Moral Will and Model Personality

Kişilik, kişinin hayatını inşa ile başlar. Kişi, hayatının amaçlarını,
öğrenmesi gerekenleri ve aldığı eğitimleri bilgiden davranışa dönüştürdükçe, kişilik
yapılanması başlar. Davranışların sürekliliği, iç dünyasından aldığı onay ve toplumun
referansları ile barışık olması, davranış kurallarını oluşturur.

Ahlak, "hulk" ifadesinden huy ve karakter anlamında değerlendirilebilir. Kurallı
davranışlar bütünlüğü de diyebiliriz.

Müslümanlar için ahlakın kaynağı dindir. İslam ahlakıdır. Peygamberimiz "Güzel
ahlakı tamamlamak üzere" gönderilmiştir.

Hilkat ile hulk, yaratılış ile ahlakın beraberliğini ifade eder. Huy, yaratılışa
uygun ve fıtrat kanunlarına bağlı olmalıdır. "Hilkat" üzere doğru yaşamak, ahlaktır.
Hz. Aişe Peygamberimizin ahlakı için "Kur'an ahlakı" demektedir.

"İyi ahlak nedir?" sorusuna Peygamberimiz, bir ayeti hatırlatarak; "Hakkı al,
ma'rufu emret, cahillerden sakın." cevabını vermektedir.

Enes ibn-i Malik, iyi ahlakı" hataları, güneşin buzu erittiği gibi eriten" olarak
tanımlar.

İyi ahlakın en model şahsiyeti Hz. Muhammed'dir.

İmam-ı Gazali'ye göre "İnsan, basar sahibi bir cesetle, basiret sahibi olan ruh
ve nefesten ibarettir. Bunların her birisinin de iyi ve kötü yönleri, şekilleri,
yapıları vardır."

Gazali, ahlakı "Nefsin durumu ve şekil alması, maneviyatın hareketlerde hakim
olması, iyi fiillerin, düşüncelerin, zorlamadan südur etmesidir." şeklinde tanımlar.

Buna göre;

a- Ahlakın şekil ve sureti, hasletlerin insanda teşekkül etmesine göre tespit
edilir. Her hangi bir zorlama veya istek dışı mecburiyetten kaynaklanmamalıdır.

b- Ahlak, fiillerin insanda teşekkül etmesine göre tespit edilir. (İmam-Gazali,
İslam Ahlakı)

İnsanda, fiillerin teşekkülünde, Bediüzzaman'ın tespitiyle "irade-zihin-his ve
latife-i Rabbaniye" sıralaması içinde, iman-ı billah, marifetullah, muhabbetullah
ve lezzet-i ruhaniye kapıları açılır.

"Fiillerin ve hasletlerin teşekkülü", iyiliği yapma arzusu ve iradesi ile başlar.
Bunun zihni yapılanmasında "kuvve-i akliye"nin istikameti olan hikmetle ve hislerin
ulvi heyecanını veren "kalbin sadefindeki nur-ı imanla" mümkün olur.

İradenin, zihnin ve hislerin terbiye edilmiş ve yaratılış maksadına uygun vicdani
bir hazzın tatminine ulaşan "lezzet-i ruhaniye" ile ahlakın tesisi ve şahsi hayatımızın
bütün safhalarına hükmetmesi mümkündür.

Davranışlarımızın; meşru, makul ve müspet bir çizgide ahlaki iradeye sahip olması,
meşruiyetin kaynağı olarak din, makul olmanın cüz-i iradeye bağlı iyilik tercihi
ve metot olarak da "hüs-ü zan sahibi" müspet düşüncelerle mümkün olur.

Ahlakın teşekkülünde makul bir irade, ahlaki yaklaşımın da halin gereklerine
uygun bir şekilde iç hassasiyetleri ile hareket eder. Nefsin kötülük arzularına
karşı, iyilik etmek ve bununla mutlu olan bir hal ve tavrı sergilemek, iç güzelliğin
(siret) dışa yansıyan sureti olmaktadır.

Bunun en güzel örneği peygamberimizdir. Tebessümü, iç aleminin bir tezahürü ve
huzurun ifadesidir. Risale-i Nur'da, "İşte böyle bir zatın ef'al, ahval, akval ve
harekatının her birisi nev-i beşere birer model hükmüne geçmeye layık" olarak belirtilir.

Bu şekliyle;

a- Ahlaki norm olarak, modellenmesi gereken zat Peygamberimizdir. Her vasfının,
tutum ve davranışının günümüz insanına "rol model" olarak sunulması gerekir.

b- Her meziyetine layık bir tecellinin en fazla yansıdığı farklı fıtrat ve insanların
ortaya koyacağı müştereklikten, mükemmel ahlakın ortak tezahürleri ve fertten topluma
yansıyacak örnek modeller oluşur.

Kişisel hayat ve ahlak insanların en mümtaz şahsiyeti peygamberimiz Hz. Muhammed
(a.s.m)'dir. Kişisel hayatımızda örnek şahsiyettir. Dolayısıyla bir müminin model
alacağı kişilik ve hayatla bütünleşecek şahsiyetinin inşasında doğru rehberdir.
(Sözler, 110)

Kişisel hayat, cüz'i iradeye bağlı bir tercihtir. Kişinin kendi hayat tarzını
seçme iradesi, imtihan gereği verilmiştir. Sonuçlardan mesul tutulan birey, üstlendiği
"emanet-i kübra"olan mükellefiyetleri ile "emir ve nehiy"lerin doğru muhatabı olma
veya menfi davranma hakkını kullanmaktadır.

"Külliyet kesbetmek" olarak tanımlanan şahsiyetin; bir bütünlük halinde düşünce,
duygu ve davranış ile bunları tatmin edecek irade, zihin, his ve latife-i Rabbaniyeyi
tamamlaması gerekir. (Sözler, 179)

Kişisel hayat, kurumsal sorumluluklarımızdan farklıdır. Kurumsal sorumluluklarımız,
şahs-ı manevi dediğimiz bir ortak sorumluluğun ve emanetin temsilidir. Kişi hayatta
üstlendiği farklı rollerle hem özel hem de genel alanlarda iç içe birbirini tamamlayan
parçalardan müteşekkildir. Bu teşekkülü ile diğer temsillerin ve görevlerin doğru
yapılandırılması mümkündür. İnsanın her konumda ve durumda ayrı bir şahsiyet-i maneviyesi
ve haysiyeti vardır. (Sözler, 300)

Görev şahsiyeti, kişi rolünde yorumlanamaz. Yani kişiselleştirilemez. İki konum
birbirinden ayrı değerlendirilmesi gerekir. "Evladım" sözü, hakiki peder anlamında
söylenmediğinde, kazandığı anlam gibi. (Sözler, 376)

Peygamber efendimizin, külli şahsiyet-i maneviyesi ve makam-ı kutsisi, şahsiyet-i
beşeriyesi ile ayrı ayrı mütalaa edilmelidir. Bediüzzaman beşeri olan davranışları
da cennet ağacının bir çekirdeği hükmünde dikkatlere sunar. (Sözler, 424)

Bediüzzaman "hakiki şahsiyetim" dediği karakter, zamanla değişse ve gelişse de
"irsiyet kalma bazı damarlar" dediği mizacı etkileyen unsurlar mevcut olabilir.
Şahsiyetin oluşumunda "müstaid ve makam sahibi olma" ifadesiyle yeteneklerini geliştirme
ve bunu sağlayacak ortam ve statünün olması halinde, amacına hizmet etme ve kulluğun
gereğini yerine getirmeyi sağlayacak davranış ve ahlakı netice vereceğine işaret
eder. (Mektubat, 308)

Bu genel çerçeveden hareketle;

Bediüzzaman'ın ahlaki duruşunu şöyle ifade edebiliriz:

1- "Her şeyden istiğna mesleği" olarak, talebelerine yazdığı son mektupta vasiyette
bulunur. Kalbi ve ruhi zenginliğin tezahürü olarak; maddi ve manevi, dünyevi ve
uhrevi hiçbir talebi olmayan bir hayatı ortaya koyar. Bu meyanda;

a- Kimseden hediye almamıştır.

b- Dünyevi bir yatırımı olmamıştır.

c- Hakim gücün; makam, para ve kontrollü dini hizmet teklifini reddetmiştir.

d- Şahsına bağlı bir yapılanmaya ve ferdi tutuma bağlılık yerine heyet ve meşveret
mantığı içinde değer kazanmayı sağlamıştır.

2- Ferdin hukukunu şartsız korur ve savunur, hukukta eşitlik prensibine bağlı
kalır.

a- Savaşta ölen masum Rus çocuklarına acır.

b- Ermenilere zulmedilmemesini ve haklarının korunmasını Osmanlı'ya teklif eder.

3- Toplum hukukunu, kendi hukukundan önce tutar. Himmeti millet kabul eder, "Kimin
himmeti, milleti ise o tek başına bir millettir." ölçüsünü verir. "Tahakküm etmemek,
tezellül de etmemek" hareketini hayatında prensip edinir.

a- "25 milyon Türk cemiyetinin selameti namına, bir Said değil, bin Said feda
olsun" fedakarlığını ortaya koyar.

b- Mütehakkim dönemin rüesa ve diktatörlerine açık ve demokratik tepki verir.

4- Şahsiyetin teşekkülünde, ferdin cemaat içinde hukukunun korunması ile birlikte
"şahs-ı nevi", yerine "şahs-ı manevi" modelini bireyden topluma geçen ahlaki bir
sorumluluk olarak uygular.

Şahsın ahlaki normunun, külli aklın çerçevesinde cüz-i iradenin ortak akla dönüşecek
bir meşveretle ahlaki ortamı güçlendirmesini sağlar.

Öz

Bu yazıda ahlakın tanımı yapılarak şahsiyetin oluşumu üzerinde durulmakta; güzel
ahlaka model olarak Hz Muhammed (asm) gösterilmekte ve Bediüzzaman'ın ahlaki duruşu
gözler önüne serilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Ahlak, şahsiyet, irade, zihin, his, latife-i Rabbaniye

Abstract

This text defines the morality and stresses on the construction of the personality.
As a sample model to this good moral conduct, Hz. Muhammed (asm) is analyzed and
the moral stand of Bediüzzaman is unfolded.

Key Words: Ethics, personality, will, intellect, feeling, Divine Goodness