
tercih edebilir. Bir derece irrasyonel olan bu tercihler, en iyi seçeneği bulmanın zorluğu (maliyeti) veya insanın subjektif hissiyatın etkisinde karar
vermesinin sonucudur.
Nursi, insanın her zaman aklının doğru ve faydalı gösterdiği şeyi yapan rasyonel varlık olmadığı düşüncesini kabul eder. Bir kısım İslam alimleri, büyük günah
işleyenlerin imanlarının olmadığını insanın rasyonelliğinden hareketle iddia etmişler. Başka bir deyişle, Cehennem’in varlığına inanan biri, gelecekteki cezayı
düşündükçe günah işlemenin kendisine vereceği zararı hesaplayarak büyük günaha girmenin rasyonel olmadığını anlar. Bu alimlerin argümanına göre, rasyonel bir
mümin büyük günaha girmeyeceğine göre, büyük günah işleyen inanmıyor demektir. Nursi bu argümanın yanlış olduğunu düşünür. "Çünkü tevehhüm ve heves ve his,
ileriyi görmüyorlar. Nefs dahi yardım etse, mahall-i iman olan kalb ve akıl susarlar, mağlup oluyorlar. Şu halde, kebairi işlemek imansızlıktan gelmiyor, belki
his ve hevesin ve vehmin galebesiyle akıl ve kalbin mağlubiyetinden iler gelir." (Nursi, Lem’alar, s. 102)
Kapitalist mikro iktisat teorisi bu dünya hayatıyla sınırlı bir zaman limiti içinde bireyin faydasını nasıl en yüksek kılmaya çalıştığını açıklamaya çalışır.
Oysa insan karar verdiğinde, içinde bulunduğu andan bir saat, bir gün, bir yıl, bir ömür ve hatta sonsuza denk uzanan bir zaman boyutu içinde ne tür menfaat ve
zarar elde ettiğini düşünerek de karar verir. Sadece içinde yaşadığı kısa zaman içindeki acı ve lezzeti düşünerek rasyonel olarak bir tercihte bulunan insan,
çok uzun zaman boyutundaki sonuçları düşündüğünde aynı kararını irrasyonel bulabilir.14 Çikolatayı çok seven birinin hergün birkaç paket çikolata tüketmesi,
kısa süreli lezzetleri en yüksek yapmak açısından rasyonel olabilir. Ancak, uzun dönemde şişmanlıkla sağlığına zarar vereceğini düşündüğünde çok çikolata
tüketimini irrasyonel bulabilir. Bu anlamda Nursi’ye göre, birey faydasını en yüksek yapmak için karar verirken ahireti de kapsayan sonsuz zaman dilimindeki acı
ve lezzetleri dikkate alır. Kapitalist ideolojinin fayda maksimizasyonu için kullandığı zaman boyutu ise yalnızca bu dünyayla sınırlıdır.
İhtiyaçlar Sınırsız mıdır?
Kapitalist ideoloji insanın sonsuz ihtiyacı bulunduğu varsayımına dayanır. İktisat bilimi, sınırsız insan ihtiyaçlarının sınırlı kaynaklarla karşılamanın
yollarını araştıran bir bilim dalı olarak tanımlanır. İktisadın bu şekilde tanımlaması açık bir çelişkiyi gösteriyor. İhtiyaçlar sınırsız ise, sınırlı olan
birşey (kaynaklar) ile karşılanması matematiksel olarak mümkün değildir. Kapitalist iktisadi sistem bu çelişkiyi gözardı eder.
İhtiyaçların sınırsız olduğunu birçok düşünür kabul etmez. Örneğin, Durkheim kapitalist iktisadın sonsuz ihtiyaç varsayımını şiddetle reddeder.15 Her insanın
sonsuz ihtiyaçlarını tatmine çalışan bencil varlıklar olduğu düşüncesi, özgürlük değil, toplumsal yaşamı parçalayan anarşik bir mücadelenin tohumları
hükmündedir. Toplum bireyin sonsuz arzularına belirli kurallarla bir sınırlama getirerek, onların tatminini mümkün kılar. Aksi halde, sınırsız kabul edilen
ihtiyaçların sınırlı kaynaklarla tatmini mümkün olmaz. Bu anlamda sosyal bir varlık olmak insanın arzu ve ihtiyaçlarını sınırlamayı öğrenmesi ve toplumsal
işbirliği içinde kendi sınırlı isteklerini tatmine çalışması demektir. Kısacası, Durkheim, bireyin bencil materyalist arzularının toplumun zararına
olabileceğine inandığından, toplum tarafından kontrol edilmesi gerektiğini savunur.
Kapitalist ideolojinin insanların ihtiyaçlarını bir anlamda evrensel kabul etmesine bir kısım antropologlar da karşı çıkıyorlar. Bunlara göre, ihtiyaçlar kültür
tarafından büyük oranda şekillendiği için toplumdan topluma farklılık gösterebilir. Örneğin, antropolog Melford Spiro Burma’daki Budistlerin davranışlarıyla
ilgili çalışmasında, Burmalı köylülerin birçok davranışının Batılı insana rasyonel gelmediğini, ancak Burma kültürü konteksinde son derece rasyonel olduğunu
söyler.16 Fakir köylüler, kazandıkları az miktardaki gelirlerinin önemli bir kısmını, Batılı birinin nazarında irrasyonel olan, dini aktiviteler ve din
adamlarının ihtiyaçları için harcarlar. Budist öğretiye dayalı Burma kültürüne göre, bireyler kültürleri tarafından şekillenen ihtiyaçlarını rasyonel olarak en
yüksek kılmaya çalışır. İnsanlar şahsi ihtiyaçları yerine, dini aktiviteler için yaptığı harcamalarla, hem toplum içinde bir saygınlık kazanmış olur, hem de
dünyaya ikinci gelişlerinde daha iyi bir formda olmayı sağlamış olur.
Nursi’ye göre kapitalist Batı medeniyeti, israf, hevesleri tatmin ve zaruri olmayan ihtiyaçları zaruri ihtiyaç haline getirerek insanları mutsuz yapmıştır.
(Nursi, Emirdağ Lahikası II) Nursi, kapitalist ideolojinin insanın sonsuz olan ruhani ihtiyaçlarını ise inkar ettiğini düşünür. Başka bir deyişle, kapitalist
ideoloji, kâr maksimizasyonu için zaruri ihtiyaçları artırırken, insanın çok önemli olan sonsuz mutluluk arzusunu gözardı eder. Nursi’ye göre, insanın
"ihtiyacatı alemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedi
Cenneti de arzu eder". (Nursi, Sözler, s. 289) Kısacası, insan cismi biyolojik hayatını devam ettirmek için sınırlı maddelere ihtiyaç duyarken, insan ruhu
sonsuzluğu istiyor.
Oysa kapitalist ideoloji, insanın biyolojik ihtiyaçlarını artırmaya çalışırken, ruhunun ihtiyaçlarını bir anlamda inkar eder. Kapitalist ideoloji üreticilerin
nihai maksadının kâr maksimizasyonu olduğunu varsayar. Bu ideolojiden etkilenen kapitalist üreticiler, kârlarını en yüksek kılmak için, reklam yoluyla,
tüketicilerin daha çok şeye ihtiyaç duyduğunu telkin eder. Üreticiler, nihai amaçlarına ulaşmak için, bu dünyada cezasız kalacağına inandığı her türlü yolu
kullanmakta bir mahzur görmez.
Kapitalist Tüketim Toplumu
Jeremy Bentham ve Adam Smith gibi düşünürlerin şekillendirdiği hayat felsefesine sahip toplumların kapitalist tüketim toplumu olması kaçınılmazdır. Bentham’dan
etkilenen bir toplumda, tüketiciler tüketim artışıyla faydalarını en yüksek kılmaya çalışır. Üreticiler ise, Adam Smith’ten aldıkları mesaj doğrultusunda,
tüketicileri daha çok mal almaya teşvik ederek kârlarını en yüksek kılmak için uğraşır. Kapitalist bir toplumda, iktisat bilimi diğer bilimlerin üzerinde bir
konuma sahiptir. Televizyon kanallarında, gazete köşelerinde ve ülke idaresinde iktisatçılara verilen yüksek makamlar, iktisatçıları kapitalist ideolojinin
vaizleri konumuna yükseltir.17 Kısacası, kapitalist ideolojinin "tüketim toplumu"nu netice vermesi tüketici ve üreticiyle ilgili dayandığı temel argümanların
doğal bir sonucudur.
Kapitalizmin tüketiciler için mutluluk formülü (fayda maksimizasyonu) gayet basittir: Ne kadar çok çalışırsan, o kadar çok para elde edersin. Ne kadar çok para
elde edersen, o kadar çok mal ve hizmet satın alabilirsin. Ne kadar çok mal ve hizmet alırsan, o kadar çok tüketim yaparak faydanı (mutluluğunu)
artırabilirsin.18 Kapitalist sistemde kimisi çok çalışarak, kimisi de çok çalarak nihai amaca ulaşmaya çalışır. Kapitalizmin üreticiler için kâr maksimizasyonu
formülü ise, tüketim toplumu yaratarak satışları en yüksek kılmayı gerektirir. Kapitalizmin küresel boyuta taşınması da kapitalist üreticilerin kâr
maksimizasyonu hedefinin zorunlu bir sonucudur. Yerel ve ulusal alanda mevcut imkanları değerlendiren kapitalist üreticiler, kârlarını daha çok artırmak için,
küresel piyasaya açılır. Bu maksada ulaşmak için, politik engelleri kaldırarak uluslararası ticaretin serbest yapılması yetmez. Bunun yanında, üretilen mallara
küresel ölçekte bir talep oluşturmak gerekir. Günümüzde, kapitalist üreticilerin, başta medya olmak üzere birçok araçları kullanarak küresel tüketim toplumu
oluşturma gayretleri kâr maksimizasyonu amacına hizmet etmek içindir.
Meşhur iktisat tarihçisi Karl Polanyi’ye göre modern kapitalizm kâr ve piyasayı toplum ve insani değerlerin üzerine çıkararak herşeyi alıp satılan bir mal
derecesine indirmiştir.19 Kapitalist tüketiciler, piyasada satılan malları alarak faydalarını en yüksek kılmaya çalışır. Mikro iktisat tüketilecek şeylerin
evrensel olan niceliksel faydasından söz etmenin mümkün olmadığını kabul eder. Bunun yerine, herbir tüketim nesnesinin, diğer tüketim nesnelerine oranla nisbi
bir faydasından sözeder. Bireyler, tüketim nesneleri arasında kıyas yaparak, kendilerine en yüksek faydayı sağlayanları tercih etmek yoluyla toplam faydasını en
yüksek kılar.
Kapitalist mikro iktisat teorisi "azalan fayda" kanunuyla, aynı nesnenin tüketim miktarını bir birim artırdığımızda tüketicinin alacağı faydanın azalarak devam
edeceğini kabul eder. Bu varsayım, faydasını en yüksek kılmayı temel maksat edinen tüketicinin sürekli farklı şeyler tüketmeye çalışmasını gerekli kılar. Başka
bir deyişle, aynı tür lezzeti tadan bir tüketici, gittikçe daha az oranda lezzet alır. Kapitalist sistemin sürekli farklı lezzet nesnelerini üretmeye çalışması
"azalan fayda" kanununun tüketici üzerinde oluşturduğu kısıttan kaynaklanır.
Küresel Kapitalizmin (Mutluluk) Krizi ve Çıkış Yollları
Avrupa’da ortaya çıkan kapitalist ideoloji günümüzde tüm dünya insanlığını etkileyerek, küreselleşmiştir. Global kapitalizm, oluşturduğu matrixle20 insanlığa
mutluluk vereceğini iddia ediyor. Kapitalizmin bu iddiasının lehinde ve aleyhinde birçok makale yazıldı. Kimileri liberal kapitalizmi en mükemmel sistem olarak
tarif edip, "tarihin sonu" gelmiştir diye kehanette bulunurken, kimileri de kapitalizmin sonuyla ilgili öngörülerde bulunmuştur.
Piyasa ekonomisine dayalı kapitalist sistem, kaynakların etkin kullanımını sağlayarak, toplam üretim ve tüketimi artırmasına rağmen, insanlara vaad etttiği
mutluluk rüyasını gerçekleştirememiştir. Günümüzde küresel kapitalizmin kalbi hükmünde olan Amerika Birleşik Devletlerindeki sosyal ve psikolojik sıkıntılar
bunun en açık örneğidir. Newsweek dergisinde yayınlanan bir makaledeki istatistiklere göre, Amerika’da insanların reel gelirleri 1960’tan günümüze iki katına
katlanmıştır. Amerikalıların araba, soğutucu, elbise kurutma makinesi edinme imkanları eskisine göre ikiye çıkmıştır. Yine eskiye oranla insanların herhangi bir
gece lokantada yemek yeme imkanları iki katına yükselmiştir. Ancak boşanma oranları da ikiye katlanmış, gençlerin intiharı üç katına çıkmış ve depresyonlar on
kat artmıştır. (Newsweek, 16 Eylül 2002) Oysa, Bentham’cı felsefeye göre, daha yüksek satınalma gücüne kavuşup, daha çok mal ve hizmet elde eden bireyler,
hayatlarından nisbeten daha çok lezzet alırlar. Hayatından memnun olan insanın intihar etmesi veya depresyona girmesi beklenmediğine göre, ekonomik refaha
kavuşan kapitalist toplumlardaki sosyal sıkıntılar Bentham’ın mutluluk formülünde bir yanlışlık olduğuna işaret ediyor.
Karl Marx, kapitalist sistemin sonunu gelir adaletsizliğine bağlar. Bu kehanete göre, işçiler (proloterya) ile işverenler (burjuvazi) arasındaki gelir uçurumu
gittikçe artacaktı. Ücretli köleler gibi çalışanlar, "zincirlerinden başka kaybedecek birşeyleri olmadığını" anladıklarında ayaklanarak kapitalizmi tarihin
mezarlığına gömecekti. Geçen asrın başlarında Marx’ın bu kehaneti kısmen doğru çıktığında, kapitalizm büyük bir tehlikeyi yaşamıştı. Bir asra yakın süren
mücadeleden sonuçta kapitalizm galip çıktığında, sosyalizm tarihe gömülmüştü.
Joseph Schumpeter (1883-1950), kitabında kapitalizmin geleceğini tartışır ve kapitalizmin rasyonel ekonomik aktivitelerle başladığını söyler. (Schumpeter, 1950)
Schumpeter’e göre, rasyonellikten beslenen kapitalizm, yeşerdiği ortamda rasyonelliği daha da güçlendirir. Ancak rasyonelliğin yayılması geleneksel değerleri ve
kurumları ortadan kaldırdığı gibi burjuvaziyi destekleyen değerleri de öldürür. Bu aşamaya ulaşıldığı zaman kapitalizmin meşruiyeti ortadan kalkar ve Marx’ın
tahmin ettiği gibi sosyalist bir sisteme geçiş olur.
Küresel kapitalizmin açmazlarını Tarihin Sonu adlı kitabıyla bu sistemin insanlığın ulaşabildiği en mükemmel sistem olduğuna inanan Francis Fukuyama gibi
kapitalizmin kahinleri de kabul ediyor. Fukuyama 2002 yılında yayınlanan Our Posthuman Future (Bizim İnsanötesi Geleceğimiz) adlı kitabında, ilaç sektöründe ve
bioteknolojide yaşanan gelişmelerin insan fıtratını değiştirerek yeni bir insan tipi meydana getirmekte olduğunu anlatır. Kârını en yükseğe çıkarmak isteyen
kapitalist üreticiler geliştirdikleri Prozac gibi mutluluk ilaçları ile, hedonistik hayat felsefesine sahip tüketicilere kısa yoldan kendilerini mutlu hissetme
imkanı sunuyor. Bu ilaçlar insan beyni üzerinde uyarıcı bazı etkilerde bulunarak insanın kendini daha iyi hissetmesini sağlıyor. Fukuyama bu gelişmeyi endişe
verici bulsa da, hedonistik bir tüketici için önemli olan lezzetlerin en yükseğe çıkarılması olduğuna göre, Prozac gibi ilaçlar bu maksada ulaştıran en etkin
araç olabilir.
Kapitalizmin çıkmazlarını anlayan bir kısım Batılı sosyal bilimciler daha insancıl bir kapitalizm hareketinin öncülüğünü yapıyorlar. Bu hareketin başını çeken
Amitai Etizoni, Ahlaki Yön: Yeni Bir İktisada Doğru (1988) kitabında, "insancıl iktisat" adını verdiği yeni bir iktisadi alandan sözediyor. Etizona akademik bir
dernek etrafında kendisi gibi düşünen sosyal bilimcileri toplayıp, daha insancıl bir kapitalist düşünceyi savunan akademik bir dergi çıkarıyor ve bu konuyla
ilgili her sene akademik konferanslar düzenliyor. Etizona, insanın her zaman mantıklı hareket etmediğini iddia eder. Örneğin, insan sigara içmenin sağlığına
zarar verdiğini ve sonuçta kendisini öldürebildiğini bilmesine rağmen sigara içmeyi tercih eder. Arabaya binerken kemerini bağlamamanın hayati tehlike
oluşturacağını kabul etmesine rağmen kemerini bağlamayı ihmal eder. Diş fırçalamanın diş sağlığı açısından çok faydalı olduğunu anlamasına rağmen dişini
fırçalamaz. Etizona, modern iktisadın insanı bencil tanımlamasına da itiraz ediyor. İnsan çoğu zaman yardımseverdir, bencil değildir. Öleceğini kesin bildiği
eşine yardım eder, boğulmakta olan yabancı birini gördüğü zaman onu kurtarmak için hayatını tehlikeye atarak suya atlar. Etizona kapitalist sistemin
varsayımlarını sorgulayıp insani bir formata sokulması gerektiğini savunur.
Kapitalist ideolojinin çok kompleks olan insanı "ihtiyaçları tarafından güdülerek maddi imkanlar ve normatif kısıtlar altında menfaatini arayarak faydalarını en
yüksek kılan" varlıklara indirgemesine bir kısım antropologlar da karşı çıkar.21 Nursi de benzer düşünceye sahiptir. Nursi’ye göre, kapitalist Batı
medeniyetinin insana hakiki mutluluğu getirmemesi, onu yanlış veya eksik tanımasından kaynaklanır. İnsanın ruhani duygularını inkar veya ihmal eden bir
medeniyetin, insanın hayvani duygularına hitap ederek onu mutlu etmesi beklenemez. Başka bir deyişle, Bentham’cı felsefeden etkilenen kapitalist Batı
medeniyeti, cismani lezzetleri, meşru-gayrımeşru ayırımı yapmadan, en yüksek kılmaya çalışarak bir tür yalancı Cennet vaadinde bulunuyor. Oysa, cismi geçici ve
"yalancı bir Cennette bulunan ve kalbi, ruhu Cehennemde azab çeken" bir insan mutlu olamaz. (Nursi, Lem’alar, s. 148) Bu anlamda denilebilir ki, Nursi’ye göre,
kapitalizm sadece insan nefsine hitap ettiğinden insanlığa vaadettiği mutluluğu getirememiş ve getiremeyecektir. Artan maddi imkanlarla birlikte, gelişmiş
ülkelerde yaşanan bireysel ve sosyal problemlerdeki artış kapitalizm krizinin göstergeleridir. Bu krizden çıkış yolu ise insanı bütün cismani ve ruhani
duygularıyla anlayıp, herbirini meşru dairede tatmin etmekle onu hakiki mutluluğa ulaştırmaktır.
Öz
Bu makale, kapitalizmin mutluluk krizini Jeremy Bentham’ın (1748-1832) hedonistik fayda teorisi bağlamında tartışır. Kapitalist sistemin büyük ideologlarından
ve faydacılık akımının kurucularından Jeremy Bentham’la büyük İslam alimi Said Nursi’nin (1878-1960) düşüncelerini karşılaştırır. Her iki düşünürün de
öğretilerinde lezzet ve acı kavramları büyük öneme sahiptir. İngiliz filozof ve sosyal reformcusu Jeremy Bentham’ın hedonistik fayda teo-risi (utility theory)
acı ve lezzet kavramlarına dayanır. Bentham’a göre, bireylerin ve toplumun lezzetlerini en yüksek kılıp, acılarını minimum yapmak hayatın "nihai ve biricik"
amacıdır. Doğası gere-ği, yaptığı herşeyde ya acı veya lezzet alan insanın hayattaki nihai amacı, acıları azaltmak ve lezzetleri artırmaktır.
Aynı şekilde, Nursi, eserlerinde lezzet ve acı kavramlarını sıklıkla kullanır. Mü’min, fasık ve münkirle ilgili karşılaştırmalarını bu kavramlarla açıklar.
Eserlerinin geniş kitlelere ulaşıp büyük etki oluşturmasını bu metodu kullanmaya bağlar. Ancak Nursi hedonistik hayat felsefesini şiddetle eleştirir. Nursi’ye
göre, hedonistik fayda teorisinden ilham alan kapitalist Batı medeniyetinin insana hakiki mutluluğu getirmemesi, insanı yanlış veya eksik tanımasından
kaynaklanır. İnsanın ruhani duygularını inkar veya ihmal eden bir medeniyetin, insanın hayvani duygularına hitap ederek onu mutlu etmesi beklenemez. Başka bir
deyişle, Bentham’cı felsefeden etkilenen kapitalist Batı medeniyeti, cismani lezzetleri, meşru-gayrı meşru ayırımı yapmadan, en yüksek kılmaya çalışırarak bir
tür yalancı Cennet vaadinde bulunur. Oysa, cismi geçici ve "yalancı bir Cenette bulunan ve kalbi, ruhu Cehennemde azab çeken" bir insan mutlu olamaz (Nursi,
Lem’alar, s.148). Nursi’ye göre, insanlık ancak insanı bütün cismani ve ruhani duygularıyla anlayıp, herbirini meşru dairede tatmin etmekle gerçek mutluluğa
ulaşabilir.
Abstract
This article discusses the happiness crisis of capitalism in the context of Jeremy Bentham’s (1748-1832) hedonistic utility theory and Said Nursi’s (1878-1960)
ideas on happiness. Pain and pleasure are the essential concepts in both Bentham’s and Nursi’s teachings. British philosopher and social reformer Bentham’s
utility theory relies on the concepts of pain and pleasure. According to Bentham, the maximization of pleasures and minimization of pains is the ultimate goal
for individuals and societies. The purpose of life for an individual who, by his nature, receives either pain and/or pleasure from anything he does is to
maximize his utility.
Similarly, Nursi uses the concepts of pain and pleasure very often in his writings. In many parts of his collection, he compares believers, fasik (the
misguided), and non-believers in terms of the pains and pleasures they have in this life and hereafter. He believes that such comparisons are the driving force
behind the success of his writings which have reached to millions people across the world. However, Nursi strongly criticizes the hedonistic philosophy of life
shaped by Bentham’s utility theory. In Nursi’s view, the failure of Western civilization in terms of bringing true happiness to humanity is the due to its
misunderstanding or imperfect understanding of human nature. It is not possible to for any civilization to bring happiness if it denies or ignores the spiritual
needs, but only responses to the animalistic needs of human beings. In other words, the capitalist Western civilization which relies on the hedonistic utility
theory promises a false paradise by working only for the maximization of corporal pleasures without making any distinguish between licit and illicit pleasures.
In Nursi’s words: "Can it be said of someone whose body is in a false and fleeting paradise and whose heart and spirit are suffering the torments of Hell that
he is happy?" According to Nursi, the only way to bring happiness to humanity is through the understanding of corporal and spiritual needs and their
satisfaction by licit pleasures.
Dipnotlar
Not: Bu makale, 7. Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumunda "Hedonistik Hayat Felsefesine Eleştirel Bir Yaklaşım: Said Nursi ve Jeremy Bentham’da Acı ve Lezzet
Kavramları" başlığıyla sunulmuştur.
1. Bentham’ın vasiyeti, kurucusu olduğu fayda teorisini bir anlamda teyit eder. Bu vasiyeti ile, cesedinin faydasız toprak altında çürümesi yerine, üniversite
öğrencilerine ilham kaynağı olmasına vesile yaparak toplumun faydasının artmasına katkıda bulunmaya devam ediyor (!).
2. İnsanın yaşamının nihai gayesini daha çok lezzet almak olarak açıklayan düşünce Epicurus’a (M.Ö. 341-270) kadar dayanır. Ancak bu düşünceyi yeniden formüle
edip, kapitalist iktisat teorisine esas yapan Jeremy Bentham’dır.
3. Fayda teorisinin bir başka savunucusu olan Jonh Stuart Mill insanın nihai maksadını şöyle açıklar: "Acılardan uzak olma ve lezzetleri tatma insanın nihai
olarak arzuladığı tek şeydir. Arzulanan her bir şey ya bizatihi lezzet verdiği için veya lezzetleri artırmaya ve acılara azaltmaya vesile olduğu için arzulanır"
(John Stuart Mill, 1863, Utalitarianism, Ch. 2)
4. Bentham ile başlayan faydacılık (utilitarianism) akımının sonradan birçok versiyonu geliştirildi. "Hedonistik faydacılık", "psikolojik faydacılık", "teolojik
faydacılık", "sınırlı faydacılık" ve "ideal faydacılık" bunlardan birkaçıdır. Hepsinin ortak özeliği, insanın temel gayesini lezzetleri en yüksek ve acıları
minimum kılmaya çalışmak olarak tanımlamalarıdır.
5. Sokrat insanın genelde üç ayrı lezzetin peşinde koştuğunu iddia eder: Duyusal lezzetler, onursal lezzetler ve tefekküri lezzetler. Sıradan insanlar duyusal
lezzetleri asıl gaye edinirken, politikacılar onursal lezzetler için çabalar ve filozoflar ise tefekküri lezzetleri yakalamaya çalışır. Sokrat’a göre, tefekküri
lezzetler en yüksek lezzetlerdir. Bundandır ki, Sokrat ilk iki lezzeti almak için çalışıp para kazanmayı rasyonel bulmamış ve Atina’nın en fakiri olarak
yaşamayı tercih etmiştir. Oysa kapitalist ideoloji insanları çoğunlukla birincil ve kısmen ikincil lezzetlere teşvik ederken, üçüncül lezzetleri bir anlamda
inkar eder.
6. Nursi’nin insanın alabileceği lezzetler ile ilgili görüşlerini 2000 yılındaki Bediüzzaman sempozyumunda sunduğum tebliğde ayrıntılı olarak tartıştık. Geniş
bilgi için bakınız: İnsan Fıtratı ve Mutluluk, Risale-i Nur’a Göre Kur’an’ın İnsana Bakışı, Gelenek Yayınları.
7. Lutz, Mark and Kenneth Lux (1988). Humanistic Economics. New York: Bootstrap Press.
8. Mansbridge, Jane (1990): The Rise and Fall of Self-Interest in the Explanation of Political Life. In Jane Mansbridge, ed., Beyond Self İnterest, Chicago
University Press, 3-22.
9. Durkheim, Emile (1997). The Division of Labor in Society. Translated by W. D. Halls. New York: The Free Press, s. 17
10. Durkheim, Emile (1958). Professional Ethics and Civic Morals. Glencoe. IL: Free Press.
11. Weber, Max (1998). The Protestant Ethics and The Spirit of Capitalism, translated by Talcott Parsons, Los Angeles: Roxbury Publishing Company, s. 26-27.
12. Tversky, Amos (1981). The Framing of Decisions and the Rationality of Choice, Science 211:453-458
13. Simon, Herbert (1987). Rationality in Psychology and Economics, In Robin Hogarth and Melvin Reder, eds., Rational Choice, Chicago University of Chicago
Press, s. 25-40.
14. Wilk, Richard R. (1996), Economics and Cultures, Foundations of Economic Anthropology, Boulder: Westview Press, s. 148-149.
15. Durkheim, Emile (1969). Individualism and Intellectuals. Translated by Steven Lukes. Political Studies 17:14-30.
16. Spiro, Melford (1966). Buddhism and Economic Action in Burma. American Anthropologist 68:1163-1167.
17. Wilk, Richard R. (1996), Economics and Cultures, Foundations of Economic Anthropology, Boulder: Westview Press, s.33.
18. Kapitalizmin bu mesajını çok iyi anlayan Amerikalılar, haftanın beş günü işlerini büyük itina ile yapıp, faydasını en yüksek yapmak için gerekli olan geliri
elde etmeye çalışır. Haftasonları ve tatillerde ise, kazandıklarını harcayarak faydalarını en yüksek kılmaya çalışırlar.
19. Polanyi Karl (1944), The Great Transformation, New York: Rinehart.
20. Gişe rekorları kıran The Matrix filmi kapitalizmin yaratmış olduğu illüzyonu çok güzel açıklıyor. Film, insanların iradesini kontrol altına alan ve
bilgisayar programlarıyla çalışan insanvari robotların gerçek insanlığa hakim olmasını konu ediniyor. Filmin bu teması tamamen metaforiktir. Gerçekte Matrix
kapitalist ideolojinin oluşturduğu illüzyonik dünyayı anlatıyor. Filmin başrolünde oynayan Morpheus filmin bir kesitinde Matrix’in ne olduğunu şöyle açıklıyor:
"Matrix illüzyonik bir dünya. Her tarafı kuşatmış. Şu anda içinde bulunduğumuz odaya dahi girmiş. Pencereden baktığın zaman görebilir veya televizyonunu açtığın
zaman izleyebilirsin. İşe gittiğin zaman, kiliseye gittiğin zaman, vergini verdiğin zaman bu illüzyonik dünyayı hissedersin. Hakikate gözünü kör eden bir dünya
bu…. Sen bu dünyanın kölesisin Neo. Herkes gibi sen de bu hapsin içine doğdun. Öyle bir hapis ki, varlığını hiçbir şekilde hissedemezsin. Aklın için bir hapis."
(The Matrix (1999) filmindeki konuşmadan alınmıştır)
21. Geertz, Clifford (1984), Culture and Social Change: The Indonesian Case. Man. 19:516.