Human Work

Kâinatta Faaliyet Hakimdir

Başımızı kaldırıp baktığımızda, atomdan koca koca kürelere kadar
hummalı bir faaliyet ve hareketle karşılaşırız. Bu faaliyet ve hareketin bize işaret
ettiği nice gerçekler vardır.

“Sa’y, asıl esastır”1 diyen Bediüzzaman kâinatta bulunan
bıkma usanma bilmez bu faaliyetin, kâinattaki cins ve türlerin “sessizce bir konuşması
ve konuşturması,” bu faaliyetten doğan hareket ve yok oluşların da bir “tekellümât-ı
tesbihiye”2 olduğunu söyler.

Demek, kâinat sessizce konuşuyor ve bu konuşmalarıyla yaratıcılarını
tenzih ve tesbih ediyor; onun bütün kemal sıfatlarıyla muttasıf olduğunu ilân ediyorlar.

Kâinatta tembelliğe yer yoktur. Sükûn, sükûnet, monotonluk, durgunluk
ve tembelliğin yokluk ve bütün bütün zarar olduğunu; hareket, faaliyet, yenilik
ve değişimin ise varlık ve hayır olduğunu belirten Bediüzzaman bunu şöyle dile getirir:
“Sükûn ve sükûnet, atalet, yeknesaklık, tevakkuf; bir nevi ademdir, zarardır. Hareket
ve tebeddül; vücuttur, hayırdır.”3

Bu dünya çalışma ve hizmet yeri, ahiret de ücret diyarıdır. Burada
dünya ve ahiret için çalışılacak, muaccel ücretler burada, müeccel ücretler de ahirette
alınacaktır. Onun için mükâfatı, ücreti, sonucu bütün bütün dünyada aramak kadar
yanlış birşey olamaz. Bu dünya mükâfat ve istirahat yeri değildir ki insan kendini
bıraksın. Öyleyse insan, özellikle Müslüman, hayatında tembelliğe; bütün işler bitmiş,
ücret, ödül alınmış gibi istirahata da yer vermemelidir.

Tembellik, rahatlık arzusu aynı zamanda yokluk demektir. Bediüzzaman’ın
ifadesiyle, “Yeknesak, istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz olan vücuttan ziyade,
şerr-i mahz olan ademe yakındır ve ona gider.”4

Rahatlık meyli, istirahata çekilme arzusu insanı sarmayadursun;
daha yaşarken felâketin eşiğine atar. Çünkü, “Umum meşakkatin anası ve umum rezaletin
yuvası”dır5 rahatlık meyli.

Sonra dünyada, “En bedbaht, en muzdarip, en sıkıntılı işsiz adamdır.
Zira, atalet ademin biraderzâdesidir; sa’y, vücudun hayatı ve hayatın yakazasıdır.”6
Onun içindir ki, “Rahatlık içinde boş oturan insan ömründen şikâyet eder. Çalışıp
iş yapan kimse ise hâline şükreder” küllî bir düstur hâline gelmiştir. Yine bu sırdan
dolayıdır ki, “Rahat zahmette, zahmet rahattadır” sözü âdetâ atasözü hâline gelmiştir.7

Tekvinî âyetlerden meydana gelen kâinat kitabındaki bu yoğun çalışma
ve faaliyet, onun bir nevi yazılı şekli olan Kur’an’da da şu şekilde ifadesini bulur:
“İnsan için çalışmaktan başka birşey yoktur. Yaptıklarının karşılığını muhakkak
görecektir.”8 Çalışmayı değil, tembelliği şiar edinen insanlara Mehmet
Akif de çok yerinde olarak çatmış: “Yer çalışsın, gök çalışsın sen utunmazsan otur!/Bunların
hakkında bir bahanen var mı? Dur.…/Ey, bütün dünya ayaktayken; yatan!/Leş misin,
davranmıyorsun. Bari Allah’tan utan.”

Çalışmada Lezzet Var

Niçin çalışmasın ki insan? Dünya ve ahiret mutluluğu buna bağlıdır.
Allah Resûlü (a.s.m.) tembellikten Allah’a sığınmamış mıdır? Sonra Cenab-ı Hak insanları
sonsuz rahmeti gereği iyi, güzel, faydalı şeylere teşvik etmek için içlerine bir
de lezzet koymuştur.

Bir çekirdeğin toprağı yarıp yeryüzüne çıkışını, bir tomurcuğun
kabuğunu çatlatıp açılışını, güneşin karanlıkları yararak doğuşunu bir seyredin;
lisan-ı hallerinden, faaliyetlerinden büyük bir lezzet aldıklarını, mutluluk duyduklarını
hissedeceksiniz.

Onlardaki bu sevinç, bu coşku hiç şüphesiz faaliyet ve gayretlerinden
kaynaklanmaktadır. Âdetâ bundan büyük bir zevk ve lezzet almaktadırlar. Bediüzzaman’ın
ifadesiyle, “Her faaliyette bir lezzet var. Belki faaliyet, ayn-ı lezzettir. Belki
faaliyet ayn-ı lezzet olan vücûdun tezahürüdür ve ayn-ı elem olan ademden tebâud
ile silkinmesidir.”9

“Mahlûkàttaki faaliyet ve hareket; bir iştiha, bir iştiyak, bir
lezzetten ileri geliyor. Hatta denilebilir ki, herbir faaliyette, bir lezzet nevi
vardır; belki herbir faaliyet, bir çeşit lezzettir ve lezzet dahi, bir kemâle müteveccihtir;
belki bir nevî kemaldir.”10

Herşeyin harıl harıl zevk ve şevkle çalıştığı bir dünyada elbetteki
kâinat kafilesinin başı konumunda olan insana da yakışan şey çalışmak, görevlerini
hakkıyla yapmaktır. Rahatı, huzuru, ancak bundadır. Evet, Bediüzzaman’ın ifadesiyle,
“Fıtratı müteheyyiç olan insanın rahatı yalnız sa’y ve cidaldedir.”11

Bediüzzaman’ın Van’da Nurşin Camii’nde kaldığı günler… Bahar gelmiş,
talebesi Molla Hamid camiye odun taşımaktadır. Bediüzzaman da ona odun çekerken
yardım ediyor. İster istemez talebesine ağır geliyor onun çalışması. “Efendim,”
diyor. “İşte ben taşıyorum. Siz oturunuz.”

Bediüzzaman’nın verdiği cevap oldukça ibretli: “Birader, gayretim
kabul etmiyor. Sen çalışasın, ben oturayım. Eğer bilsen gayret ne kadar hayırlı
bir iştir, ömrünü bir dakika boşa geçirmezdin.”12

Bediüzzaman, ibadet ve taatte de o kadar yoğunlaşmıştır ki saatlerce
diz üstü otura otura ayak parmağı yaralanmış, merhem sürmek zorunda kalmış, bunu
gören talebesi Molla Resûl’ün, “Biz de Allah’tan korkuyoruz, ama senin ödün patlıyor.
Bizim gibi rahat otursan ayağın yara olmayacaktı” dediğinde şu cevabı veriyor: “Molla
Resûl! Kısa ömürde, kısa dünyada, ebedî hayatı kazanmaya gelmişiz. Hem burada rahat
oturayım, hem Cennet dava edeyim, olmaz böyle şey! Onun için cesaret edemiyorum
rahat oturmaya.”13

Herşey Kemal Yolunda

Hareket, gayret ve faaliyet olmazsa insan yerinde sayar. Oysa herşey
bir hedef ve bir zirveye doğru tırmanır durur kâinatta; tâ ki olgunlaşsınlar, kemale
ersinler. Ağaçlar çiçek açıp meyve verir ve bu meyvelerini de olgun hâle getirmek
için didinir. Ham meyveyi kimse yemez.

“Hayat harekâtla kemâlâtını bulur; beliyyat vasıtasıyla terakki
eder”14 diyen Bediüzzaman da insan için hareket ve faaliyetin gerekliliğini
dile getirir. Yöneldiği işte mükemmeli yakalamak için de o işte fanî olması gerekir.
Bunu da Bediüzzaman, “İnsan hangi şeye teveccüh ederse, onun ile bağlanır ve onda
fânî olur”15 cümlesiyle anlatır.

Maksat güzeli, mükemmeli, faydalıyı yakalamaktır. Bunun için çalışmaktan
başka yol yoktur. Eğer mükemmeli yakalama, çalışma şevk ve gayreti olmazsa geri
kalmak kaçınılmaz olur.

Geri Kalışın Sebebi

Müslümanlar ibadet duygusuyla çalışmış; göz kamaştırıcı gelişmeler
gerçekleştirmiş, yüzyıllarca maddeten ve manen insanlığa rehberlik etmişlerdir.
Bediüzzaman eskiden Müslümanların zengin, diğerlerinin ise fakir, bugün ise durumun
tam tersine dönüş sebebi sorulduğunda bunu iki sebebe bağlar:

Birincisi: “İnsan için çalışmaktan başka birşey yoktur”16
meâlindeki ferman-ı Rabbaniyle beslenen çalışma meyli ve “Çalışıp kazanan Allah’ın
sevgili kuludur” şeklindeki kazanma şevkinin bazı telkinlerle sönmesi. Oysa bu zamanda
ilâ-yı kelimetullah, yani Allah’ın adını, dinini yüceltme maddeten terakkiye bağlıdır,
fakat bu bilinmemektedir.

• Dünya âhiretin tarlası olduğu halde kıymeti takdir edilmemektedir.

• “Kurûn-u vusta ve kurûn-u uhrânın ilcaatı tefrik edilememekte,
yani orta çağla çağımız arasındaki farklar fark edilememektedir.

• Kanaat yanlış anlaşılmıştır; öyle iki kanaat anlayışı ki birbirinden
son derece uzaktırlar: biri yan gelip yatıp, “Eh, ne yapalım, kaderimde ne varsa
o olur” tarzında kötülenen bir kanaat; biri de çalışıp çabalayıp üzerine düşenleri
yaptıktan sonra, “Eh, Allah bu kadar ihsan etmiş” tarzındaki övülen bir kanaat.

• Birbirlerinden son derece uzak; biri tembelliğin ünvanı, diğeri
hakiki ihlâsın sadefi olan tevekkülü birbirine karıştırmak. Allah kâinatı düzene
sokarken herşeyi bir sebebe bağlamış ve bunlara uyulmasını istemiştir. İşte bu nizama
direnmek, sebepler zincirindeki halkalardan birini veya birkaçını atlamak tembelcesine
bir tevekkül; üzerine düşenleri hakkıyla yaptıktan sonra Cenâb-ı Hakk’ın takdir
ettiğine rıza göstermek İslâm’ın gereği olan mü’minâne tevekkül.

• “Ümmetim ümmetim” sırrı, “İnsanların en iyisi insanlara en çok
faydası dokunandır”17 hakikati bazı adam ve görevliler tarafından anlaşılamamış,
bu da çalışma meylini kırmış, şevki söndürmüştür.

Bediüzzaman geri kalmanın ikinci sebebi olarak da tabiî, meşrû ve
canlı bir yol olan sanat, ziraat ve ticaretin bırakılıp ancak hamiyet ve hizmet
için tercih edilmesi gereken memurluk ve idareciliğe ağırlık verilmesini gösterir.18

Kalkınabilmek için de Resûlullah’ı (a.s.m.) ve onun getirdiği İslâm’ı
model ve ölçü almak gerekir.19 Sadece manevî sahada değil, maddî sahada
da peygamberleri örnek almak, onların mu’cize eliyle insanlığa armağan ettiği harikalardan
faydalanarak benzeri gelişmeleri yapmak20 ilmî ve teknolojik kalkınmanın
en önemli unsurlarından biridir.

Bunu gerçekleştirebilmek için de en büyük düşman olan cehaletle
mücadele edilecektir. O da fen, sanat ve Kur’an cevherinden yapılmış manevî silâhlarla
mağlup edilecektir.21

Bediüzzaman’ın insanlığın ahirzamanda ilim ve fenlere döküleceğini,
bütün kuvvetini ilimden alacağını, hüküm ve kuvvetin ilmin eline geçeceğini söylemesi
de22 oldukça ilginç değil midir?

“Medeniyet ve ilerleme açlığı” içerisinde olmalı, buna her zaman
ihtiyaç duyulmalıdır. Çünkü bu açlık Bediüzzaman’a göre sanat ve medeniyetin pederi
ve üstadı, terakkinin de üstadıdır.23

Ayrıca himmeti kendine değil millete hasretme de esas alınmalıdır.
Çünkü, “Kimin himmeti milleti ise o tek başına bir millettir.”24 Demek
refah ve saadetin yolu çalışmaktan geçiyor.

Öz

Kâinatta tembelliğe yer yoktur. Başımızı kaldırıp baktığımızda,
atomdan koca koca kürelere kadar hummalı bir faaliyetin ve hareketin olduğunu görürüz.
Bu faaliyet ve hareketlerin bize anlattığı bir çok gerçek vardır. Bu yazıda Bediüzzaman’ın
görüşleri ışığında kainattaki faaliyetin işaret ettiği hakikatlere işaret edilmekte
ve insanın çalışmasının önemine değinilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Sa’y-i insani, kainat, faaliyet, tembellik,
geri kalma

Abstract

There is no laziness in the universe. When we turn up our head and
set our eyes through the universe, we observe that, there is a frantic activity
and action. All these actions and activities tell us many facts. In this article,
in light of of Bediüzzaman’s comments, it is pointed to facts that activities in
the universe is addressed to and the importance of the human work is touched on.

Key Words: Human work, universe, activities, laziness, and the
underdevelopment

Dipnotlar

1. Sözler, s. 685.

2. Mektubat, s. 58.

3. A.g.e., s. 49.

4. Lem’alar, s. 16.

5. Münazarat, s. 138.

6. Hutbe-i Şâmiye, s. 138.

7. Lem’alar, s. 128.

8. Necm Suresi: 39-40.

9. Lem’alar, s. 340.

10. Mektûbât, s. 87, 277.

11. Münazarat, s. 139.

12. Son Şahitler, 1:114 (Yeni Asya Yayınları: İstanbul: 1993).

13. A.g.e., 1:124.

14. Mektûbât, s. 49.

15. İşârâtü’l-İ’caz, s. 76.

16. Necm Suresi: 39.

17. Keşfü’l-Hafâ, 2:463; Feyzü’l-Kadîr, 3:481 (Hadis no: 4044.)

18. Münazarat, s. 77-78.

19. Hutbe-i Şamiye, s. 18.

20. İşaratü’l-İ’caz, s. 238-240.

21. Divan-ı Harb-i Örfî, s. 46, 49.

22. Sözler, s. 275.

23. Hutbe-i Şamiye, s. 39.

24. Tarihçe-i Hayat, s. 98.